‘Mevlid’ veya ‘Kutlu Doğum Haftası’

Image
İslâm dünyasında önemli gün ve geceler “kandil” olarak ifade edilmektedir. Aslında mübarek gecelerde minareler ve camiler kandillerle donatıldığından bu adla anılmıştır.

Peygamber Efendimizin doğum gününe “Mevlid” veya “Mevlidi Nebevi” adı verilmektedir. İlk zamanlarda mevlid (doğum günü) faaliyetleri yapılmamıştır. Daha sonra bu gün ve gecelerde Resûl-i Ekrem’i (asm) anma toplantıları yapılmaya başlanmıştır.

Bazen bu günün içinde yer aldığı hafta da “Kutlu Doğum Haftası” olarak kutlanmıştır. Zamanla her İslâm ülkesinin kendisine göre geliştirdiği bir “Mevlid” geleneği oluşmuştur.

Mekkeliler her yıl, Rebiülevvel ayının 12’sinde akşam namazını Mescid-i Haram’da kıldıktan sonra, cemaatle birlikte Peygamber Efendimizin (asm) doğum yeri olan mescide gelip yatsı namazını da burada kılarlardı. Bunu her yıl tekrarlamayı âdet edinmişlerdi.

Medine halkı da, mevlid gecelerini Mescid-i Nebevî’de geçirirlerdi. Sabaha karşı Bâbü’n-Nisa önündeki kumlukta beş mevlidhanı dinleyip ikram edilen şerbeti içtikten sonra dağılırlardı. O gün, dükkânlar süslenir, alış verişler yapılmazdı. Büyük-küçük, zengin-fakir herkes temiz elbiselerini giyerler, atılan top ve fişeklerle bir bayram havası yaşarlardı.

Resûl-i Ekrem Efendimizin (asm) doğduğu mübarek evin etrafında oturanlar da, mevlid gecelerinde evlerini ışıklar, bayraklar ve değişik kumaşlarla süsleyip birbirleriyle tebrikleşirlerdi. Birbirlerine şeker ve helva ikram ederlerdi.

İslâm tarihinde Peygamber Efendimizin (asm) doğum günü dolayısıyla tören yapılmasına ilk defa Fâtımîler zamanında rastlanmaktadır. O zaman, altı doğum günü yapılırdı. Bunların başında Peygamber Efendimizle (asm) Hz. Ali’nin (ra) doğum günü gelirdi. Bu günlerde halk, toplantılar yaparlardı. Birbirlerine altınlar, mücevherler, elbiseler vb. hediye ederlerdi. Yemekler ve tatlılar dağıtılırdı.

Erbil Atabeylerinden Muzafferiddin Gökböri (Ö. 1232), dindarlığı ve hayırseverliğiyle tanınmıştır. O, âlimlerin sohbetine katılır, halka iyilik yapar, fakirlerin günlük ihtiyaçlarına kadar her türlü yardımı yapardı. Gökböri, her yıl mevlid dolayısıyla akla hayale gelmedik büyük şenlikler de yaptırırdı.

Her yıl Muharrem ayından başlamak üzere İran, Anadolu, Suriye ve diğer İslâm ülkelerinden âlimler, fakihler, sofiler, şairler Erbil şehrinde toplanırdı. Atabey Gökböri şehrin dışına otağlar (büyük çadır) kurdururdu.

Peygamber Efendimizin (asm) doğum gününden iki gün önce kaleden develer, koyunlar ve inekler indirilirdi. Bunlar şehrin büyük meydanında özel bir törenle kurban edilirdi. Büyük kazanlar kurulup çeşitli yemekler pişirilerek halka dağıtılırdı. Doğum gecesi akşam namazından sonra sema yapılır, fener alayı düzenlenirdi.

Mevlid günü, askerler resmigeçit yaparlar, meydanlarda vaazlar verilir, nutuklar atılır ve sofilerin elleriyle halka giyecekler dağıtılırdı. Atabey de vaiz ve şairlere elbiseler hediye ederdi. O gün ikindiye kadar bu durum böyle devam ederken gece ise sabaha kadar semâ meclisleri yapılırdı. Bundan sonra, dışarıdan gelenler memleketlerine dönerlerdi. Gökböri, onların her birine yol harçlıklarını vermeyi de ihmal etmezdi.

Ülkemizde mevlid denince aklımıza hemen Süleyman Çelebi’nin Hicrî 812 (M. 1409) yılında yazmış olduğu “Mevlid” (Vesiletü’n-Necât) gelmektedir. Süleyman Çelebi “Mevlid” manzumesini yazdıktan sonra, onun bu manzumesi bir gelenek olarak önceleri Peygamber Efendimizin (asm) doğum gecelerinde okunmaya başlandı. Bu gelenek yangınlaşarak günümüzde ölüm, doğum, sünnet vs.’lerde hatimler, ilâhiler, mevlidler okutturulup yemekler ve şerbetler ikram edilmek tarzında devam etmektedir.

Osmanlı padişahı Sultan II. Mustafa, 1701 senesinden itibaren her yıl, Ramazan ayının 17’inci gecesinde Peygamber Efendimizin (asm) peygamberlik hatırasını anmak maksadıyla Mekke’de ve Rebiülevvel ayının 12’nci gecesinde de Medine’de birer cemiyet kurulmasını ve her iki cemiyet için Mısır gelirlerinden önemli bir para ayrılmasını emr ve ferman etmişti.

Bediüzzaman “Mevlid” konusunda özetle şöyle demektedir:

Mevlid-i Nebevî’nin okunması, çok faydalı ve güzel bir İslâmî adettir. Belki İslâm’ın sosyal hayatına gayet lâtîf, parlak ve tatlı bir sohbet vesilesidir. Aynı zamanda, iman hakikatlerinin ihtarı için en hoş ve şirin bir derstir. Belki, imanın nurlarını, muhabbetullah ve Nebevî aşkı göstermeye, harekete getirmeye en heyecanlı ve etkili bir vasıtadır.

Çünkü kâinat nevîlerinin en mükemmeli, hayat sahipleridir. İşte böyle bir Peygamberin mevlidini dinlemek, yani hayatını başlangıcından sonuna kadar işitmek, yani manevî tarihçe-i hayatını bilmek, o zâtı kendine reis, seyyid, imam ve şefaatçi kabul eden mü’minlere ne kadar zevkli, fahirli, nurlu, neşeli, hayırlı dinî yüce bir müsameredir.1

Cenâb-ı Hakk’tan bu güzel âdeti ebede kadar devam ettirmesini niyaz ediyoruz. Süleyman Çelebi gibi Mevlid yazanlara da Cenâb-ı Hak rahmet etsin. Yerlerini Cennetü’l-Firdevs yapsın. (Âmin.)

Uzun yıllar ülkemizde Peygamberimizin (asm) doğumu, Hicrî Takvime göre Rebiülevvel ayının 12. gecesinde “Mevlid Kandili” adı altında kutlanmıştır. İlk defa Diyanet İşleri Başkanlığı ve Diyanet Vakfı tarafından ortaklaşa 1989 yılında Hicrî Takvim; 1994 yılından itibaren de Peygamberimizin Milâdî doğum günü olan 20 Nisan tarihi esas alınarak “Kutlu Doğum Haftası” faaliyetleri yapılmaya başlanmıştır. Bu haftanın önceki yıllarda 20-26, 16-22 Nisan gibi tarihlerde yapılması 23 Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na alternatif kutlama olarak gösterilmesi üzerine, 14-20 Nisan tarihleri arasında yapılması ve bu tarihlerin dışına taşmaması ve taşınmaması kararı alınmıştır.

Kutlu Doğum Haftasında Resûl-i Ekrem (asm) Efendimizi anmak yanında aslında anlamak ve onun (asm) getirdiklerini yaşamak gelmelidir. Resulullah’ı (asm) anmak ve anlamak bir haftaya sığmaz. Çünkü o, bizim en büyük rehberimizdir. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. O’nun ahlâkı Kur’ân ahlâkıdır. Yaşayan Kur’ân’dır. Onun şahs-ı mânevîsine baktığımızda, yeryüzünü bir mescid, Mekke’yi bir mihrab, Medîne’yi bir minber görürüz. “Peygamberimiz (a.s.m.) bütün ehl-i imâna imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyâya reis, bütün evliyâya seyyid, bütün enbiyâ ve evliyâdan mürekkeb bir halka-i zikrin serzâkiri; bütün enbiyâ hayattar kökleri, bütün evliyâ tarâvettar semereleri bir şecere-i nurâniyedir ki, herbir dâvâsını, mu’cizâtlarına istinad eden bütün enbiyâ ve kerâmetlerine itimad eden bütün evliyâ tasdik edip imza ediyorlar. Zîrâ, o ‘Lâ ilahe illallah’ der, dâvâ eder. Bütün sağ ve sol, yani mâzi ve müstakbel taraflarında saf tutan o nurânî zâkirler, aynı kelimeyi tekrar ederek, icmâ ile mânen ‘sadakte ve bilhakkı natakte’ (Doğru dedin ve söylediğin haktır) derler.”2

Resulullah’ın (asm) sözlerine, fiillerine ve davranışlarına kısaca Sünnet-i Seniyye diyoruz. Sünnet yolumuz olursa, hiç yanlış yapmayız ve istikametten ayrılmayız. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, “Sünnet-i Seniyyeye ittibâı kendine âdet eden, âdâtını ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevabdar yapabilir.” 3

Dipnotlar:

1- Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbât, s. 296-297

2- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 370-371

3- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 174.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*