Van kalesini titreten ses

2010 yapımı “Hür Adam: Bediüzzaman Said Nursî” filmi, 7 Ocak 2011’de gösterime girmişti.

Bu film üzerine iki makale yazdıktan sonra; Bediüzzaman gibi “ledünnî” ilme mazhariyeti, ilim ve marifet ehlince tasdik edilen harikulade bir zatın, sadece filmine bakılarak tanınamayacağını ifade etmiştik. Onu sadece filmi kadar tanıyanların, hemen filminden ilmine yönelmeleri gerektiğine dikkat çekmiştik.

Ama öte taraftan kalemimize söz dinletemeyip filme üzerine yorumlara da girmiştik. Kalemin de suçu yok. Zira o da gönül ve vicdanın esiri olmuştu. O gönül ki; kendini adeta kaptırdığı ve toz kondurmak istemediği bu filmde, filme konu olan zâtın hayatından bazı olağanüstü kareleri görememekten küskündü.

Ve o vicdan ki, filme renk ve ruh bahşedecek bir hayat macerasına bir karecik bile yer verilmemesinden muzdaripti.

Nasıl olur da, bir film; kahramanının “hayat-ı ilmîyem” dediği Van hayatındaki “hayata dönüş” hikâyesinden, hikâyeden de öte, bir hayat macerasından; sönme anında yeniden parlayan bir hayat meş’alesinden nasibini alamazdı?

İki minare yüksekliğindeki Van kalesinin tepesinde iken ayağı kayıp aşağıya doğru düşerken, iki dudak arasından çıkan ve Van Kalesi’ni titreten iki kelime:

“Eyvah Dâvam!”

O zaman kendi ifadesiyle; “gaybî bir el” tarafından itilerek, üç metrelik bir kavis çizdikten sonra, aşağıdaki mağaranın kapısına düşen bir Said Nursî vardı tarih sahnesinde.

EYVAH DÂVAM!

Diyoruz ki: Film ekibinin, dolayısıyla da filmin heyecandan başı dönmüş yahut kaderin hükmüyle döndürülmüş; hakikat sahasında ayağı kaymış yahut kaydırılmış olacak ki; “Eyvah dâvâm!” narasıyla filmi tutacak, ayağa kaldıracak ikinci bir filme ihtiyaç duyulsun! Ve bu fimin adı da “Eyvah dâvâm!” olsun.

Hem zaten öyle görülüyor ki; sadece filminde değil, gerçek hayatta da Üstâd’ın manevî şahsiyetine “Eyvah dâvâm!” dedirtecek ayak kaymaları, çizgi kırılganlıkları ve iz kayıpları hep olagelmiştir ve olmaktadır. Dâvâ adına dâvâyla bağdaşmayan temayüller dâvânın peşini bırakmamıştır, bırakmamaktadır.

Bunun için Rabbimizin inayetine her an muhtacız.

Dâvasına henüz hazırlanırken, kendi ayağının kayması, o büyük Üstâd’a “Eyvah, dâvâm” dedirttiyse; Kur’ân’ın malı olan eserleriyle ve üç sahada vazifeli üç kudsî şahsiyetiyle tam kemale eren dâvâsını gölgelemeye matuf şahsî ve siyasî mülâhazaların o kudsî dâvâya arız olmasıyla kim bilir o aziz Üstâd mânen nasıl muzdarip olmuştur!

Bundandır ki; Lâhika mektupları, ihtimal dahilindeki böyle “ayak kaymaları”ndan korunma reçeteleriyle doludur. Hasbelbeşer “kayma” anında ise “Eyvah dâvâm” dedirtecek şuuru verme istidadındadır. Hatta izn-i İlâhî ve “gaybî bir el” ile o kaymadan kurtaracak inayete maliktir.

Düşünün ki; Nur’un dersiyle dizayn edilen herhangi bir hizmet alanında (maazallah) öyle ciddî bir “iz kaybı” veya “ayak kayması” vukuu halinde Üstâd’ın veya onun nâmına bir şahs-ı manevînin “eyvah dâvâm” haykırışının şiddetini ölçebilecek bir âlet bile bulunamaz… “Eyvaah dâvâmm!”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*