Beylerbeyli Süleyman Ağabeyden hatıralar

Hz. Bediüzzaman Said Nursî, iman konusundaki, dikkati, gayreti samimiyeti ve ihlası kadar her kim olursa olsun insanlarla ve özellikle Risale-i Nurla alâkası olanlarla çok yakından ilgili ve irtibatlıdır.

Risale-i Nurların, yazılması, yayılması, neşriyatında mesaisi olanlara ayrı bir önem vermiş, irtibatını hayatı boyunca devam ettirmiştir. Bunlardan birisi de Emirdağ Lahikasında ismi geçen Beylerbeyli Süleyman’dır.

“Ben Denizli gibi, az bir zamanda, bize ve Risale-i Nur’a metin, kahraman sahipleri ve kardeşleri verdiği için, elimden gelse, kemal-i sürur ve sevinçle onların mübarek hapishanesinde bakıye-i ömrümü geçirmek istiyorum. Bizimle çok alâkadar ve hapishanede görüştüğümüz veya bana hizmet eden Beylerbeyli Süleyman gibi ne kadar dostlar varsa, hepsine çok selâm ediyorum ve her vakit manevî kazançlarımıza ve dualarımıza dâhildirler. (Emir Lahikası)

İşte bu merhum Beylerbeyli Süleyman ağabeyimizle 7 Temmuz 1996 tarihinde Denizli’nin Cankurtaran mevkiinde hatıralarını almıştım. O tarihte talebelerle çadırlarda yaptığımız Risale-i Nur Yaz okuma programında bizi ziyarete gelmişti. Notlarımda olan bu hatıraları hatırlamanın faydalı olacağı düşüncesiyle dostlarla paylaşmak istiyorum.

Soru: Üstadı ilk olarak nasıl gördünüz?

Cevap: “Abimin nişanlısına söz atanı yaralayarak hapse girdim, bu suçtan. Yirmi bir yıl sekiz ay yirmi sekiz gün cezam vardı. Hapishanede başka bir yaralamadan da ceza aldım.”

“1943 yılındaydı bir gün: Başsavcı yardımcısı, Muzaffer, hapishane müdürü Cemil Söylemez, baş gardiyan içeri girdiler. Bütün koğuşları içerideki alana topladılar. Başsavcı yardımcısı: “Arkadaşlar beni dikkatli dinleyin! Birkaç gün sonra bu hapishaneye, Doğudan bir Bektaşi, rejim düşmanı, suçlu ve arkadaşları geliyor. Onlarla kimse konuşmasın. Onlar çok zararlı insanlar” dedi.

“Ben de: ”Sözleriniz bittiyse ben de bir şey söyleyeceğim. Savcı bey; “Devlet adamı olarak sizler bize hep birşeyler telkin etmeye çalışıyorsunuz. Ama her dediğinizin tersi oluyor! Şu ana kadar hep sizin sözünüzü dinledik! Fakat hiçbiri doğru çıkmadı! Ben tahmin ediyorum ki bu bahsettiğiniz zat çok önemli güzel bir insandır. Bundan sonra bizim kiminle konuşacağımıza siz değil biz karar vereceğiz! Bana karışamazsınız!” dedim. “Ben böyle deyince hiçbir tepki göstermeden çekip gittiler. Birkaç gün sonra üstad ve talebelerini Denizli hapishanesine getirdiler.”

Süleyman Hünkâr, kendine has şivesiyle: “Üstad geldiği gün, benim bulunduğum ağır ceza bölümüne getirdiler. Sanki Üstad gelmeden önce ona gönlüm kaynamıştı. Bizim asaletimiz var. Büyüklerimize saygımız sonsuzdur. Bütün aletlerimle Üstada ben hemen bağlandım.”

“Biz koğuşlardayız. Kapılarımız kilitli. Fakat gardiyanlara ben Üstadı bizim kapının önüne bir iskemle vermelerine ve oraya oturtmalarını söyledim. Üstad oturunca, ‘Efendim, çay mı kahve mi ne istersiniz?’ dedim.

“Üstad: “Kahve içmem senin bir çayını içerim!” dedi.

“Bir çayımı içti. Bir çay daha teklif ettim. İçmek istemeyince onu incitmemek için ısrar etmedim.” “Üstadı o gece umumi tuvaletin yanındaki bir odaya koydular. Bu kasıtlı bir hakaretti. Çünkü orası çok berbat kokuyordu. Kapı kilitli olmasa ben Üstadımı orada yatırmazdım ama olmadı! Neyse ki ikinci gün hafif ceza bölümündeki hapishanenin ikinci katına bir kişilik yere naklettiler.”

“Ben koğuştan hava almaya çıkınca üstadın bulunduğu kata iki mahkumun omuzlarına tırmanarak çıktım elini öptüm.”

“Üstada ‘Hoş geldiniz’ dedim.

“Hoş bulduk.” dedi. “Kardeşlerim benim yüzümden laf duymayın!” deyip yüzümü okşadı. Mükemmel bir insandı.”

“Ben kendisine, “bizim buraya gelip sizi ziyaretimizden bir zarar gelir mi?” dedim.

“Hayır gelmez.” dedi.

“Siz endişe etmeyin o zaman biz sizi her zaman ziyaret ederiz.” dedim.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*