Analar, rahmetin yansıdığı aynalar

—Sevgimi senden aldım anne—

Doğduğum o gün…
İlk defa bana sen baktın…
Kollarının arasına aldın…
Uzun uzun baktın…
İnanamadın…
Bir mu’cizeydi yaşadığın…

Rüzgârın getirdiği bir bulut parçası değildim. Değildim, ama bembeyaz kundaklar içindeydim. Rüzgâr sonrası ise malûm. Ve sağnak sağnak boşaldı gökyüzü…

Önce gönlüne indi o inci taneleri. O mübarek damlalar… Oradan da gözlerine… Günler günleri kovaladı…
* * *
Dokuz ay on gün sen hep beni düşledin. Evin içinde odalar dolaştın, duâlar ettin. “Rabbim hayırlı bir evlât ver” dedin. Allah’tan gayrı kimse bilmedi. Bilemezdi de zaten neler yaşadığını.  Geleceğim o güne, bana hasret yaşadığını…

Hele o son günler… Korku ümit arası özlemle doluydun… Ağırlığını hissettin taşıdığın şeyin. O büyük emanetin… Emaneti, emanet bildin Rabbimden. Çok sevindin. Hiç kimsenin tarif edemeyeceği ve asla anlayamayacağı kadar. Yeryüzünü aşan belki de gökyüzüne ulaşan nihayetsiz bir sevinç içindeydin.

Bunları dolu dolu yaşadın. Zerre zerre içinde hissettin. Bir bebek vardı kollarında. Semaya doğru açılmış bir duâ vardı. Duâlı bir bebek vardı. İçinde taşıdığını, ellerinde buldun. Mışıl mışıl uyuyan bir melek vardı avuçlarında.

İlk defa bakıştık. İlk defa o gün tanıştık. Sen bana ben sana ne de güzel yakıştık. Kollarında tuttun, uzun uzun baktın. Bir cümle döküldü dudaklarından, birkaç kelime:

“Rabbim, ben şimdi anne miyim?” dedin…

Hayretini bir cümleyle ifade ettin, Rahman’ın sana armağan ettiği bu güzelliğe. Sen söylenecek en güzel sözü buldun. Hayret makamından, hamd makamına geçtin. Sen, güller kadar temiz o şükür kokan sözleri sen söyledin.
* * *
Dallarda, beyazlar birikiyorken bir Ocak günü… Ve her yer beyaza boyanıyorken… Beyazlar içinde, bir misafir geldi sana. Sanki ufkun ateşi, kızıllığı vardı ellerinin içinde. Sanki o beyazlığın, en beyazı vardı. O sevgi dolu yüreğin gibi… Önce senin, sonra ellerinde tuttuğun emanetinin içinde bir sevgi ışıldadı. Bir akit, bir anlaşma yapıldı sanki. Göklerden gönlüne rahmet ve şefkat indi. Bir nida geldi: “Birbirinizden ebediyyen kopmayacaksınız” dendi.

Sonra sıraya girdi herkes o gül yüzlü bebeği görmek için. “İmanı gür, bahtı açık olsun” dendi. Ama bir şeyi hissettim. Senin titriyordu sesin. Ne kadar yumuşaktı sesin. İpek gibiydi. “Yavrum” deyişin ne kadar da sıcaktı. Unutmamak için yüzümü, sayısız defalar baktın. Yıllar sonra diyecektin ki:

“Ben anneyim… Bir defa gördüm mü evlâdımın yüzünü bir daha asla unutmam.”
* * *
Sonra büyüdüm. Önce badi badi yürüdüm. Yollar bana sevinç vermeye başlarken, sana hüzün vermeye başladı, biliyorum anne.

Herşeye göğüs gerdin. Ben neşeyle gezerken, sen boynu bükük bekledin. “Anlamazsın, anlayamazsın bu duyguyu, çocukların olmadan…” dedin.

Önce bulunduğum şehir, sonra yanı başındaki o büyük şehir, İstanbul… Nereye gitsem, sendeki bir el beni çekiyordu yanına, sana doğru anne.

Koruyordu kötülüklerden beni Mevlâm, o duâlarının hatırına. Biliyorum çünkü hissediyorum. Güneş, önce aynalara vurur, sonra oradan yansır. Ana yüreği böyledir işte. Analar, rahmetin yansıdığı aynalar.

Rahmetinin bir tecellisine kurban olduğum Allah’ım. Rahmetini coşturacağın yeri ne de güzel seçmişsin. Beni bir anaya evlâd etmişsin…

Ne diyeyim sana Rabbim? Her nimetin için ve özellikle bu nimetin için sonsuza kadar hamd olsun.

Dünya hali. Değişir insan. Değişiyoruz biz de, ama hep aynıyız annelerimizin gözünde. Hep aynıyız. Değişen dünyada değişmeyen şeylerde var. Şefkatin yansıdığı aynalar da var. Analar ve Analık değişmiyor Rabbim. Hangi anne dünyanın her neresinde olursa olsun sana ait bir kul taşıyor. Hangi dinden olursa olsun her anne karnında Müslüman bir yavru taşıyor. Bilse de bilmese de istisnasız her anne… Böyle bir mu’cize taşıyor karnında işte.

Her işine, her san’atına, ne yaparsan her yaptığına hayran olduğum Rabbim. Nasıl da sabitlenmişsin o sevgiyi. Nasıl da bağlamışsın birbirine anne ile çocuğu. Ve hiç ama hiç üzerimizden kesilmeyen o duâları  ve  o ilgiyi…

Üşüdüğüm zamanlar oldu anne, ama duâların ısıttı içimi. Kulağıma fısıldadığın o ninniler var ya, o güzel sözlü ninniler. “Adı güzel, kendi güzel Muhammed” diye başlayan o ninniler var ya. Onlarla bezedin, onlarla süsledin gönlümü. Mesafeleri yok bildim, sen de hep öyle bildin. Uzaklarda bile yakınım oldun. Hiç kimsenin kalbinde yokken yerim; ben, dokuz ay on gün seninle beraberdim.

Şimdi ne kadar mahcubum, ne kadar mahzunum, ne kadar borçlu hissediyorum kendimi. Bir Rabbime, bir de sana. Dayanamadım bir gün gurbet elde “Gel al” dedim “beni buralardan. Gel al içindeki çocuğu, yanına al. Kalmadı gayrı senden başka tutunacağım dal.”

Ne hayallerim vardı. Ekmekler alıp gelecektim. Denizler aşacaktım. Mavilikleri geçecektim. Gökyüzünde uçacaktım. Küçücük avuçlarımla şimdi sana bahar çiçeklerinden bir taç değil, yıldızlar toplayıp getirdim anne. Kalbinde bir yer var mı yine?

Senin hiç unutmadığın o günlerden birini bugünlere taşıyan o sözlerden, o duâlı sözlerden birini ışık hızıyla gönder anne. İhtiyacım var sana, bir de duâna anne.

Haydi kuralım saatleri yeniden. Dönelim hayatımıza ilk başladığı yerden. O gün hayretle yüzüme baktığın o yerden. Gözlerinden iki damla gökler boşaldığı yerden. O pamuk ellerin hasreti, tütüyor gözümde hâlâ.

İki şeyi çok özledim anne:

Bir duâlarını, bir de yüzünü. O güller gibi güzel yüzünü… Ne zaman bir keder kaplasa içimi, hani derdin ya: “Çevir gözünü, seyret gökyüzünü…”

Evet, öyle yapıyorum şimdi. Gerçekten keder bulutları dağılıyor. Gökyüzünün maviliği içimde yaşıyor. Hakkını teslim etmeliyim öğretmenlerimin. Evet, okullarda da çok şey öğrendim, çok bilgiler verdiler. Ama senin dantel dantel ruhuma işlediklerinin, çekirdekler halinde içime akıttıklarının, gönül toprağıma ektiğin o tanelerin yerini tutamadı hiçbiri.

Bu bahar sabahında o küçük evinin ve güzel bahçenin güllerinden öpeyim. Güllerinle beraber izin ver ellerinden öpeyim. Bu yazımla kapına geleyim. İhtiyar dizlerine başımı koyup izin ver de beraber ağlayalım anne. İlk günün beyazlığı gibi. Canım anneciğim…

Sözümü sözlerin Üstadına, Üstadıma bırakıyorum anneciğim:

“Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Bu münasebetle, ben kendi şahsımda katî ve daima hissettiğim bu mânâyı beyan ediyorum:

Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.”

Anne yüzüne hasret kalanlara, o sesi hiç unutmayan hassas gönüllere deva olsun, şifa olsun inşallah. Duâlarımız kaydolsun meleklerin eliyle ve onların ruhlarını bulsun inşallah. Annemin ve annelerimizin gül kokulu ellerinden öperim.

Duâlarında ve gönlünde bize de yer ayıran bütün annelere selâm olsun.

Bu hafta içinde vefat eden bütün dostlarımıza, hususen Halit Yanar amcamızın ruhuna Fatihalarla.

Essalâtü vesselâm aleyke ya Rasulallah…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*