Buz çölünde yol alırken

Kâinat Sahibi’nin izniyle fırfır dönen ve döndüğünü de belli ettirmeyen yer yuvarlağı üstünde gele gele öyle bir hale gelmişiz ki; ne soğuğumuz soğuk, ne sıcağımız sıcak, ne kışımız kış, ne yazımız yaz, ne de baharımız bahardır artık..

Geldiğimiz bu hal, daha nelerin habercisidir, onu da bilemiyoruz. Gerçi bildiğimiz ve beklediğimiz bir şey var önümüzde, o da kıyamet! Onu da bilmemiz; âyetlere, hadislere ve fennin tesbitlerine dayanıyor.

Biliyoruz ve bekliyoruz da ne değişiyor. Âyet ve hadislerdeki dünya ve ahiret hayatımıza ait sarih emirlerin ne kadarını hayata geçirebiliyoruz ki..

Hem de âyetin sarih beyanıdır: “Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez.”

Pekâla gücümüzün yeteceği emirleri ne derece ve ne kadar yerine getiriyoruz ki, ancak Allah’ın kudretiyle olabilecek kıyameti anlayıp tasavvur edebilelim..

Hem de kıyameti beklemeye bile vakit kalmadan, ölüm gerçeğiyle o kadar iç içe ve karşı karşıyayız ki, her an ölümle yüz yüzeliğimiz kaçınılmazdır. Gözümüzün önünde ve burnumuzun dibinde.. Musîbetler, felâketler, savaşlar, salgın hastalıklar ve işte nefes kesen Koronavirüs!..

Ama hâlâ üzerine alan yok! Ölüm nere, ben nere dercesine herkes dalıvermiş dünyaya bütün gücüyle..

Ahirzaman Müceddidi ne diyordu: “Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur’ânın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde kafile-i beşer düşe kalka gidiyor.” Evet böyle diyor ve Mektûbat kitabının Onüçüncü Mektubu’nda bunu açıklıyor.

Şimdi bir de küresel ısınma ve kuraklık tehdidi var. Asıl kuraklığın vicdanlarda olduğunu; hukuksuzluğun ve adaletsizliğin tavan yapıp, sonra  belâ ve musîbetler şeklinde tabana vurduğunu sorumlular görmezden geliyor..

Ve.. Buz çölünde yol alıyoruz..

Reis Bey filminin hikâyesi, artık hikâyemiz olmuş. Haksız yere mahkûm edilenler kadar, mahkûm edenler de sayısız hale gelmiş..

Hikâyede; idam ettirdiği gencin suçsuzluğu sonradan ortaya çıkınca, kararı veren ve kalemini kıran Reis Bey mahvoluyor. Haksız yere kırdığı kaleminden daha beter kırılıyor. Mânen ve ruhen parça parça oluyor. Hâkimliği, reisliği bırakıyor. Haksız yere idam ettirdiği üniversiteli gencin düştüğü bitirimhaneler onun yeri, yurdu oluyor. Onların alışkanlıklarına bulaşmadan onlara benziyor. Onlar gibi yatıp, onlar gibi kalkıyor. Onların kurtuluşuna ömrünü adıyor. Onların dert arkadaşı ve hocası oluyor.

Kumar oynayan ve her türlü pis işe bulaşmış olanlara ders veriyor:

Nasıl öldürürsünüz?..

Göz! Renk renk dünyaları, en yakın zerreyi, en uzak yıldızı gören göz!. Ona nasıl toprak doldurursunuz?

Kalp dediğimiz, bütün gücümüzü veren esrarlı tulumbayı nasıl kırar, parçalarsınız?

Bunları yapmayı bırak bir tarafa; sadece bunları yapma imkânı var ya; işte yalnız imkânı var diye nasıl dövünmez, yırtınmaz, tepinmezsiniz?

Gelin çocuklar, kumar masasına dizilip hep beraber ağlayalım!..

Sebep mi istiyorsunuz?

Çok!..

Gündüzün bitişinde gece, düzlüğün berisinde ayrılık, ekmeğin ucunda açlık var diye katıla katıla ağlayalım!..

Çocuklar; dünya bir gözyaşı evinden başka ne olabilir?

Ağlayanlardan olmak dururken, üstelik ağlatanlardan olmak reva mı?

Ve.. Onun pişmanlığının ve fedaîliğinin özeti olan kendi sözleri:

“Merhamet.. İnsanlara merhameti öğretmek, insandaki kötülük iktidarını döve döve pekiştirmek yerine hohlaya hohlaya yumuşatmak…

Merhamet.. Hava gibi su gibi muhtaç olduğumuz iksir. Baş aşağı bir cemiyeti baş yukarı edecek bir kudret…

Acımasızca idama götürdüğüm çocuk ‘buz çölünde yol alıyorsunuz’ demişti. Hepimiz, bütün insanlık, buz çölünde yol alıyoruz. Bakarken göz ile bıçaklıyor, dinlerken kulak ile zehirliyoruz. Bütün bunların kanununu bilmiyoruz da kanun çıkarmaya çalışıyoruz. Olur mu hiç? Sen kaplanı yetiştir, besle; sonra pençe atıyor diye kement at, ipe çek. Yazıktır kaplana, günahtır kaplana…”

İdamlık genç, “buz çölünde yol alıyorsunuz” demişti.. Evet:

Buz çölünde yol alıyoruz!..

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*