Aslında hepimiz yaptığımızdan, söylediklerimizden mes’ul olacağımızı düşünüyoruz ve böyle biliyoruz. Nerden çıkarıyorsun şimdi diyenleri duyar gibiyim.
“Giyim, kuşam, tesettür boyutunu mu kastediyorsun?” diyenleri de duyuyorum. Hayır, asla! Bu değil söylediğim. Belki bu yön de var tabi ki ama ben bu yönü söylemiyorum, demek istediğim maddi görünümümüzü etkileyen manevi görünüm. Yani Ruhî görünümümüz. İnsanların bize baktığında onları etkilediğimiz ilk durumumuz. Üstadımız günahların açtığı yaralardan bahsederken “iç dışa dış içe bir çevrilsek” diyor ya, işte ben de bu nazarla diyorum ruhî görüntümüzü.
İnsanların sıkıntıları, ödenemeyen borçlar, eğitim durumu, ülkemizin içinde bulunduğu hal, bozuk komşuluk ilişkileri, baskılar, her çeşitten mağduriyetler, madde üzerine inşa edilen ilişkiler ve manevi havanın bozukluğu… Say say bitmez. Bizi etkileyen tüm olumsuz sebepler…
“Bütün bunları yaşıyoruz zaten , neden bir de hatırlatıyorsun?” diyenleri de duyar gibiyim. Oysa öyle değil.
İnsan öyle bir varlık ki, içi dışına istese de istemese de yansıyor, ağaç değil ki kalın kabukları olsun, ceviz değil ki içi görünmesin.. Dünya da böyle bir makine daha yok. Üzüntülü bir haber duyuyoruz, gözyaşına çevirebiliyoruz. Gün içinde yaşadığımız tüm olaylarda, ruhumuzda başka manalar başka hislere çevrilebiliyor. Bu da ruhî görüntümüzü dolayısı ile maddi görüntümüzü de etkiliyor.
Ruhu birinci derecede nefis etkiliyor, nefis yaşamından tat alamadığı zamanlarda ruha yükleniyor ve sıkıntılar baş gösteriyor. İnsan her zaman hayattan tat alamıyor, yukarıda saydığımız haller onu çepeçevre sarıyor. Nefis bu durumdan bir an önce çıkmak istiyor, kabiliyetsizliğinden hayrı şerre kalb ediyor. Çünkü nefis şerre tebei değil, asıl olarak bakıyor. Hayr-ı mutlaktan gelen hayrı güzel bir surette kabul etmemesinden dolayı, şerre sebep oluyor.
Elhasıl; ruh halimiz başkalarını da yansıyor.Böylece cümlelerimiz, kelimelerimiz değişiyor. Bir kişinin ruh halindeki olumsuz durum başkalarında şerre vesile olabiliyor. Görüntümüz değişiyor, toplumda yavaş yavaş yayılan bir virüs gibi bu durum yaygınlaşıyor, sirayet ediyor. Ümitsizlik bir zehir gibi etrafı sarıyor. Ve herkesin dilinden aynı kaynaktan beslendiği için aynı cümleler dökülmeye başlıyor. İnsanlar sıradanlaşıyor. Bu durumda insan farklı bir çıkış kapısı arıyor. Hal bu ki beslendiği kaynak Kur’ân ve onun hakikatleri olduğunda insan tatmin oluyor. Şu hakikatler müjde içinde müjde, ümit içinde ümit oluyor. Nefsi susturan, ruhu, kalbi, aklı ve sair kuvveleri doyuran bir hal alıyor. İnsanın çıkış kapıları bir bir açılıyor. Kur’ân’ı Hakim’den sadece bir ayet bile yetiyor.
“Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran o’dur. Arzı, ölümünün ardından, O canlandırıyor.”1
Ve bu hakikat Risale-i Nur’un bir çok yerinde başlıca şöyle vücud buluyor ve muazzez Üstadımız hadiselere bu nazardan bakmamızı istiyor.
”Rahmet-i İlahiyeden kuvvetle ümitvarız ki;”.. Kemal-i teslimiyetle sabır ve temkinde bulunmak ve bilhassa inkisar-ı hayale düşmemek ve bazen ümidin hilaf-ı zuhuruyla me’yus olmamak ve muvakkat fırtınalar ile sarsılmamak.”2
Ve Üstadımızın şu ümit şelalesi gibi coşan sesini işitiyoruz:
“ Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm’ın sadâsı olacaktır.”3
Evet Ümitvar üstadımızın, ümitsiz talebeleri olmayalım. Ferec er geç gelecektir inşallah. Bizim çabalarımız onu çabuklaştıracaktır. Bunaldı milletin afakı bir sabah isterse, sabahı iple çekmemiz gerekecektir. Buyurun fiili ve kavli dua ile ümitvar olmaya….
Sertaç Lüser
Dipnotlar:
1-En’am Suresi: 95.
2-13. Şua /
3- Sunuhat
İlk yorum yapan olun