Çağdaş Türk kadınları ve Arap kadınları

Yıllardır bu ülkenin üniversitelerinde uygulanan başörtüsü yasağının muhatapları olarak “Çağdaş Türk kadını” ve “Arap kadınları” mukayesesini iyi biliriz.
Bu ayrımda hedef dindir…

İlkokul sıralarından beri, resim dersinde bile “modern ve gerici” Türk kadınlarının çizimlerini, mukayeselerini yaparak bugünlere geldik.
“Arap kadınları saçlarını taramıyordu. Bakımsızlardı. O yüzden başlarını örttüler. Kur’ân’da ‘Başınızı örtün’ emri bulunmuyor” nutuklarını da dinledik. 
“Örtünmeyi çok istiyorsanız Arabistan’a, İran’a gidin!” sözü de çok kez söylendi yüzümüze.
Netice mi? Yapılan onca baskıya rağmen, bugün üniversite eğitimini yurt dışında tamamlamaya çalışan yüzlerce genç kızımız var. Ülkemizdeyse yasak eskiye nazaran gevşemeye yüz tutmuş vaziyette. Birçok üniversite yönetimi, öğrencilerine bu yasağı uygulamıyor.
Kaldı ki, kadınlar dinî değerleri muhafaza ederek de “modern ve çağdaş” olunabileceğini çok önceden keşfetmişlerdir…

BİR TARAĞIN DİŞLERİ GİBİ…
Bilirsiniz Hz. Âdem (as) yaratıldığında şeytan “O topraktan, bense ateştenim” deyip Rabbimize isyan etmişti. İlk ayrımcılığı, üstünlük dâvâsını, milliyetçiliği böylelikle o yapmıştır.
Hayat Rehberimiz Kur’ân-ı Kerim’in dili Arapça ve Peygamberimiz (asm) de Arap olduğundan, onlara duyduğumuz muhabbet fıtrîdir. Kaldı ki, şefkatli Nebî (asm) Veda Hutbesinde “Allah katında herkesin bir tarağın dişleri gibi eşit olduğunu, Arabın Arap olmayandan üstün bulunmadığını, üstünlüğün ancak takva ile olduğunu” hatırlatmıştır o son konuşmasında…

OSMANLI

Bilirsiniz, bugün olduğu gibi geçmişte de Dünya milletleri içinde savaşçı kimliğiyle tanınan ve Çinlilere o meşhur seddi yaptıran Türkler ilginçtir, Araplarla yaptıkları bir savaş sırasında İslâmla tanışmış ve bu dine gönülden bağlanmışlardır. Yüzlerce yıl boyunca İslâmı başkalarına da tanıtmak için çalışmışlardır. Bugün onca tahribata rağmen Avrupa’nın içlerinde ayakta kalan camiler, mescidler bunun açık delilleridir.
Çok dilli, çok renkli, çok dinli, çok ırklı bir imparatorluktur Osmanlı. İslâmdan aldığı güçle yüzlerce yıl hepsini bir arada tutabilmiştir…
Son dönemlerinde dinî değerlerinden yavaş yavaş uzaklaşan Osmanlı, milliyetçi akımların etkisinde kalmış, yayılmacı Batının “Böl ve yut!” politikasının neticesi zayıflamıştır. 

DERİN KÖKLER

Bediüzzaman Hazretlerinin “Rüyada Bir Hitabe” isimli eserinde “Bu mağlûbiyete Kader nasıl fetva verdi?” sorusuna verdiği cevaptan halkın dinî vecibelerine lâkayd olduğunu anlıyoruz. Zira Bediüzzaman Hazretleri o eserinde namaz, oruç, zekât, hac vazifelerindeki tembelliğin neticesi kaderin bu musîbetlere fetva verdiğini detaylı bir şekilde anlatır…
“Ne Şam’ın şekeri, ne Arabın yüzü” tarzındaki deyimler, “Arap sabunu, Arap saçı” gibi tabirler o günlerden yadigârdır…
Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan icraatlarda köklerimizle olan irtibatların tamamen koparıldığı bir gerçektir. Arapça olan Ezan-ı Muhammedî’nin Türkçeleştirilmesi bunun en açık delilidir. Devlet büyüklerinin “Arabın yaveleri” tarzında küçümsediği ibadet dilimizin değiştirilme çalışmaları, hâlâ Türkçe ibadet tartışmalarıyla zaman zaman gündeme gelir…
Demokrat Parti döneminde ezanın aslî hâli ile söylenmesi kararını bu millet düğün gibi kutlamış, kadınıyla erkeğiyle çoğu insan ağlayarak ezanı dinlemiştir.
Neticede, “çağdaş Türk kadını” ve “Arap kadınları” tabirinin dayandığı kökler pek derinlerdedir…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*