Geliniz; Bu gazeteye göz atmaktan önce el atalım!

Yazılı basın dendiğinde ilk akla gelen gazete olur. Gazete deyince de “okumak”tan önce “göz atmak” ifadesi öne çıkar.
Yani bir gazeteyi eline alan, önce manşetine, yazı ve haber başlıklarına göz atar, sonra da vakti el verdiğince önemli bulduklarını okur istifade eder, haberdar olur.

Yani göz atmak da okumak da gazeteye yakışan ifadelerdir.

Ama her zaman “gazete okurları” denir de, hiç- bir zaman “gazete göz atıcıları” denmez. Demek ki aslolan yine okumaktır, “okuyucu” olmaktır.

Okunacak gibiyse tabi. Öyle gazeteler var ki; magazin haberler, pozlar, boyalı resimler ve sloganlar arasında okunacak bir yazıyı bulasıya kadar baş döner, göz yorulur.

Bir de elli bir yıllık mazisi olan bir Yeni Asya var ki; göz atmak için değil, okunmak için alındığına elli bir yıldır şahitlik edenlerin bir çoğu hâlâ hayattadır.

Hayatını Kur’ân’a ve Resulullah’a (asm) adamış Bediüzzaman Said Nursî’nin dâvâsını ve fikirlerini günbegün gelişen hadiseler ortasında canlı tutma emelinde olan ve onun içtimaî ve siyasî duruşunu sembolize eden ve cihad-ı manevîde mühim bir mevki kazanan mücahid bir gazete.

Evet; yazarıyla, okuruyla ve şahs-ı manevîsiyle bu derece bütünleşen; hem ekol, hem okul, hem lâhika olan bir başka gazete yoktur. Aynı zamanda bu kadar hücuma maruz kalan bir başka gazete de yoktur.

Yazarken; yazılanların çoğunu, yazarından daha iyi bilen, takip eden bir okuyucu kitlesinin varlığı hep hatırda tutulur. Ayrıca, bu gazeteyi ellerine emanet ettiğimiz şahıslar da iyi takip edilir. Şahsî kusurların camiaya mal olmasına (meşveretler ve seçimler zemininde) engel olunur.

 

“Yeni Asya’dan Size” köşesini okuyanlarda; mazisinde hiç olmadığı kadar gazetemize “el atma”nın zamanı geldiğine tam kanaat hasıl olduğundan eminim.

O mesajı okuyunca nazarımda gazeteyle olan elli bir yıllık bağım maziye uzayıp giderken, cihanşümul bir mücadelenin şahidi olmanın heyecanını maddî ve manevî varlığımla hissettim.

Akıl almaz baskılara, hücumlara göğüs gererek, türlü türlü haksızlıklara maruz kalarak, hukuk mücadelelerinde sayılmaz zaferlere imza atarak, bir yığın badireleri aşa aşa bugünlere gelen bu gazete şimdi bambaşka bir handikapla karşı karşıya kaldığını okuyucularına şöyle duyuruyordu:

“Çoktandır devam eden, bütün sektörleri olumsuz etkileyen, anlı şanlı nice holdinge teslim bayrağını çektiren, medyayı da ciddî şekilde zorlayan ve iktidar desteğine sahip gazeteleri bile çekilmek zorunda bırakan ekonomik kriz ortamı ağırlaşarak devam ederken, koronavirüs salgını bu durumu daha da vahim boyutlara taşıdı.

Salgınla mücadele için getirilen kısıtlamaların sosyal hayatı ve aktiviteleri neredeyse durma noktasına getirmesi, gazetenin okurlara, okurların gazeteye ulaşmasını da zorlaştırdı.

Bu yüzden çok sayıda gazete bayilerden iade olarak geri döndü. Birçok bayi de kapandı veya kapanma noktasında.

Buna karşı elden dağıtım sisteminin tekrar hayata geçirilmesini âcilen gündemimize almamız gerekiyor.”

İşte görüyorsunuz; bu mesajın son cümlesindeki “elden dağıtım” vurgusu, gazeteye “el atma”nın gereğinden başka bir mâna ifade etmiyor. Elden dağıtımı (ki bazı yerler bunu zaten yapıyormuş) yeniden hakkeden ve ıztırar derecesinde buna muhtaç olan bu gazeteye geliniz el atalım, el verelim ve elverdiğince de eli cebe atalım inşaallah. Seferberlik zamanı çoktan başladı, geçiyor. Çok gecikmiş bir gayret işe yaramayabilir, biline!

NOT: Bu yazımız, bu gazetenin manevî mimarı muhterem Zübeyir Gündüzalp’in vefat yıl dönümüne denk gelmesi münasebetiyle kendisini rahmet ve minnetle yad ediyoruz. M. Y.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*