Okur musunuz, yazar mısınız?

Bazen yazmaya bir müddet ara veririm. Bunu fark eden yakınlarım samimî bir endişe ile “hayırdır, bir şey mi oldu?, neden yazmıyorsun?” diye sorarlar. Esasında bu ara vermek kasıtlı olarak yaptığım bir şey değildir. Okur-yazarlığın “okur” kanadını ihmal ettiğim zamanlardır. Ne zaman az okusam ya da okumasam yazmaktan uzaklaşırım.

Yıllar önce “kalem ile hizmet etmek, yazar olmak” niyeti ile çıktığım bu yolda bir talebe olarak öğrendiğim en önemli şey, yazar olmanın yolunun iyi bir okur olmaktan geçtiği prensibidir. Boş beleş yazılarla köşe doldurmak, hem kendini “yazar” olarak tanımlayan şahsın kendine, hem de okurlara zaman kaybından başka bir şey değildir.

Eğer iyi bir okursanız, köşe yazarlarının fikrî alt yapısı hakkında bilgi edinmeniz çok kolaydır. Kim araştırmacı ve sürekli bilgi dağarcığını geliştiriyor?, kim alanında uzmanlık sahibi ve çıtayı her geçen gün yükseltiyor?, kim aktüel konuları takip ediyor ve topluma yön veriyor? hemen fark edersiniz. Köşe yazılarının kapasitelerini tahlil edebilen okurlar, artık herkesin yazısını okumazlar. Kim hakikî yazar, kim değil farkına varan bu kitle, yazı okumakta seçici davranırlar. Bu okurların takip ettiği belli kalemler olur. Şimdi bana “herkes yazar oldu, okur kaldı mı?” diyeceksiniz. Evet, genel olarak baktığımızda “okur” oranı düşük bir toplumda yaşıyoruz. Ancak, Yeni Asya camiası olarak hem etkin ve elit bir okur kitlemiz, hem de kırk yılı aşkın bir süredir yazan profesyonel kalemlerden oluşan bir yazar kadromuz var. Bu yazarlarımıza “gençliğini nasıl geçirdin?” diye sorsanız, “harçlıklarımı biriktirip her hafta bir kitap alırdım, geriye günde bir simit parası bırakırdım, okul dışındaki zamanlarımı kütüphanede geçirirdim” cevabını alırsınız. İşte onları “yazar” yapan sır budur. Yani sürekli okumak ve araştırmak. Bu hususta özet cümle olarak “okur olmak, yazar olmanın lokomotifidir” diyebiliriz.
Okumanın çok ihmal edildiği günümüzde, gariptir ki kiminle tanışsanız “bende falanca dergide, şu gazetede, şu şu sitelerde yazılar yazıyorum” diyecektir. Hatta biraz enaniyet yönü de varsa, onu tanımamış olmanıza sinirlenecektir. Yani artık bir yazar! ile tanışmak çok kolay. Bir okura rastlamak ve onunla son çıkan kitaplar, köşe yazıları, gündemdeki konular hakkında konuşabilmek ise çok zor. Eskiden böyle miydi? Yazarlığın toplumda saygın bir yeri vardı. Bir yere bir yazarın geldiğini duyduğumuz zaman büyük bir saygı ve muhabbetle koşar, kitabını imzalatabilmek için sıraya girerdik.
Öyle günlerden, böyle garip günlere geldik. Okumaya üşenen, ve ya vakit bulamadığından yakınan, düşünce alt yapısı sığ, gördüğü ve duyduğu ile yetinen, hayatına dizilerden edindiği tecrübelerle! yön veren insanlarımız türedi. Ama bunların bir çoğu da yazar! Ya bir internet sitesinde, ya da blogda, yahut kendini ifade edebileceği sanal veya gerçek herhangi bir ortamda yazıyor işte. Ne mi yazıyor? Seyrettiğini, duyduğunu, başından geçenleri, anılarını v.s…
Şimdi kendime ve sizlere soruyorum. “Okur olmak mı istersiniz, yazar olmak mı?” Benim cevabım, önce okur olmak ve yazmaktan ziyade okumak. Durmadan okumak. Okumadan, sırf bir şeyler yazmak için yazmamak. Gerekirse bu uğurda kalemi bırakmak ve sadece okumak.
“Bu aralar yazmıyorsun” diyenlere yazmaya ara verdiğim zamanların gerekçesini ve okur-yazar’lıkla ilgili meramımı anlatmış olduğumu düşünüyorum.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*