Ama, ama

Cenab-ı Hak kimsenin dünyasını karartmasın. İnsanın en değerli ve en önemli âzâlarından biri ve başta geleni, göz!

Varlığını ve var olanların varlığını onunla görüyor, onunla temaşa ediyor; eşyanın özelliğini, güzelin güzelliğini onunla fark ediyor insan. Ne büyük nimet! Onsuzluğu, ancak onsuzlar bilir.

Hayatın başında ya da herhangi bir yaşında, Yaradan öyle takdir etmiş, nurunu söndürmüşse gözün, ne çare! Rıza göstermekten öte ne gelir elden.

Beşer, bu hususta imkân ve iktidar sahibi değil, ama imkân sahibi olan, her şey kudret elinde bulunan Rabbimizin hesabı ise, başka:

“Kulumun dünyada iki sevgili uzvunu (göz nurlarını) alırsam onun benim yanımdaki mükâfatı ancak Cennettir”1

Hâl böyle olunca, Veren Zât’ın verdiğine rıza göstermek, yaşanacakları da, sabırla karşılamak gerekir.

Vücudun her organı muhteşem, her şekliyle kıymetli; ama yine de, göz başka!

Sizlere, şöyle bir cümle arz etmiştim önceki yazılarımın birinde: “Eldekinin kadrini, elde iken bilmeli.”

Bu cümleden hareketle, her şeyimize; bilhassa gözümüze, “gözümüz gibi” bakmalıyız.

Âmâ ve ahraz olan Amerikalı aktivist Helen Keller, “Üç gün görebilseydim” başlıklı bir yazı kaleme almış ve gönül dünyasındaki özlemlerini, önceliklerini; yaşadığı hâlin gerçeklerini sıralamış birer, birer.

Hayat, her şeye rağmen güzel; herkesin hayatı, herkese özel!

Bize, bize göre; bizi göremeyen kimselere de, kendi âlemlerine göre…

Bir sabah, duraktaydım; otobüs gelmemişti henüz.

Karşı yönden iki genç kişi belirdi; ellerindeki beyaz bastonla, sağı solu kolaçan ederek.

Çehreleri aydınlık, dudaklarında tebessüm…

Bastonlarını tıklatarak yanımızdan geçtiler.

Kol kola, gönül gönüle erkek dişi, iki kişi; problem adına ne varsa, bitirmişler o işi.

Mutlulukları gözlerinden olmasa da, yüzlerinden okunuyordu.

Önlerine rast gelen bir babaya çarpacak gibi oldular, ama onu teğet geçtiler. Zahire göre bastonları, onları korudu. Hakikat-i hâlde ise onları, “Koruyan” korudu.

Memnun görünüyorlardı hayattan, görenlerin gözüyle.

Belki, bizim göremediğimiz nice mutluluk manzaralarını hissediyor, yaşıyor; hayalen emziriyorlardı duygularının en ücra köşelerine.

Rabbim, böyle bir çıkış yolu göstermiş onlara, onlar gibi olanlara.

“Olmaz, olmaz” dememeli.

Çünkü herkes bu sahnede rol alabilir.

Düşündüm.

Mutlu olmak, demek, ulaşılmaz şey değil.

Boşa dememiş ya, Bediüzzaman: “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır”2 diye.

Yeter ki göz, güzellikleri fark edilebilsin. Yeter ki gönül, hayattan tat alabilsin. Yeter ki gören gözler, perdelenip göremeyen gözler gibi perdenin arkasındaki dünyaları görebilsin.

Yeter ki, gördüğüne şükredebilsin!

İşte sana saadetin iksiri…

Dipnotlar:

1- Camiü’s-Sağîr, 2: 516 (Tirmizî, Zühd: 58).

2- Said Nursî, Mektubat, 457.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*