Başkasını itham ile haklılığını savunmak

Bundan on beş sene evvel yaşanan “28 Şubat Süreci”nin yıldönümünde adeta bir “açıklama patlaması” meydana geldi.

Açıklama yapan yapana…
Tam bir furya hali…
Bazıları her ne kadar “itiraf” sadedinde konuştuysa da, “açıklama ishâli”ne tutulanların mutlak ekseriyeti, açıklamasını daha çok “başkasını suçlama” üzerine bina ederek konuştu.

Bunların arasında, en çok dikkat çekeni şu iki kesimin mensupları oldu.
Birinci kesim: O dönemin iktidar aktörleri. Ülke yönetiminde birinci derecede sorumluluk mevkiinde bulunanlar.
Bunlar, tekellüflü tevillerle, dolanbaçlı yorumlarla, lâfı evirip çevirerek, neticede şu tarzda bir mazerete sığınmanın yolunu tuttular: “Biz, uzun yılların çabası olarak iktidara yeni gelmiştik. Askerlerle didişerek, orduyla karşı karşıya gelerek, iktidarımızı bir yol kazasına kurban etmek istemiyorduk. Gerginliği yatıştırmaya çalışan lider kadromuz, bu yüzden halim, selim, yumuşak davrandı. Ama, koalisyon ortağımız ve Köşk dik durmadı. Asıl suçlu onlardır.”

El insaf be kardeşim!
Bir kere, sen kendin dik duramamışsın. Dahası, kasıtlı şekilde gerginlik çıkaran ve halim–selimlikten zerrece anlamayan cuntalar (ordu değil) karşısında hiçbir varlık göstermemişsin. Basın ve medya da, ağırlıklı olarak cuntanın tarafına geçmiş. Sen tutturmuşsun “yumuşak davranış”ına habire kılıf uydurmaya çalışıyorsun.

Hükûmet etmek, iktidar demek, ülke yönetmek bu mudur?
Dahası, kendin için mazeret olarak kabul ettiğin bir “yumuşak davranış” biçimini, neden başkası için de geçerli olabileceğini düşünmüyorsun?
Doğrusu, bu iki yüzlü, bu çifte standartlı ‘açıklama ishalleri’nden artık gına geldi.

İkinci kesim: 28 Şubat dönemindeki cuntacı paşalarla iyi geçinen, onlarla en ufak bir sürtüşme hali yaşamak istemeyen, şimdilerin “ucuz kahramanları.”

Çok tuhaf bir anlayışın koridorunda koşturup duruyorlar.
Vaktiyle, 12 Eylül cuntacılarını alkışladıkları halde, bugün sanki o darbecilerin en cesur muhalifleriymiş gibi tuhaf pozlar veriyorlar.

Aynı şekilde, 28 Şubat cuntacılarıyla “iyi geçinme”nin usta oyuncuları oldukları halde, bugün o sürecin asker–sivil aktörlerini yerden yere vururcasına ahkâm kesip duruyorlar.

Bunu da, daha ziyade “medya silâhı” ile yapıyorlar.
Meşhûr Köroğlu, bütün bunları görseydi, bugün için herhalde şu mısraları terennüm ederdi: Medya icad oldu, mertlik bozuldu.
* * *
Meşrû iktidarlara karşı yapılan haksız müdahalelerin niçin ve kim(ler) tarafından tezgâhlandığını daha iyi görebilmek için, hem müdaheleden önceki gerilim sürecini, hem de müdahale sonrası nemâlanma (kimlerin nemâlandığı) hallerini çok iyi tahlil etmek lâzım.

Zira, bu işler biraz da “satranç oyunları”na benzer. Bazan da, “başkasını itham” perdesi altında türlü mel’ânetler gizlenmeye çalışılır.

İşte, 1909, 1960, 1980 ve 1997’de tekerrür eden bu gibi hallerin daha sıhhatli bir analizini yapabilmek için, Üstad Bediüzzaman’ın 1909’daki Divân–ı Harb–i Örfî Mahkemesinde sarf ettiği anahtar mesabesindeki veciz ifadeleri: “Şunu da derim ki: Siyaseti dinsizliğe âlet yapan bazı adamlar, kabahatlerini setr için, başkasını irtica ile ve dînini siyasete âlet yapmakla itham ederler. …Adâlet onların sözlerine nasıl bina olunur? Hem de, cerbeze ile, insan adâlet yaparken zulme düşüyor.” (Tarihçe–i Hayat, s. 55)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*