Ey bu yerlerin Hâkimi! Senin bahtına düştüm…

0054

“Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Otuz İkinci Sözün âhirinde denildiği gibi, dünyanın bin sene mes’udâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâl’in daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Müptelâ ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbuplarda ve bütün mevcudat-ı dünyevîyedeki hüsün ve cemal, O’nun cilve-i cemâlinin ve hüsn-ü esmâsının bir nevi gölgesi; ve bütün Cennet, bütün letâfetiyle, bir cilve-i rahmeti; ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizaplar ve câzibeler, bir lem’a-i muhabbeti olan bir Mâbud-u Lemyezel’in, bir Mahbub-u Lâyezâlin daire-i huzuruna gidiyorsunuz. Ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennete çağırılıyorsunuz. Öyleyse, kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz.”

İşte bu müjdeye nail olan nadir insanlardan biriydi Yusuf Seydanoğlu… 10 Şubat Pazar günü dar-ı bekaya irtihâl eden Konya Nur Hizmetinin fedailerinden Yusuf Ağabeyimiz, yüzünü fani mahbuplardan çevirip Rabb-i Rahim’ine kavuştu.

Onu öğrenciler olarak iki Ramazan öncesinde tanımıştık. Risale-i Nur hizmetini tanır tanımaz günlerini boş geçirmemiş, daima Nurlarla meşgul olup, öğrencilerle ilgilenmişti. Hayatı adeta Üstadımızın yeğeni Abdurrahman gibiydi. Çünkü Yusuf Ağabeyimiz de onun gibi son zamanlarını Nur’a adamış, Nur’un bir fedaisi olmuştu. Risale-i Nur’un müjdelediği imanla kabre girmek inşâallah ona da nasip olmuştu ve imanını kurtarmıştı. Hidayeti nasip eden Cenâb-ı Allah, onu da Risale-i Nur’la tanıştırarak imanla yanına almıştı. O ruhunun, kalbinin, nefsinin hakikatlere ne kadar çok muhtaç olduğunu bilmiş, dünyayı dünya cihetiyle terk etmiş; hizmetin içinde Allah yolunda bir dakikasının binlerce dakika olacağını anlamış ve mümkün mertebe hizmetlerde cansiperane bulunmuştu.

Sık sık derslere gider, vermiş olduğu söz ile dersleri hiç kaçırmamaya çalışırdı. Fırsat buldukça dershaneye gelir, dershanenin düzenini sağlar, kardeşler arasında müfritane irtibat sırrını en iyi şekilde yaşamaya çalışır ve bize de yaşatırdı.

Dershaneye her geldiğinde evde okuduğu bir hakikati kardeşlerle paylaşır, o konunun müzakere edilmesini sağlardı. Farklı mânâları anladıkça samimî duygularla sevinir, Allah’a şükrederdi. Her geçen gün nuranîleşen siması Risale-i Nur’u ne kadar çok okuduğunun göstergesiydi.

Üstad Hazretlerinin belirttiği “Sünnet-i Seniyyeye ittibaı kendine âdet eden, âdâtını ibadete çevirir, bütün ömrünü semeradar ve sevapdar yapabilir” sırrınca birçok sünneti hayatına tatbik etmeye çalışır, dershanedeki kardeşlere numune-i imtisâl olurdu.

Kardeşlere daima ‘Sizler çok şanslısınız’ der ve onların hayatına imrenirdi. Risale-i Nur’u tanımadan önceki hayatını boş geçirmiş sayar; ‘Keşke bu hakikatleri daha önce (sizin yaşınızda) tanısaydım’ diye iç geçirirdi.

Konya Nur hizmetine girdikten sonra dünyevî noktada geçim darlığı ve çok sıkıntı çekmesine rağmen bu hizmeti herşeye tercih etmişti. ‘İktisat sebeb-i berekettir’ düsturuyla hareket ederdi. Nurdan aldığı feyizle kalp ve ruhunu tatmin ederek, nefsini geri planda bırakmaya çalışırdı.

Ahir ömründe vefat edeceğini hissetmiş gibi Risale-i Nur’la elde edilen tahkikî imanın sırrını anlayarak birçok okuma programına iştirak etmişti. Üstadımızın söylediği ‘Bu hakikatleri anlayarak ve kabul ederek bir sene okuyan zamanın müdakkik bir âlimi olur’ düsturunu tahattur ederdi. Nitekim Yusuf Ağabeyimizin Nur hizmeti içinde faal olarak geçirdiği üç yıl, bu hakikat için kâfi bir süreydi…

“Ey bu yerlerin hâkimi! Senin bahtına düştüm. Sana dehalet ediyorum ve Sana hizmetkârım ve Senin rızanı istiyorum ve Seni arıyorum” diyerek ruhunu Rahman’a teslim etti. (Ruhuna Fatiha)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*