“Hasen, ahsenden ahsendir”

Önce, Risale-i Nur’da geçen başlıktaki tâbirlere bir açıklık getirmeye çalışalım.

Hasen, lûgât mânası itibariyle karşılığı iyi, güzel, doğru, makbul demektir.

Ahsen ise, daha iyi, daha güzel, en doğru, daha makbul, yani bir bakıma “mükemmel olan” demek oluyor.

Esasında, üzerinde istişare edilen bir şeyin “mükemmel” olması ihtimali zayıftır. Belki, emr-i İlâhiye uymak manasında istişare etmek ve istişare mekânizmasına uymak mükemmel olan bir haslettir.

Dolayısıyla, insanları kendi irade ve inisiyatifleri ile yapılan, veyahut yapılacak şeylerin birden mükemmel olması beklenilmemeli.

Esasen, mükemmel ve eksiksiz-kusursuz olan bir şey ya vahiy ile gelmiş bir hüküm, bir beyandır, ya da Kudret-i İlâhî ile yaratılmış bir eşya, bir varlık, bir mahluktur.

Vahiy ile gelen bir hüküm, ya da yaratılışla var edilen bir mahlukun üzerinde akıl-mantık yürüterek “Acaba, bu daha iyi, daha güzel, daha mükemmel olamaz mıydı?” tarzında bir düşünce sistematiği olamaz. Böyle bir şey yapılırsa, bu Yaradan’a karşı bir sû-i edep olur.

*

Bir hatırlatmayı daha yaparak öyle devam edelim: Vatana-millete büyük zararlar veren darbe cuntaları bile, yaptıklarına gerekçe olarak “Demokrasiyi dahi iyi işler hale getirmek” kılıfını kullanılar.

Buradan da anlaşılıyor ki, o “daha iyi” dedikleri şey, aslında “iyi olan”ın düşmanı olduğu gibi, aynı zamanda tam bir aldatmacadır.

*

Üzerinde fikir yürütülecek, karşılıklı olarak müzakere edilecek şeyler, biz insanların iradesine bırakılmış olan iş ve organizasyonlardır. Bu tür hizmetler için istişare etmek, meşveret yapmak, etraflıca müzakerede bulunmak, âyetin fermânıyla bizlere emredilmiştir. Tâ ki, yapılacak hizmetler üzerinde bir müştereklik hasıl olsun. Kifayet-i müzakereden sonra da, oy birliği, yahut oy çokluğu ile gündem konusu olan mesele bir nihaî karara bağlanır. “Haklı şura”larda alınan karar yanlış olsa bile, ona uymakta yine bir sevap vardır.

*

Demek ki, iyi ve güzel, hatta mükemmel olan şey, meşveret etmektir. Alınan karar eksik ve hatalı olabilir; ama, meşveret etmenin kendisi vahye dayandığı için, o mekânizmanın işletilmesi ve devam ettirilmesi mükemmeldir.

Tabiî, istişare edilen mesele, istişarenin hem usûlüne, hem esasına uyması icap ediyor. Meselâ, “insan temel hak ve hürriyetleri” üzerinde istişare edilip de bağlayıcı karar alınamaz. İş başkasının ferdî olan temel hak ve hukununa taalluk ediyorsa, o noktada ancak tavsiye kararı alınabilir; bağlayıcı karar alınması cihetine gidilmez, gidilmemeli.

*

Netice itibariyle, istişareye tabi tutulacak mevzular az-çok bellidir, yahut bir şekilde belirlenebiliyor. Müzakere neticesinde, mevzu üzerinde mutabık kalınması, bir ittifak sağlanması, en azından bünyeyi sancılandıran bir ihtilâfın çıkmaması iyidir, hasendir, güzeldir, doğrudur.

Lemeât’te, konuya dair veciz söz şudur: “Ey talib-i hakikat! Madem hakta ittifak, ehakta ihtilâftır. Bazen hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen ahsenden ahsen.”

Buradaki manidar ölçüye uyulduğu takdirse, ciddi bir sıkıntı yaşanmadan neticeye vasıl olunabilir.

Ama, bazen öyle bir durumla karşılaşıyorsunuz ki, en kritik anda birisi söz alıp “Acaba şöyle yapsak daha iyi, daha güzel olmaz mı?” diye ortaya bir fikir atıyor. Söylediği ve teklif ettiği şey, hakikaten de nefsül-emirde daha iyi, daha güzel olabilir. Ne var ki, o noktada bir ihtilâfın baş göstermesi kuvvetle muhtemeldir. İttifakın kaybolması ve yerini ihtilâfın alması ise, meselenin en kötü, en zararlı, en sakıncalı yönüdür.

Burada en çok dikkat edilmesi gereken husus, temsil meclisini ihtilâfa düşürmeden ve ittifakı zayıflaştırmadan istişare mekanizmasını vukuatsız şekilde çalıştırabilmektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*