Bediüzzaman’ın “bir reyi var”; varis ağabeylerin kaç reyi var!

Risale-i Nur’u okuyor diye hüsn-ü zanda bulunduğum, bir bakanlıkta genel müfettiş olarak çalışan kadim bir dostumla karşılaştım. İlk sözü:

“Ah, Yeni Asya’cı kardeşim! Nasıl bu hataya düştünüz!” demesin mi gülerek!

Biz de, Risale-i Nur’un siyaset meydanlarında istismarı, münafıkane bandrol yasağı ve devletleştirilmek istenmesi, “menfaat üzerine dönen canavar siyasetin” son elem verici hadiselerini, Rissale-i Nur’daki delilleriyle anlatınca, bu sefer ağlamaklı:

“Hiç ümitsizliğe düşme, merak da etme! Üstad bu zamanın müceddidi ise, ağabeyleri bırakmış, onlar meseleye hâkimdir!” demesin mi?

Belli ki, Risale-i Nur’u okumuyor, Hücumat-ı Sitte’yi bilmiyor, her 15 günde değil, her 15  ayda bir de İhlâs Risalesini okumamış. Siyasetin “hay-huyları” ile aklını dağıtmış, mânevî bir divane olmuş. Az bir aklı kalmışsa, onu da “ağabeylerin” cebine koymuş. Bu sefer de bu haline ağlasam mı, gülsem mi? Yoksa önce gülsem, sonra güldüğüme mi ağlasam! Ona Üstad’ın ağabeylere bakışını naklettim:

“Aziz kardeşim! Üstadımız, meselelerin hallini, problemlerin çözümünü, hastalıkların teşhis ve tedavisini ağabeylere mi bırakmış? Yoksa, ‘Ve işlerde onlara istişare et.’1 ‘Onların aralarındaki işleri, istişare iledir,” Âyetlerinin emriyle, kardeşlerimle bir meşverete muhtacım.”2 “…hizmet-i Kur’ân’daki kardeşlerimin nazarlarına arz edip meşveret etmek ve onların fikirlerini istimzaç etmek (kaynaştırmak) ve beni ikaz etmek için şu kısmı yazdım, onlara müracaat ediyorum”mu demiş?

Aziz müfettiş kardeşim! Sen, Risale-i Nur’un şu prensiplerini kim nasıl anlıyor, uyguluyor, deyip hiç teftiş ettin mi? Etmediysen, önce kendi kafanı teftiş et; sonra ağabeyleri, varisleri, siyasîleri Üstad’ın aşağıda bazılarını nakledeceğimiz mihenk taşlarına vurarak teftiş et!

“Meşveret, cemaatten çıkan şahs-ı mânevîdir.”4

“Hakikî, samimî bir ittifakta herbir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda mânevî kıymeti ve kuvvetleri vardır.5

Ağabeylerimiz acaba cemaatten çıkan şahs-ı manevî midir?

Bundan sonra her meselemizde emir, Risale-i Nûr’un şahs-ı mânevîsini temsil eden has şakirtlerin (talebelerin) ve sizlerindir. Benim de şimdi bir reyim var.”6

Üstad, emri şahs-ı manevîden alıyor. Ve Üstad’ın bir reyi var! Bu Ağabeylerimiz emri kimden alıyor? Kaç reyleri var? Ki, onların dediklerine göre hareket edelim!

Ağabeyleri de bağlayan Üstad’ı dinlemeye devam edelim: Mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlât, şeyh ile mürid mâbeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü’l-esası, samimî ihlâstır.7

“Eğer mesleğimiz şeyhlik olsaydı, makam bir olurdu veyahut mahdut makamlar bulunurdu. O makama müteaddit istidatlar namzet olurdu. Gıptakârâne bir hodgâmlık olabilirdi. Fakat mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz. Uhuvvetteki makam geniştir; gıptakârâne müzâhameye medar olamaz. Olsa olsa, kardeş kardeşe muavin ve zahîr olur, hizmetini tekmil eder.”8

Şimdi söyle ey aziz kardeşim! Elbetteki hizmetlerini taktir ile alkışladığımız ve sonsuz hürmet ettiğimiz Ağabeylerimiz, hizmetlerimizde; içtimâî ve siyasî stratejiyi belirlemede “peder ve mürşit vaziyetini” takınabilir mi, takınsalar ne yapmalıyız? Kuzu kuzu  dinlemeli miyiz; yoksa, “Bundan sonra her meselemizde emir, Risale-i Nûr’un şahs-ı mânevîsini temsil eden has şakirtlerindir (talebelerindir)” mi diyeceğiz?

O sırada telefonu çaldı, kim aradığına bakmadan; uzun seneler birlikte hizmet ettiğimiz müfettiş kardeşimizin, onlarca sene sonra karşılaştığı kardeşiyle yarım saat bile konuşamadan “Ben mutlaka gitmeliyim!” diyerek ayrıldı…  

Ah siyaset, özellikle harici cereyanların dizayn ettiği gaddar siyaset! Kardeşi kardeşe kırdırdın, biribirine düşürdün!

Dipnotlar:
1- Al-i İmran Sûresi, 159, Şûrâ Sûresi, 38.
2- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, s. 23.
4- Bediüzzaman, Kastamonu Lâhikası, s. 102.
5- Bediüzzaman, Lem’alar, s. 165.
6- Bediüzzaman, Hizmet Rehberi, s. 175.
7- Bediüzzaman, Lem’alar, s. 166.
8- Bediüzzaman, Lem’alar, s. 170.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*