Hasan Feyzi Yüreğil

Hasan Feyzi Yüreğil, 1895/1896’da Denizli’nin Çivril kazasının Güveçli Köyünde dünyaya gelmiştir. Babası, Ömer Efendi, annesi ise Ayşe Hanım’dır. Okul ve medrese eğitiminden sonra muallim olarak İslâmiyete hizmet etmiş, tasavvufla da ilgilenmiştir. Hasan Feyzi, Üstad’a ve Risâle-i Nur’a talebe olmadan önce de etrafındakileri irşad eden, İslâmî hakikatleri insanlara anlatan muhterem bir zat idi.

 

Denizli’de, Bediüzzaman Hazretlerinin dünyaya geldiği yıllarda (1870’li yıllar), büyük bir evliyâ olan Hasan Feyzi isminde bir zât, bir gün talebelerine, “Bugün Kürdistan’da bir evliya dünyaya geldi.” diye beşarette bulunmuş ve Hasan Feyzi Yüregil, şeyhinin şeyhi olan, adaşı bu Hasan Feyzinin sözünü hatırından çıkarmayarak, bahsedilen zâtı beklemiştir. Bediüzzaman Said Nursî’nin Denizli hapsi sebebiyle, 126 talebesiyle Denizli’ye getirildiğini öğrenince “Acaba o zat mıdır?” diyerek, ziyaretine gitmiştir. Üstadı görür görmez şeyhinin bahsettiği zât olduğunu anlamış ve tarikatını bırakıp Üstad’a hizmetkâr olmuştur.

Honaz, Şamlı, Gözler ve Göveçlik’te öğretmenlik ve başöğretmenlik yapan Muallim Hasan Efendi’ye Bediüzzaman Hazretleri “Nurlardan feyzaldın, adın Hasan Feyzi olsun” demiş, ondan sonra ismine bir “Feyzi” eklenmiştir. O da, Ahmed ve Mehmed Feyzî efendiler gibi, Feyzîler kafilesine katılmıştır.

Bediüzzaman Hazretleri tarafından “Denizli’nin bir Hüsrev’i” hitabına mazhar olan Hasan Feyzi Ağabey, Risâle-i Nur’a ve Üstad’a büyük bir iştiyakla bağlanmış ve yaklaşık üç yıl gibi kısa bir sürede, çok büyük hizmetlerde bulunmuştur. Bu husus, Emirdağ Lâhikası’nda, Üstad Hazretleri tarafından: “Evet hâkim-i âdil, Muharrem ve Feyzi ve Hâfız Mustafa, bir-iki senede, yirmi sene kadar hizmet-i Nuriyeyi yaptılar” cümlesiyle vurgulanmıştır.

Hasan Feyzi, iç dünyasında Risâle-i Nur’a ve Bediüzzaman’a karşı hissettiği muhabbet ve coşkuyu kâğıda dökmüş, övgü dolu mektuplar ve duygu yüklü şiirleriyle kaleme almıştır. Bediüzzaman, Hasan Feyzi Ağabeyin mektup ve şiirleri hakkında Emirdağ Lâhikası’nda şöyle yazmıştır:

“Bu zât, doğrudan doğruya hakaik-i imaniye ve Kur’âniyeyi bir şahs-ı manevî mahiyetinde, Risâle-i Nur şahs-ı manevîsinin cesedine girmiş ve eczalarının libasını giymiş bir tarzda, fevkalâde bir sena ile ona hitab ediyor. Ben baktıkça, birden itirazkârane ‘hüsn-ü zannı pek ziyadedir’ tahattur ettiğim dakikada, hakikat-ı Kur’âniye manen dedi: ‘Cesede, libasa bakma; bana bak. O, benim hakkımda konuşuyor. Doğru söylemiş.’ Ben daha ilişmedim. Yalnız Risâle-i Nur tercümanı hakkında sarihan veya işareten veya kinayeten onun haddinden pek fazla senakârane tabiratı ta’dil etmeye lüzumu var. Başkalar, hususan ehl-i tenkid insanlar nazarında bîçare şahsıma bu nev’î hüsn-ü zannını kabul etmemek mesleğimize lâzım geliyor; ta’dilime gücenmesin.”

Bediüzzaman Hazretleri başka bir mektubunda ise Hasan Feyzi Ağabeyin özelliklerinden şu şekilde bahsediyor: “Denizli’nin Hüsrev’i Hasan Feyzi’nin Risâle-i Nur hakkında ve Risâle-i Nur’un aslı ve esası ve madeni olan hakikat-ı Kur’âniye ve sırr-ı iman ve nur-u Ahmedî tarifinde yazdığı manzum fıkrası, içinde tam bir samimiyet ve metin bir kanaat-ı imaniye bulunduğundan; hem her şeyi çabuk kabul etmeyen ve delilsiz teslim olmayan âlim, hususan muallim olduğu halde Risâle-i Nur’un hakkaniyetini hem kendi nâmına, hem etrafındaki rüfekasının şahs-ı manevîsi hesabına bir derece fevkalâde, hâlisane tarif etmesinden Sikke-i Tasdik-i Gaybî âhirinde, Lâhika’dan alınan parçaların sonunda yazılmasını, hem ayrıca Lâhika’da da kaydedilmesini…”

Bediüzzaman Said Nursî, Denizli hapsinden beraat etmiş ve tahliyeden sonra bir buçuk ay Şehir Palas Otelinde kalmıştı. 31 Temmuz 1944 Perşembe günü, mecburî ikamet olarak Emirdağ’a gitmek üzere, bir komiser refakatinde Denizli’den Afyon’a hareket etmişti. Hasan Feyzi Yüreğil yaklaşık bir buçuk yıllık beraberlikten sonra, Üstad’ın gönderilmesine son derece üzülmüştü. Bu hissiyâtını kaleme aldığı “Hicran” şiirinde şöyle diyordu:

“Çekilip nur-u hidayet yine zindan olacak

Yine fırkat, yine hasret, yine hüsran olacak

Yine sen, yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm

Çünkü hicran dolu kalbim yerine hicran olacak”

Üstadının Emirdağ’da zehirlendiğini duyunca çok üzülmüş, adeta kahrolmuştu ve onun yerine kendisinin vefatını arzulamıştı. Hatta Hicran şiirinde;

“Bâb-ı feyzinden ırak olmayı asla çekemem

Dahi nezrim bu ki canım sana kurban olacak.”

diyerek, bu niyetinin gerçekleşeceğini hiss-i kable’l-vukuyla bildirmiş, 13 Kasım 1946 yılında Denizli’de vefat etmiştir. Bediüzzaman Hazretleri, çok sevdiği bu talebesinin vefatına çok üzülmüş ve vefatıyla ilgili kalbine gelenleri çeşitli mektuplarda ifade etmiştir:

“Kanaat-ı kat’iyyem geldi ki; Hasan Feyzi, aynen şehid Hâfız Ali (rh) gibi, benim musîbetimin kısm-ı a’zamını kendine alıp manevî bir fedakârlık eylemiş. Hâfız Ali benim bedelime birkaç emare ile berzaha gittiği gibi, bu Hasan Feyzi de aynı hastalığım zamanında, aynı vakitte, aynı müddette, aynı tarzda, aynı sıkıntılı dışarıya çıkmamakta tevafuku, kuvvetli bir emaredir ki; bana çok acıyan ve şefkat eden o kardeşimiz, mânen hastalığımı kısmen kendine aldı. Bu dört cihetle tevafuk içinde yalnız bir fark var. Benimki zehirden, tesemmümden; onunki soğuktan gelmiştir. Elbette Hastalar Risâlesi bizim bedelimize onu teselli edip, iyadetü’l-mariz gibi keyfini sormuş ve hastalıktaki büyük sevablar ve sıkıntılarını sürura kalbetmiş. Cenâb-ı Hak şifa-i âcil ihsan eylesin, âmîn!”

“Hem o kıymetli kardeşimiz, merhum Hâfız Ali’nin (rh) vârisi ve halefi yerinde Risâle-i Nur’a fevkalâde irtibat ve sadakatla bağlıdır.”

“Risâle-i Nur’un kahramanlarından ve Hâfız Ali’nin makamına geçen merhum Hasan Feyzi’nin vefatı, Denizli’ye, Risâle-i Nur dairesine ve bu memlekete ve âlem-i İslâm’a büyük bir zayiattır. Fakat kendisi, pek samimî ve hâlis ve fevkalâde beyânatıyla ve dersleriyle, İnşâallah kendi yerinde çok Hasan Feyzi’lerin yetişmesine bir zemin ihzar etmiş, sonra gitmiş. Aynen biraderzadem Abdurrahman gibi, bir-iki senede on sene kadar Nurlara kıymetli hizmet etti. Güya o da, Abdurrahman da çabuk dünyadan gideceğiz diye on senelik vazifeyi bir-iki senede gördüler. Ben, merhum Hasan Feyzi’nin vefatını onun şahsı itibariyle tebrik ediyorum ve Denizli’yi ve Nur dairesini ve bu memleketi cidden ta’ziye ediyorum. Bu çeşit zülcenaheyn ve hakikî mü’min ve müdakkik bir âlim ve yüksek bir edib, muallim ve tesirli bir vaiz ve müderrisi kaybettiği için, büyük bir musîbettir. Cenâb-ı Hak, İnşâallah Denizli gibi kahramanlar ocağından çok Hasan Feyzi ruhunda Nurlara sahip ve nâşir çıkaracak. Bir tane toprak altına girer, vefat eder; fakat yüz tane sünbüller meydana geldiği gibi; rahmet-i İlâhiyeden ümidvarız ki, Hasan Feyzi de öyle kudsî bir sünbül verecek. Çok Hasan Feyzi’ler Nur dairesinde yetişecekler, vazifesini daha ziyade yapacaklar.”

Kabri Denizli’de bulunmaktadır. Mezar kitabesinde “Ömrünü ilm ü irfana vakfedip mektep ve kürsülerde feryad edip, kalbleri feyz ile her an, ölmüş tenlerde hep buldular can. Bilmediler söz attılar ol ere, o da tasa rahmet olur mu diye, yaşı basarken elli bire, boyun kesip verdi canını dilbere… Aziz şehid Hasan Feyzi, 13 Kasım 1946 Çarşamba günü irtihal eyledi” yazmaktadır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*