Risale-i Nurda “RUH” kavramına farklı bir bakış

Takdim

Ruh konusu İslam alimleri tarafından en çok tartışılan en öncelikli konulardan birisidir. “Ey Muhammed! Sana ruhtan sorarlar. De ki; “Ruh, Rabbimin emrindendir (O`nun bildiği bir iştir) size ancak az bir bilgi verilmiştir.” (İsra Suresi 85) İşte bu ayet-i kerime üzerine bir çok izah, tefsir ve yorum yapılmıştır. Ruhun çeşitli yönleri tahlile tabi tutulmuş; insan, melek, hayvanlar ve bitkiler üzerindeki ruh yansımaları etraflıca yorumlanmıştır. Bu konuda bir çok eser de neşredilmiş.

Biz bu noktada zaten müzakere edilmiş olan bu konuları tekrar etmeyeceğiz. Ruhun farklı bir yönüne, farklı bir cihetine ve tarzına dikkat çekeceğiz. Yani geleneksel izahların dışında, şimdiye dek pek de ele alınmamış bir yönünü müzakere konusu yapacağız. Ruhu farklı bir tarz ve yorumla izah edeceğiz. Bu konuda şimdiye dek gündeme getirilmeyen bir tez üzerinden ruhun mahiyeti ile ilgili bazı açıklamalar ve izahlar yapmaya çalışacağız.

Ruh konusundaki tezimiz ise şu:

Ruh ilahi bir işletim sistemidir. İlahi bir yazılım, vücut ülkesini idare etmek için ilahi kotları ihtiva eden bir program ve kanundur.”

İşte ruhun işlevi, görevi, fonksiyonları ve vazifesi ile ilgili mahiyeti hakkındaki tezimiz ve iddiamız bu. Bizim bu tezi öne sürmemizin temel sebebi ise bilim ve fen sahasında meydana gelen dikkat çekici gelişmeler ve modern keşifler.

Ruhun mahiyeti ile ilgili bu modern keşifler ise şöyle sıralanabilir:

1- Bilgisayar teknolojisi ve bu sahadaki işletim sistemleri ve diğer yazılımlar.

2- Robot teknolojisi.

3- Akıllı cep telefonları ve bu telefonlardaki işletim sistemleri.

4- Yapay zeka teknolojisi.

İşte bu dört teknolojik gelişme ışığında ruh konusunu izah etmeye çalışacağız ve “ruhun ilahi bir işletim sistemi” olduğu tezini ispatlamak çaba sarf edeceğiz ve bu konuda  elde ettiğimiz delileri ortaya koyacağız.

Bu tezimizde istinat noktamız, Bu âyet ile de, beşerin arza hâkim ve halife kılınmış olduğuna işaret edilmiştir.(İşaratu-l İcaz, s. 342)” ifadesidir. Yani insan dünya yüzünde Allah’ın halifesi olarak hizmet ve görev yapmaktadır. Halife manası ise, Allah’ın kainat ölçeğinde yapmış olduğu büyük ve azim işleri kendi küçük dünyasında yapabilecek bir kabiliyete sahip olduğu manasını ihtiva eder. Yani insan kendi dar sahası içindeki küçük sanatları ile Allah’ın kainat çapındaki harika ve azim sanatlarına işaret eder ve o sanatların mahiyetini bir ölçüde tarif eder ve bildirir.

İşte insana yüklenen bu hilafet meselesini izah etme noktasında Risale-i Nurda, Otuzuncu Sözde, geçen şu ifadeler önümüze bir yol haritası koyuyor:

“İkinci vecih âyinedarlık ise: İnsana verilen nümuneler nev’inden cüz’î ilim, kudret, basar, sem’, mâlikiyet, hâkimiyet gibi cüz’iyatla, Kâinat Mâlikinin ilmine ve kudretine, basarına, sem’ine, hâkimiyet-i rububiyetine âyinedarlık eder, onları anlar, bildirir. Meselâ, “Ben nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun mâlikiyim ve idare ediyorum. Öyle de, şu koca kâinat sarayının bir ustası var. O usta onu bilir, görür, yapar, idare eder,” ve hâkezâ…”(Sözler, s. 936)

İfadede geçen manaları bir adım ileri taşımak ve genişletmek mümkün.

Şöyle ki:

Nasıl ki insan küçük bir evi yapıp idare etmesi ile kainattaki ilahi yapıya bir ayna ve ölçü olur. Aynen öyle de bir robot yaparak ve ona donanım ve yazılım yükleyerek, Allah’ın da insan yaratmasına bir ölçü ve ayna olur.

Benzer şekilde kendi sanal ortamında, bilgisayar programları yazarak kendine küçük ve sanal bir alem kurar ve o sanal alemdeki hadiseleri yazılımlar ile kontrol eder. Aynı şekilde, şu kainatın Yaratıcısı da, şu koca kainatı azametli kudreti ile kurar ve inşa eder; geri planında mükemmel bir program ve yazılım çalıştırarak o devasa kainatı ve dünyayı o yazılımlarla kontrol ve idare eder.

Yine insan geliştirdiği kotlama ve yazılım teknolojisi ile “yapay zeka” denen ilginç bir program ve yazılım ile bir çok işi idare eder ve yönetir. Allah da kainat ölçeğinde gerçek zeka, şuur, akıl, his, bilinç ve ruh gibi harika sanatlar yaratarak mahlukatı idare etmesindeki harika tasarrufunu ortaya koyar.

İşte insanlığın son asırda keşfettiği yazılım teknolojisi ruh gibi daha bir çok sırlı yaratılışın üzerindeki ince perdeyi kaldırarak bize bazı hakikatleri anlamamızda ciddi ve mühim bir kapı aralıyor. Risale-i Nurda bu hakikat bir çok yönü ile izah ve tefsir edilmiş ve kainatın tümüyle bir yazılım olduğu, bir programa istinat ettiği bir çok kez ifade edilmiştir.

Ruh

Kainatta her şey yazılıdır

Evet, kainattaki tüm hadiseler, olaylar, faaliyetler, hareketler, işler ve işlevler yazılıdır. Bir nevi programlanmıştır. Daha doğrusu Kader kalemi tarafından yazılmış ve belli bir düzende kodlanmıştır. Zaten bazı rivayetlerde ilk yaratılan şeylerden birisinin de “kalem” olduğu ifade edilir. İşte o kalem kainatta olmuş, olan ve olacak olan her şeyi yazmıştır. Bu çok ince ve sırlı hakikate Risale-i Nurda şöyle dikkat çekilir:

Her şey vücudundan evvel ve vücudundan sonra yazıldığını, “Yaş ve kuru ne varsa hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır.” (En’âm Sûresi, 6:59) gibi pek çok âyât-ı Kur’âniye tasrih ediyor. Ve şu kâinat denilen, kudretin Kur’ân-ı Kebîrinin âyâtı dahi, şu hükm-ü Kur’ânîyi, nizam ve mizan ve intizam ve tasvir ve tezyin ve imtiyaz gibi âyât-ı tekvîniyesiyle tasdik ediyor.

Evet, şu kâinat kitabının manzum mektubatı ve mevzun âyâtı şehadet eder ki, herşey yazılıdır. Amma, vücudundan evvel herşey mukadder ve yazılı olduğuna delil, bütün mebâdi ve çekirdekler ve mekadir ve suretler birer şahittir.(Sözler, s. 631)

Mezkur ifadede şu kainat bir “Kur’ân-ı Kebîre” benzetilmiş. Ayetleri ise “âyât-ı tekvîniye”olarak teşhis ve tespit edilmiş. İşte bu büyük Kuran bir ölçüde yazılmış yazıları ihtiva ediyor. Yani şu gördüğümüz kainatın arkasında bir yazılım ve program çalışıyor. Bu yazılım ve program ise o kadar mükemmel ve harika bir programdır ki, mahlukat yüzündeki tüm güzellik, düzen, intizam, mükemmel görüntüler hep, zahiren görmediğimiz o gizli programın harika kotlarına işaret ediyor.

Bu programın canlı dünyasındaki tezahürü ise DNA ve gen dediğimiz hadisedir. Her bir canlı organizma genlerindeki yazılmış kotları açılması ile vücut sahnesine çıkmakta ve DNA dediğimiz yazılımın işletilmesi ile hayatı devam ettirilmektedir. Adeta her bir canlı hücresi çekirdeğinde harika bir “işletim sistemi” bulunmakta. DNA denilen o işletim sistemindeki kotların işlemesi ile hayatın tüm fonksiyonları yerine getirilmekte. İşte yumurtalar, çekirdekler, sperm hücrelerinde bulunan DNA ve genler, bu yazılımın fenler yolu ile keşfedildiği bize görünen yüzüdür. Görünen yüzde bu kadar mükemmel bir yazılım ve program çalışıyor ise, görünemeyen o melekut yüzünde ise, çok daha harika yazılımların çalıştığı akıl penceresinden çok açık ve net bir şekilde gözükür.

Demek ki, “Her şey vücudundan evvel ve vücudundan sonra yazılıdır” hakikati tüm kainatı ve kainat içindeki tüm mahlukatı içine alan harika, azim ve derin bir hakikattir. Öyle ise bu çalışmamıza konu olan “ruh” da bu harika, azim ve derin yazılım hakikati içerisine dahil edilebilir. Ve ruhun da bir yazılım ve programa istinat ederek hareket ettiği kolaylıkla söylenebilir.

Bu hakikati daha iyi anlamak ve idrak edebilmek için insanların geliştirdiği bazı fenni ve teknolojik sanatlara bakmak gerekiyor. İşte bilgisayar teknolojisi bu sanatlardan en önde gelenidir. Çünkü insanlar bilgisayar yolu ile sanal ortamda kendilerine küçük dünyalar ve kainatlar kurabiliyorlar. Hatta günümüzde bu teknoloji o kadar ileri seviyelere geldi ki, bazı oyun programlarını gerçek dünyadaki hallerden ayırt edebilmek çok zor.

İşte bu nedenle bir bilgisayar monitöründe, bir televizyon ekranında sanki gerçek dünya gibi bir dünya görüyoruz. Dağlar, ovalar, nehirler, denizler, ağaçlar, hayvanlar ve insanlar… Hepsi de o ekrana yansıyan görüntü içine bulunuyor.

Peki o ekranda görünenler gerçekte nedir?

Az biraz bilgisayar bilgisi olan bilir ki, o görüntüler gerçekte birer programdan ibarettir. İşin aslında sizin gördüğünüz her bir nesne geri planda bir kot veya kotlar bütünlüğü tarafından idare edilir. Yani ekranınızda gördüğünüz her şey bir kot, bir program ve yazılımıdır. İşte bir bilgisayar ekranına yansıyan görüntünün ardındaki kotlar ve kotların ihtiva ettiği kurallar ve kanunlar adeta o programın özü ve ruhu hükmündedir. Belki de, nasıl ki o bilgisayarı çalıştıran tüm kotların bütünlüğüne “işletim sistemi” adı veriliyor ise, aynı şekilde o işletim sistemini ihtiva eden kotlar da o bilgisayar sisteminin bir cevheri, en temel özelliği, yani adeta ruhu gibi bir yapıya sahip oluyor denilebilir.

İşte gerçek dünyada da, bilgisayar ekranlarında gördüğümüz yapı gibi, böyle bir işleyiş ve kurallar bütünlüğü gözüküyor. Canlı dünyası zaten tamamen DNA denilen kotlar üzerinden idare ediliyor. Kudret-i İlahi bu kotları açarak ve işleterek faaliyet gösteriyor. Adeta DNA ve genler o tür ve nevin bir ölçüde temel yazılımı, kotları, işletim sistemi ve ruhu hükmünde oluyor. Bu mühim hakikate 29. Sözde, koca bir ağacın bir derece ruha benzeyen programını ve kanun-u teşekkülâtını” cümlesi ile dikkat çekilmiş.

Ruh bir program ve yazılımıdır

Ruh bir program ve yazılımıdır

“Malûmdur ki, mevzun ve muntazam ve mükemmel ve güzel san’atlar, gayet güzel bir programa istinad eder. Mükemmel ve güzel bir program ise, mükemmel ve güzel bir ilme ve güzel bir zihne ve güzel bir kabiliyet-i ruhiyeye delâlet eder. Demek, ruhun mânevî güzelliğidir ki, ilim vasıtasıyla san’atında tezahür ediyor. (Sözler, s. 844)” sırrınca kainat tümüyle bir programa istinat eder.

Madem kainat bir programa göre çalışır, işte o programın özü, esası, ana yapısı, temeli ruhtur. Yani ruh adeta kainat arkasında çalışan programın bizzat ta kendisidir. Belki de ruh, kainat yazılımı ve kainatta meydana gelen tüm hadise ve işlevlerin kotlarını taşıyan ilahi bir işletim sistemidir.

Risale-i Nurda ruhun da bir program ve yazılım olduğuna açık ve net bir şekilde şöyle dikkat çekilir:

Evet, en büyük bir ağacın ruh programını, bir nokta gibi en küçük bir çekirdekte dercedip muhafaza eden Zât-ı Hakîm-i Hafîz,(Asay-ı Musa, s.241)

Bu ifadenin tefsiri ve daha geniş bir izahı mahiyetinde olan başka bir ifade ise Yirmi Dokuzuncu Sözde geçmektedir, şöyle ki:

“Madem bir parçacık ruha benzeyen o çiçeğin kanun-u teşekkülü, timsal-i sureti bir Hafîz-i Hakîm tarafından ibkà ediliyor, dağdağalı inkılâplar içinde kemâl-i intizamla zerrecikler gibi tohumlarında muhafaza ediliyor, bâki kalır. Elbette, gayet cemiyetli ve gayet yüksek bir mahiyete mâlik ve hâricî vücut giydirilmiş ve zîşuur ve zîhayat ve nuranî kanun-u emrî olan ruh-u beşer, ne derece kat’iyetle bekàya mazhar ve ebediyetle merbut ve sermediyetle alâkadar olduğunu anlamazsan, nasıl “Zîşuur bir insanım” diyebilirsin?

Evet, koca bir ağacın bir derece ruha benzeyen programını ve kanun-u teşekkülâtını, bir nokta gibi en küçük çekirdekte derc edip muhafaza eden bir Zât-ı Hakîm-i Zülcelâl, bir Zât-ı Hafîz-i Bîzevâl hakkında, “Vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza eder?” denilir mi? (Sözler, s.697)”

Mezkur tabirde ruh ile çekirdek içindeki genetik yazılım arasında doğrudan bir bağ kurulmuş ve çekirdek içindeki DNA ve genlerde yazılmış olan o çekirdeğin teşekkül ve yaratılış kanunları net olarak ruha benzetilmiş. Fakat bu noktada, elbette ki, DNA ve genlere ruh demek hakikati tam olarak yansıtmaz. Çünkü burada, “ruha benzeyen program” tabiriyle ruh ile yazlım ve program arasında bir bağ kurulmuş gözüküyor. Yani benzetmedeki ortak nokta yazılım ve program. Çünkü çekirdekteki “kanun-u teşekkülü” diye tabir edilen ifade yazılım anlamına geliyor. O da DNA ve genler içinde bulunuyor. Bu benzetme ile ruhun da bir yazılım olduğu hususuna dikkat çekilmiş. İşte bu ifadeye göre, ruh da öyle bir harika yazılımdır ki, bir ağacın çekirdeğinde yazılan yazılımdan kat kat üstün özelliklere sahiptir. Çünkü ruh yazlımı ve ruh işletim sistemi üzerine akıl, his, şuur, bilinç gibi çok farklı sistemler ve farklı yazlım ve programlar yüklenmiş. Bu da ruhun yazılım, işletim sistemi ve program olarak çok üst seviye bir mahiyette olduğuna işaret ediyor.

Ruh ilahi bir işletim sistemidir

Ruhun, beden ülkesi denen ve bir ölçüde çeşitli donanımlara sahip şu içinde yaşadığımız vücut yapısını idare etmek üzere ilahi bir işletim sistemi görevi gördüğü, dikkatli nazarlara gözükür. Nasıl ki, bir bilgisayarın çeşitli donanımlarını çalıştıran işletim sistemidir, bir akıllı telefon dediğimiz yapıyı da işleten yine bir işletim sistemidir. O akıllı telefonlardaki görme fonksiyonu olan kamerayı, duyma ve konuşma fonksiyonu olan ses ve mikrofon sistemini, deri görevi gören temas yüzeyini ve daha bir çok sensörü ve donanımı çalıştıran Android, İOS gibi işletimi sistemleri ve onların içine kodlanmış kodlardır. Benzer tarzda göz, kulak, deri, ağız gibi donanımları ve his ve duygular gibi sensörleri ve daha bir çok özellikleri ihtiva eden ve bir hayat sahibi olan şu vücut yapısını da çalıştıran, idare eden temel yazılım ruh programıdır. Ruh programının bir işletim sistemi mahiyetinde olduğu Risale-i Nurda, hayatın sevk be idaresi bağlamında, şöyle ifade edilmiş:

Madem dünya hayatı ve cismânî yaşayış ve hayvânî hayat böyledir. Hayvâniyetten çık, cismâniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun. İşte o âlemin anahtarı, marifetullah ve vahdâniyet sırlarını ifade eden “la ilahe illallah” kelime-i kudsiyesiyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir. (Lemalar, s. 236)

İnsandaki kalp gibi duyguların merkezi hükmünde olan bir özelliği söyletme yolu ile ruhun işletilmesi gerektiği hakikatine, mezkur ifadede, “kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir” tabiri ile dikkat çekilmiş. Bu hakikat de, bize insan vücudu denilen bu donanım üzerine yüklenen ruh yazılımının ve programının çekirdek mahiyetinde olduğunu ve bu program ve yazılımın insan iradesi ile geliştirilebilir bir özellikte bulunduğunu ihtar etmektedir.

Benzer şekilde kalp denen ve insan duygularının merkezi hükmünde olan kainat çekirdeğini de içinde saklayan en önemli değerinin de yine ruhla birlikte işletilip, geliştirmenin mümkün olduğuna Risale-i Nurda şöyle dikkat çekilmiş:

“İşte, madem kalb ve dimağ-ı insanî bu merkezdedir; çekirdek haletinde bir şecere-i azîmenin cihazatını tazammun eder ve ebedî, uhrevî, haşmetli bir makinenin âletleri ve çarkları içinde derc edilmiştir. Elbette ve herhalde, o kalbin Fâtırı, o kalbi işlettirmesini ve bilkuvve tavırdan bilfiil vaziyetine çıkarmasını ve inkişafını ve hareketini irade etmiş ki, öyle yapmış. Madem irade etmiş; elbette o kalb dahi akıl gibi işleyecek. Ve kalbi işlettirmek için en büyük vasıta, velâyet merâtibinde zikr-i İlâhî ile tarikat yolunda hakaik-i imaniyeye teveccüh etmektir.(Mektubat, s. 628)”

Ruhun ve kalbin işletilebilecek mahiyette olduğunu yine bilgisayar teknolojisinden misal vererek kısaca açıklamaya çalışalım. Bir bilgisayar sisteminin iki ana kısmı vardır. Birisi donanım, diğeri yazılım tarafı. Donanım tarafında hafıza, işlemci, ram, ekran, ana kart, mikrofon, kamera ve diğer sensörler bulunur. İşte tüm bu donanım özelliklerini çalıştıran yazılım tarafıdır. Bu yazılıma ise işletim sistemi adı verilir. Günümüzde popüler olan belli başlı üç işletim sistemi vardır: Windows, İOS ve Linux.

İşte bu işletim sistemleri temel işlevleri yerine getirecek yazlım kotlarını ihtiva ederler. Fakat bu yazılım bilgisayar ilk yüklendiğinde en temel ve en saf şekli ile yüklenir. Bu bilgisayarı kullanan kişi ise bu işletim sistemini işleterek kendine has bir kimlik oluşturur. Yani o programı işletme yolu ile kişiye has bir şekilde özelleştirir.

İnsanın da bu şekilde nazara-ı dikkate alınabileceği açıtır. Zira insanda da yine iki ana öge vardır. Bir tarafı donanım, diğer tarafı ise yazılım tarafı. Donanım kısmında yine göz, kulak, dil, deri, beyin, sinir, ve daha bir çok organ sayılabilir. İşte bu donanımı çalıştıran ruh programıdır ve ruh yazılımıdır. Zaten maddi donanım tarafı da DNA denilen genetik yazılım ile idare edilir. Benzer tarzda asıl program, asıl ilahi işletim sistemi ise ruh yazılımıdır. İşte bu nedenle “kalp ve ruhu işlettirmek” tabiri ile bu azim hakikate dikkat çekilmiş.

Kalp ve ruh gibi, insanın ruhi işletim sistemi üzerine yüklenmiş olan en önemli özelliği mahiyetinde olan akıl da yine işletilebilir ve geliştirilebilir bir mahiyettedir. Bu husus da yine Risale-i Nurda aşağıdaki gibi izah edilmiş:

“Birinci Telvih: Tarikatın sırrını ve Mi’rac-ı Ahmedi’nin (a.s.m.) sâyesi altında kalb ayağıyla bir seyr-i sülûk-u ruhani neticesinde; zevkî ve hâlî ve bir derece şuhudî hakaik-i imâniye ve Kur’âniyeye mazhariyet olduğunu beyan edip, insanın mahiyet-i câmiasındaki akıl nasılki hadsiz fünuna istidadı ve ıttılaı cihetiyle mahiyeti inkişaf etmiş ve o sûretle işlettirilmiş, kalb dahi, onun gibi, bu âlemin bir harita-i mâneviyesi ve çok kemalâtın bir çekirdeği hükmünde olduğundan; tarikat cihetiyle onu işlettirmek ve kemalâtına sevketmek olduğunu ispat eder. (Mektubat,s. 706)”

İşte bu ifadeler ruhun ve ruha takılan meziyetlerin; yani akıl ve kalp gibi özelliklerin de işletilebilir olduğuna dair meselemizi açık ve net bir şekilde izah ediyor:

Bir başka ifade ile, ruh ve ruh üzerine yüklenmiş olan akıl, kalp ve hisler ve diğer temel yazılımlar insan iradesine göre geliştirebilir yazılımlardır. İnsan bu yazılımı geliştirebilecek bir kabiliyete sahiptir. Aynı zamanda bu manevi programların da insan iradesine göre yeniden programlanabilir bir mahiyette olduğu gözüküyor. DNA konusunda yapılan son çalışmalarda, çöp DNA denilen bir keşifle, DNA ve genlerin bile çeşitli şekilde yeniden programlanabilir bir mahiyette olduğu bu günkü fen tarafından keşfedilmiş durumdadır.

Robot teknolojisi

Robot teknolojisi ve ruhsal yazılımlar

İnsanlar yeryüzünde halife vazifesi görmekle bir ölçüde Yaratıcı adına faaliyet gösterirler. Bu nedenle insanlar Allah’ın sanatını taklit ederler ve yaratılan mahlukatı örnek alarak bir çok teknolojik gelişmelere imza atarlar. İşte günümüzdeki en revaçta olan “robot teknolojisi” de canlı mahluklar taklit edilerek geliştiriliyor. Böcekler, hayvanlar, kuşlar ve nihayet insanlar. Çünkü canlı mahlukat adeta birer mucizevi makine hükmünde. Öyle ki insanlar da bu harika makineleri taklit edip, o makinelerin işleyişini detaylı bir şekilde inceleyip kendi teknolojisini de ona göre geliştirip, ona göre programlıyor.

Robotlar günümüzün en yeni teknolojisi. Bu teknolojide ise doğrudan insanlar taklit taklit edilmeye başlandı. Önce robotların göz, kulak, ağız, harddisk, hafıza, kol, ayak, sensörler vs. gibi bir çok donanım özellikleri teşkil ediliyor. Ardından ise bu donanımları çalıştıracak programlar yükleniyor. Bu nedenle sistem çalışmaya başladığı zaman göz ile görülüp, mikrofon özellikleri ile konuşuluyor, sensörler ile çevredeki etkiler bilgi olarak kaydediliyor ve diğer işlevler yerine getiriliyor.

Bu noktadan hareketle, insanın da aynı özelliklere sahip olduğu kolaylıkla söylenebilir. Cenab-ı Hak bizde göz, kulak, dil, beyin, organlar vs. gibi donanım mahiyetinde makineler yaratmış ve bu makineleri çalıştıracak ve doğru hedeflere götürecek bir ruh programı yüklemiş ve akıl, şuur, kalp ve his gibi ekstra yazılımlar ile bu ruh programının daha da geliştirilmesinin yolunu açmış.

İşte insan da bir makine hükmünde. Hatta insanın yaşadığı çevre de mükemmel işleyen bir hayat makinesi timsalinde. Bu makinelerin çarkları da mükemmel yazılımlar ile doğru hedeflerine sevk edilmekte ve Yaratıcısın istediği şekilde netice vermekte.

Hayatın bizzat kendisinin dahi ilahi bir makine olduğu hakikati Lemalar adlı eserde şöyle tarif edilmiş:

“Hem hayat, bu kâinatın tezgâh-ı âzamında öyle bir istihale makinesidir ki, mütemadiyen, her tarafta tasfiye yapıyor, temizlendiriyor, terakki veriyor, nurlandırıyor. Ve zerrat kafilelerine güya hayatın yuvası olan cesedi, o zerrelere vazife görmek, nurlanmak, talimat yapmak için bir misafirhane, bir mektep, bir kışladır. Adeta Zât-ı Hayy ve Muhyî, bu makine-i hayat vasıtasıyla, bu karanlıklı ve fâni ve süflî olan âlem-i dünyayı lâtifleştiriyor, ışıklandırıyor, bir nevi bekà veriyor, bâki bir âleme gitmeye hazırlattırıyor. (Lemalar, s.595)”

Böyle mükemmel bir istihale makinesi hükmünde olan hayatın geri planında ise mükemmel bir program ve yazılımın çalışmaması mümkün mü? Elbette ki mükemmel faaliyetler mükemmel bir programa istinat eder. İşte bu kainatta işleyen de harika bir ilahi yazılım ve program var. Levh-i Mahfuz denen kainatın bilgisayarı ve en büyük kayıt merkezi ve harddiski mahiyetindeki bir merkeze yüklenmiş ve kainattaki şu an yaşanan ve olmuş ve olacak olan her şeyin o ana sisteme işlendiği bir harika yazılım çalışmakta ve bu devasa bir makine hükmüne olan kainat fabrikası bu yazılımdaki kurallara göre çalışmakta ve çalıştırılmakta.

İşte kainatın muazzam bir ilahi makine olduğuna dair Risale-i Nurun yerinde bir çok ifade geçmektedir. Konu ile ilgili birkaç anekdotu nazarlara sunalım:

“Yani, bütün zîhayatların, âsâr-ı hayatlarını muntazaman murad-ı İlâhî dairesinde gösterdikleri cihetle Sâni-i Zülcelâllerinin san’atını alkışlıyorlar. Nasıl ki, bir zât harika bir makine yapsa, başında bir fonograf, bir fotoğraf gibi ayrı ayrı, kendi kendine işler, konuşur, yazar, muhabere eder cihazat bulunsa, o adamın istediği tarzda işlese, neticelerini güzelce verse, o makineye bakan nasıl ki o adamı “Mâşâallah,” “Bârekâllah”larla alkışlar, mânevî hediyeler verir. Aynen, o makine de, kendinden maksud olan neticeleri, eserleri mükemmel izhar etmekle, o cihazatın lisan-ı haliyle san’atkârını takdir ve tahsinler ve mânen “Mâşaallah”larla tebrik edip alkışlar, tahiyyeler ve hediyeler verir. İşte, bütün zîhayatın herbirisi, başında pek çok muhtelif fonograflar, fotoğraflar, telgraf ve telefon makineleri gibi çok makineler var. (Lemalar, s. 527)”

Kainat gibi insanın da bir makine hükmünde yaratıldığı ise da şöyle tarif edilir:

Cenâb-ı Hak, hadsiz kudret ve nihayetsiz rahmetini göstermek için, insanda hadsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr derc eylemiştir. Hem hadsiz nukuş-u esmâsını göstermek için insanı öyle bir surette halk etmiş ki, hadsiz cihetlerle elemler aldığı gibi, hadsiz cihetlerle de lezzetler alabilir bir makine hükmünde yaratmış.(Lemalar, s. 39)

İnsan gibi diğer tüm mahlukat da yine bir makine hükmünde vazife görmekte. İşte şu ifadeler de bu mühim hakikate işaret eder:

“Aynen öyle de, kâinatta bütün zîhayat taifeleri, her biri ve her bir ferdi, her tarafı mu’cizeli birer harika makinedir ki, ustasının, her şeyin her şeyle münasebetini gören ve her şeyin hayatına lâzım bütün şeyleri görüp tam yerinde ona yetiştiren ihâtalı ilminin derin ve ince cilveleriyle kendini tanıttıran Sâni-i Zülcelâlini, hayatlarının lisan-ı halleriyle, ins ve cin ve melek olan zîşuurların kàl dilleri gibi tahiyyelerle alkışlar ve tebriklerle “ettehiyatü lillah” derler.” (Şualar, s. 789)”

İlahi bir program

Risale-i Nurun bir çok yerinde dikkat çekildiği gibi, kainat bir programa istinat eder. Her şeydeki düzen, intizam, denge, tanzim gibi bir çok hakikat de ilahi bir programın varlığını ispat eder. İnsan ise bu ilahi programın merkezinde bulunmaktadır. İnsan adeta bu ilahi program ve işletim sisteminin yönetici ve idarecisi hükmündedir. Zira kainat yüzünde tezahürü gözüken genel programdaki İlahi İrade, insana verilen cüzi iradeye göre iş görmektedir.

Bu mühim hakikat İşaretül İcaz adı eserde şöyle ifade edilir:

“Hülâsa: Cenâb-ı Hak, insanlara cüz-ü ihtiyarî vermekle, onları âlem-i ef’âle masdar yaptı. O âlem-i ef’âli bir nizam altında almak üzere kelâmını, yani Kur’ân’ını da resul olarak o âlem-i ef’âle gönderdi. Binaenaleyh, tanzif ve tanzim için yapılan İlâhî bir program, itirazlara mahal olamaz. (İşaratü’l-İ’caz, s. 241)”

Bu da gösteriyor ki, insan ruhu da kainattaki o ilahi program içinde faaliyet gösterir. Yani ruh bir ölçüde kainat ölçeğinde çalışan ilahi programın özel ve sınırlı bir vücuda yansıması gibidir. Bir ölçüde kainattaki tüm işler ve işlevler insan vücuduna aksetmiş ve bu vücut da ruh denilen ilahi bir yazlım ve işletim sistemi ile idare edilmekte.

Aslında sadece insan değil, tüm canlılar da bir ölçüde bir programa istinat eder. Ruha benzeyen çekirdekteki DNA ve gen denilen program bütün canlıların temel bir yazlımı ve işletim sistemi hükmünde gözükmekte.

İşte şu gelen ifadeler de bu mühim hakikati tefsir etmekte:

Hem herşeyin evveline ve âhirine bakıyoruz; hususan zîhayat nev’inde görüyoruz ki: Başlangıçları, asılları, kökleri, hem meyveleri ve neticeleri öyle bir tarzdadır ki, güya tohumları, asılları birer tarife, birer program şeklinde, bütün o mevcudun cihazatını tazammun ediyor. Ve neticesinde ve meyvesinde, yine bütün o zîhayatın mânâsı süzülüp onda tecemmu eder, tarihçe-i hayatını ona bırakır. Güya onun aslı olan çekirdeği, desâtir-i icadiyesinin bir mecmuasıdır. Ve meyvesi ve semeresi ise, evâmir-i icadiyesinin bir fihristesi hükmünde görüyoruz. (Mektubat, s. 329)

Ruh nedir?

Ruhla ilgili Risale-i Nurda bir çok tanım yapılmıştır. Bu tanımlardan bazılarını nazarlara sunarak günümüz fen ve teknolojisi ışığında ruhla ilgili bazı izahlar yapmaya çalışalım.

Ruhu öz olarak tanımlayan bir ifade 29. Sözde geçmekte:

“Ruh, zîhayat, zîşuur, nuranî vücud-u hâricî giydirilmiş, câmi’, hakikattar, külliyet kesb etmeye müstaid bir kanun-u emrîdir.” (Sözler, s. 698)

Yine Lemeat adlı eserde benzer bir tanım var:

Ruh bir nuranî kanundur; vücud-u hâricî giymiş bir namustur, şuuru başına takmış.

Bu mevcut ruh, şu makul kanuna olmuş iki kardeş, iki yoldaş.

Sabit ve hem daim fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi hem âlem-i emir, hem irade vasfından gelir. Kudret vücud-u hissî giydirir, şuuru başına takar, bir seyyâle-i lâtifeyi o cevhere sadef eder. Eğer envâdaki kanunlara kudret-i Hâlık vücud-u hâricî giydirirse, herbiri bir ruh olur.Ger vücudu ruh çıkarsa, başından şuuru indirirse, yine lâyemut kanun olur. (Sözler,s. 954)

Mektubat adlı eserdeki Hakikat Çekirdeklerinde ise şöyle bir tanım söz konusu:

Ruh, bir kanun-u zîvücud-u haricîdir, bir namus-u zîşuurdur. Sabit ve daim fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi âlem-i emirden, sıfat-ı iradeden gelmiş, kudret ona vücud-u hissî giydirmiştir, bir seyyâle-i lâtifeyi o cevhere sadef etmiştir. Mevcut ruh, mâkul kanunun kardeşidir. İkisi hem daimî, hem âlem-i emirden gelmişlerdir. Şayet nevilerdeki kanunlara kudret-i ezeliye bir vücud-u haricî giydirseydi, ruh olurdu. Eğer ruh, şuuru başından indirse, yine lâyemut bir kanun olurdu. (Mektubat, s. 666)

Mezkur ifadelerde geçen ruhla ilgili tanımları tek tek ele alarak kısa kısa izahlar yapmaya çalışalım:

Ruh bir kanun-u emrîdir

Risale-i Nurda ruh tanımı yapılırken en çok nazara verilen husus “ruhun bir kanun” olduğudur. Bu hakikat de İsra Suresindeki 85. ayetten iktibas edilmiştir. Zira o ayette ruhla ilgili De ki; “Ruh, Rabbimin emrindendir” şeklinde ilahi bir tanım yapılmış.

Şimdi kanun ne demektir, kanun kavramını nasıl anlamalıyız?

Kanun genel bilinen şekli ile belli bir işleyişe ait düzen ve kuralları belirten ve tayin eden bir doküman ve yazılım demektir. Mesela devletler kendi sınırları içinde bazı işleyiş ve düzeni sağlamak için kanunlar ve düzenlemeler yaparlar. Yani bir devleti harici bir vücut ve yapı olarak tasavvur edersek, o vücut ve yapının işleyişi ve temel kuralları kanunla belirlenir.

Bir devletin işleyişin deki anayasalar, kanunlar, yönetmelikler, tüzükler hep bu çerçevede ele alınan kurallar bütünlüğüdür. Ve mutlaka ki kanunların işleyeceği bir saha ve yapı olmak zorundadır. Mesela anayasa doğrudan bir devletin varlığını ihtar eder. Mesela bir trafik kanunu ise yolları, ışıkları, durakları, tüm vasıtaları ve bu imkanları kullanan insanları içine alır. Yani trafik kanunun çalıştığı saha ülkedeki tüm ulaşım ağı ve onu kullanan insanlardır.

İşte trafik kanunu bir kanun ise bu kanunun çalıştığı saha ise tüm ulaşım sahasıdır. Yani bir ölçüde bu sahanın ruhu hükmünde olan trafik kanunu, bu kanunun harici vücudu sayılan ulaşım sistemi içinde çalışır. Bir ölçüde trafik kanunu onun ruhu, tüm ulaşım altyapısı ve sahası ise vücud-u haricisi hükmündedir. Bir memlekette çalışan tüm kanunlar bu tarzda tanımlanabilir. Mesela adalet kanunları adalet sahasında, iktisat kanunları iktisat sahasında, güvenlik kanunları güvenlik sahasında vs…

“Ruh, zîhayat, zîşuur, nuranî vücud-u hâricî giydirilmiş, câmi’, hakikattar, külliyet kesb etmeye müstaid bir kanun-u emrîdir.” (Sözler, s. 698)

İşte ruh kanunu da bir vücud-u harici sahibidir. Yani ruh denilen ilahi yazılımın ve ilahi bir işletim sisteminde olan ruhun da çalışabilmesi ve işlev görebilmesi için bir vücut sahası tayin edilmiş. Bu nedenle ruha “vücud-u hâricî giydirilmiş” bir kanun diyoruz. Kanun da zaten bir yazılım ve program özelliğini içinde barındırmakta.

Sual: Ruhun çalıştığı vücud-u harici insanın maddi yapısı olan bedeni mi?

Cevap: İlk bakışta vücud-u harici kavramının insan bedenine işaret ettiği gözükmekte. Bu tarzda çeşitli yorumlar da var. Ancak bu ruhun işleyişi ve işlevleri açısından eksik bir tanımlama gibi gözüküyor. Çünkü ruh denilen bu emri kanunun çalıştığı saha sadece insan vücudu değil. İnsan vücudu ile alakalı çevreden gelecek etkiler ve sinyaller de ruhun çalışma sahası içine giriyor. Yani her bir insan hayatı, çevresi ile birlikte var olma kabiliyetinde olan bir hayatı şeklinde.

Şimdi çevrenizde hiçbir şey olmadığını düşününüz. O zaman ruhun çalışabileceği saha da ortadan kalkmış olur. Çünkü ruhun en önemli özelliği olan hayat ortadan kalkmış olur. Bu nedenle ruhun vücud-u haricisi insan vücudu ile birlikte yaşadığı çevre, dünya ve hatta tüm kainat olması akla daha uygun gözüküyor. Çünkü bizim hayatımız tüm bu çevre içinde bölünemez bir bütünlüğe sahip.

Sual: Eğer ruhun vücud-u haricisi tüm dünya ve kainat olarak kabul edilir ise, günümüzde yaşayan sekiz milyar insan aynı vücud-u hariciyi kullanmış olur ki, bu da garip bir durumu ortaya çıkarmaz mı?

Cevap: Evet şu an dünyada sekiz milyara yakın insan yaşıyor. Fakat bu sekiz milyar insanın dünyası ve kainatı aynı değil. İzafiyet teorisine göre her insan kendi zamanını ve kendi mekanını yaşıyor. Bu durumda insan sayısı kadar dünya ve kainat var demektir. Çünkü her insan bulunduğu noktadan kainat baktığı için farklı bir mekan ve zaman içinde yaşıyor. Yani hiçbir insanın mekanı ve zamanı aynı değil. Hatta atomların elektronlarındaki hareket, kişiye gözüken manzara, duydukları sesler ve diğer his ve duyguları ile elde ettiği bilgi ve yaşam dahi aynı değil. Bu durum ise Kudret-i İlahiyenin azametini gösteren bir durumdur.

Bu mühim hakikate Risale-i Nurda şu şekilde dikkat çekilir:

Hem herkesin bu dünyada koca bir dünyası var. Adeta insanlar adedince dünyalar birbiri içine girmiş. Fakat herkesin hususî dünyasının direği, kendi hayatıdır.(Lemalar, 369)

İşte ruh programının çalıştığı saha, kendi vücudu ile birlikte yaşadığı hususi çevresi olan hususi dünyası ve kainatıdır dense, bu izah mezkur ifadeye göre çok daha mantıklı bir izah şekli olur.

Ruhun zîhayat, yani hayat sahibi olması hakikati ise serbest ve bağımsız hareket edebilmesi ve irade sahibi olarak hayatını idare edebilmesi kabiliyetine bakar. Bu hakikati de bu gün robot teknolojisi vesilesi ile çok daha iyi anlamaktayız. Zira bir robot imal edileceği zaman önce donanımları hazırlanır. Sonra ise bu donanımı çalıştıracak yazılım ve program yüklenir.

O zaman robot müstakil hareket etme kabiliyetine sahip olur. İşte o robotun hem iç donanımı hem de o donanımın çevre ile ilişkisini karara bağlayan ve ona göre hareket etmesini sağlayan temel yazılıma biz bir ölçüde o robotun ruhu diyoruz. Aynı insan bedenine İlahi Kudretin yüklediği ruh programı gibi.

Nasıl ki o robotun üzerine bir yazılım ve program yükleniyor, aynı şekilde o programdaki yapay zeka ise o robotun şuuru oluyor. Benzer tarzda ruh programı üzerine de şuur, akıl, his, duygu gibi diğer programlar yüklenmiş. Tıpkı bir bilgisayar işletim sisteminde olduğu gibi. Zira bakıyoruz bir bilgisayara önce temel bir işletim sistemi yükleniyor. Sonra ise bu işletim sistemi üzerine daha farklı programlar yüklenerek, o işletim sisteminin daha efektif bir şekilde çalışması temin ediliyor.

İşte bunun gibi, Kainatın Yaratıcısı da insan denen bir çeşit robot misali bir sanat yaratmış. Ve bu sanatına da kendi mülkünde doğru bir şekilde çalışabilmesi için de ruh denen bir işletim sistemi yüklemiş. Bu işletim sistemi üzerine de akıl, kalp, his, şuur gibi ilave programlar yükleyerek kainattaki her türlü iş ve işlevi anlayabilecek bir kabiliyet ve yetenek vermiş. Böylece sanatının harikalarını göstermiş.

Onuncu sözde ise, Ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır” denilerek bu azim hakikate dikkat çekilmiş. Bu ifadeden ruhun çekirdek türü temel bir yazılım olduğunu anlıyoruz. Bu da yine insanların kullandığı işletim sistemi türü yazılımlara işaret ediyor.

Şöyle ki:

Bu gün kullandığımız işletim sistemlerinin bir çekirdek yazılımları vardır. Windows çekirdeği, Linux çekirdeği gibi. İşte bilgisayardaki tüm program ve fonksiyonlar bu çekirdek üzerinde çalışır. Yani bir ölçüde Linux çekirdeği o işletim sisteminin ve bilgisayar donanımın özü ve cevherdir. Yani en temel özelliğidir. İşte onun gibi ruh da bir canlı organizmanın çekirdek yazılımıdır, en öz ve cevher kısmıdır. Akıl, his, kalp, nefis, duygular ve diğer tüm özellikler ise, işte bu ruh denen en temel yazılım ve çekirdek nevindeki program üzerinde çalışır.

Ruh basittir ve vahittir

Risale-i Nurda ruhun mahiyeti ile ilgili ileri seviye bilgiler verilmiştir. Bu bilgiler de ruhla ile ilgili bir çok hususun anlaşılmasına vesile olmaktadır.

İşte tabirlerden birisi:

Hem hads-i kat’î ile vicdanen hissedilebilir ki, insan öldükten sonra esaslı bir ciheti bâkidir. O esas ise ruhtur. Ruh ise, tahrip ve inhilâle maruz değil. Çünkü basittir; vahdeti var. Tahrip ve inhilâl ve bozulmak ise, kesret ve terkip edilmiş şeylerin şe’nidir. Sabıkan beyan ettiğimiz gibi, hayat, kesrette bir tarz-ı vahdeti temin eder, bir nevi bekàya sebebiyet verir. Demek vahdet ve bekà, ruhta esastır ki, ondan kesrete sirayet eder. (Sözler, s. 698)

Bu ifadede geçen, “Çünkü basittir; vahdeti var” tabiri doğrudan ruhun mahiyeti ile ilgili bir kavram. Burada ruhun basit olduğu nazara veriliyor. Bu basitlik önemsizlik manasında değil tabi ki. Bu tabir ruhun terkip edilmemiş, tek ve vahit olduğuna işaret etmekte.

Bunu bir misalle açıklayalım. Mesela her gün içtiğimiz suyun yapısına bakalım. Su dediğimiz hayati nimet, iki hidrojen atomu ile bir oksijen atomunun bir araya gelmesi ile yaratılır. Yani su iki hidrojen ve bir oksijenden yapılır. İşte bu madde terkip edilmiş ve farklı atom parçaların bir araya gelmesi ile su meydana gelmiş. İşte su gibi tüm maddi yapı da böylece atomların bir araya gelmesi ile yaratılır. Bir su molekülünü elktroliz ettiğiniz zaman suyu öldürmüş olur ve farklı iki maddeye ayırırsınız. İşte ruh böyle maddi bir maddi yapıya sahip değil. Tek, basit, yani terkip edilmemiş ve vahittir.

“Elhasıl, o kudret hem basittir, hem nâmütenâhidir, hem zâtîdir.(Sözler, s. 713)” sırrınca ruh, doğrudan kudret tecellisidir. Yani ruh vasıtasız, sebepsiz ve perdesiz olarak Kudret-i İlahinin idare ve tecellisine sahiptir. Zaten ruhu ruh yapan da doğrudan yaratıcısına bakması ve doğrudan O’nun emri ile çalışmasıdır.

Ruh, en münevver bir nurdur

Ruhun mahiyeti ile ilgili yapılan bir tanımda “Ruh bir nuranî kanundur” denilmiş. Bu da ruhun nurani bir özelliğe sahip olduğunu gösteriyor. Nurani bir mahiyete ise zaman, mekan ve maddiyat engel olamıyor. Yani ruh zaman ve mekan kaydından uzak bir mahiyet taşıyor, çünkü nuraniyet mahiyetine sahiptir.

Nurani mahiyete sahip olmak ise şu şekilde tarif edilmiş:

“Meselâ, “Güneş, nuraniyet vasıtasıyla, birtek zât iken her parlak şeyin yanında bulunuyor” temsiliyle bir kanun-u hakikat gösteriliyor ki, nur ve nuranî için kayıt olamaz, uzak ve yakın bir olur, az ve çok müsavi olur, mekân onu zaptedemez.” (Sözler, s. 837)

İşte ruh da nuraniyet sırrına mazhar olduğundan, Kudret-i İlahi tarafından nurani bir özellikle yaratıldığından mekan ve zaman kayıtlarından uzak, aynı anda bir çok yerde bulunabilir, her hücreye bakar bir gözü, her atomu idare etme noktasında bir özü vardır.

Bu hakikate de şöyle dikkat çekilmiş:

Nurânînin timsali hayy-ı murtabittir. Kesifin timsali, meyyit-i müteharriktir. Ruh, en münevver bir nurdur. Tahdidi kabul etmeyen âlem-i misâlin pencerelerinde temâşâger bir ruhun gayr-ı mahsûr timsalleri de birer ruh-u mütecessittir. Havassına maliktir, onun gayrı değillerdir. (İlk Dönem Eserleri, s. 365)

İşte ruhun nuraniyet sırrından dolayı mekan ve zamanla sınırlı olmadığı hakikatine işaret etme noktasında Mektubat adlı eserde ilave bir tarif daha var:

İkincisi, zamanla mukayyet olan cism-i maddî gılâfından sıyrılıp tecerrüdle ruhen yükselip, dün geceki Leyle-i Kadri öbür gün leyle-i îyd ile beraber, bugünkü gibi hazır görmektir. Çünkü ruh zamanla mukayyet değil. Hissiyat-ı insaniye ruh derecesine çıktığı vakit, o hazır zaman genişlenir; başkalarına nisbeten mazi ve müstakbel olan vakitler, ona nisbeten hazır hükmündedir..(Mektubat, s. 83)

Ruh Ehadiyet sırrına işaret eder

Şimdiye dek ruhun ilahi bir işletim sistemi olduğunu ifade ettik. Şimdi ruhla ilgili mühim bir hususa dikkat çekmek için, yine insan zekasının kotlarını yazdığı ve çalıştırdığı bilgisayardaki işletim sistemi misaline müracaat ediyoruz.

Bilindiği üzere, bir bilgisayar sisteminde işleyen şey, yani o donanımdaki bütün fonksiyonları çalıştıran işletim sistemidir. İşletim sistemi ise kotlardan ve yazılımdan ibarettir. Fakat iş gören o kotlar ve yazılım değildir. Yazılım sadece geri plandaki elektrik sisteminin kapalı ve açık olmasına göre çalışır. Yani bilgisayar sistemi ikili sayı sistemi denen ve tüm kayıt ve işlevlerin bu sisteme göre kayıt altına alınıp işlendiği bir sistem. İşte tüm yazılım ve kayıt bu düzene göre çalışır.

Ama iş gören bu sistem midir? Hayır. Çünkü o yazlımda çalışan en sonunda insan zekasıdır. Bir ölçüde insan şuuru ve gücüdür. Çünkü herhangi bir donanımdaki sistemi programlayan, donanımı hazırlayan ve ona uygun bir yazılım geliştiren insan zekası ve insan şuurudur. Çevrenizdeki insanların oluşturduğu tüm medeniyetlere ve teknolojik gelişmelere bakarsanız, her şeyin bir ölçüde insan şuurunun tezahürü olduğunu görürsünüz.

En yeni teknoloji olan bir robotu ele alalım. Bir robotta hem donanım yönü, hem de bir yazılım ciheti mevcut. Fakat asıl iş gören ne donanım ve ne de yazılımdır. Çünkü asıl iş gören o robotu yapıp, yazılımı da yazan insan zekası, insan şuuru, insan gücüdür.

Demek ki ruh da, ruhun çalıştığı harici vücut da, arkasında iş gören Ehadiyet-i İlahiyey işaret ediyor. Bu mühim hakikate de şu veciz ifade ile işaret edilmiş:

İKİNCİ NOKTA: Mühim bir sırr-ı ehadiyete işaret eder. Şöyle ki:

İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki, bütün âzâsını ve eczasını birbirine yardım ettirir. Yani, irade-i İlâhiye cilvesi olan evâmir-i tekvîniye ve o evâmirden vücud-u hâricî giydirilmiş bir kanun-u emrî ve lâtife-i Rabbâniye olan ruh, onların idaresinde, onların mânevî seslerini hissetmesinde ve hâcatlarını görmesinde birbirine mâni olmaz, ruhu şaşırtmaz. Ruha nisbeten uzak, yakın, bir hükmünde; birbirine perde olmaz. İsterse çoğunu birinin imdadına yetiştirir. İsterse bedenin her cüz’ü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hattâ, çok nuraniyet kesb etmişse, herbir cüz’ü ile görebilir ve işitebilir.

Cenâb-ı Hakkın, madem Onun bir kanun-u emri olan ruh, küçük bir âlem olan insan cisminde ve âzâsında bu vaziyeti gösteriyor. Elbette, âlem-i ekber olan kâinatta, o Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun irade-i külliyesine ve kudret-i mutlakasına, hadsiz fiiller, hadsiz sadâlar, hadsiz dualar, hadsiz işler, hiçbir cihette Ona ağır gelmez, birbirine mâni olmaz, o Hâlık-ı Zülcelâli meşgul etmez, şaşırtmaz. Bütününü birden görür, bütün sesleri birden işitir. Yakın, uzak birdir. İsterse bütününü birinin imdadına gönderir. Herşey ile herşeyi görebilir, seslerini işitebilir. Ve herşey ile herşeyi bilir, ve hâkezâ… (Sözler, s. 937)

Ruhun özel elbisesi

Ruhun ruh olabilmesi için fonksiyon göstereceği bir harici vücut, şuur ve hayata sahip olması lazım. Yani ruh yazılımın çalışacağı bir sahanın mevcut olması gerekiyor. İşte bu nedenle ruh ancak akıl ve şuur sahibi olarak bir vücutta çalışır. Bu şartlar yok ise ruh, ruh olmaktan çıkar ve bir kanun şeklinde kalır. O zaman da ruh olarak adlandırılamaz.

İşte bu nedenle vefat esnasında şu içinde bulunduğumuz vücuttan ayrıldığı zaman asli yapısı olan, kendine has vücut yapısında işlev göremeye devam eder.

Şöyle ki:

Gayet kat’î bir hads ile, belki müşahede ile sabittir ki, ceset ruhla kaimdir. Öyle ise, ruh onunla kaim değildir. Belki ruh binefsihî kaim ve hâkim olduğundan, ceset istediği gibi dağılıp toplansın, ruhun istiklâliyetine halel vermez.

Belki ceset ruhun hanesi ve yuvasıdır, libası değil. Belki ruhun libası, bir derece sabit ve letafetçe ruha münasip bir gılâf-ı lâtifi ve bir beden-i misalîsi vardır. Öyle ise, mevt hengâmında bütün bütün çıplak olmaz; yuvasından çıkar, beden-i misalîsini giyer.(29. Söz)

Bu hakikate ruhun elbisesi ismi verilmiş. Bir ölçüde misali bir beden. İşte ruhun berzah aleminde yaşayacağı vücudu bu. Çünkü ruh daima çıplak kalamaz. O zaman bir ölçüde çalışma sahası kalmadığı için ruh da olmaz. Halbuki ruh, şu içinde yaşadığımız harici vücut ile ömrünün sonuna kadar biriktirdiği özellikleri kendi üzerine yazılarak berzahta o vücudu ile yaşamaya devam edecek. Ne zaman ki ahirette asıl vücuduna kavuşacak, işte o zaman nihai şekli ile ebediyet kazanacak.

Kainattaki ruhun mahiyeti

Küremiz hayvana benziyor, âsâr-ı hayatı gösteriyor. Acaba yumurta kadar küçülse, bir nev’i hayvan olmayacak mıdır? Veya bir mikrop küre kadar büyüse, ona benzemeyecek mi?

Hayatı varsa, ruhu da vardır. İnsan-ı ekber olan âlem, tazammun ettiği manzume-i kâinat o derece hassasiyet ve âsâr-ı hayat gösteriyor ki, bir cesetteki âzâ, eczâ, zerrat, izhar ettikleri tesanüd, tecazüb, teavünden daha ziyade muntazam, muttarid, mükemmel âsârı gösteriyor. Acaba âlem insan kadar küçülse, yıldızları zerrat ve cevahir-i fert hükmüne geçse, o da bir hayvan-ı zîşuur olmayacak mıdır? (İlk Dönem Eserleri, s. 307)

İnsan kainatın bir meyvesidir. Kainat bir ağaç şeklinde düşünüldüğü zaman onun hem çekirdeği, hem de meyvesi insandır. İşte insanda olan her şey kainattan süzülmüş bir mahiyet taşır. Yani kainatta ne varsa insanda da o vardır. Madem insanda ruh, his, akıl ve şuur gibi bir çok hakikat hayat aynasında kendini göstermekte; aynen öyle de, kainatın da bir aklı, şuuru, hissi ve ruhu vardır. Yani kainat da melekut cephesinde tamamen bir yazılıma ve programa istinat eder. İşte insanda bulunan ruh da kainattaki bu geniş ruhun özelleşmiş, yani kişiye özel bir yapıya kavuşmuş şeklidir.

Bu hakikati yine bu gün insanların keşfettiği hayatımızın baş köşesine geçen internet sistemi ile açıklayabiliriz. Şimdi bizlerin evlerindeki bilgisayarlar network ağları ile ana merkezdeki serverlere bağlanıyorlar. Adeta evimizdeki bilgisayarlar ana merkezde çalışan büyük sistemin bir uzantısı ve küçük bir modeli oluyor.

Ruh denilen işletim sistemi de adeta Levh-i Mahfuz diye tanımlanan kainatın ana bilgisayarına bağlı olarak çalışıyor. Belki de ruh üzerine yapılan tüm kayıtlar doğrudan o büyük merkeze kaydediliyor. Bu kayıt ışı hızı üstünde olduğu için çok hızlı ve çok kolay oluyor. Hatta her insan da hatırladığı bilgiyi o ana bilgisayardan ışık hızı ile çekiyor ve böylece hatırlamış oluyor.

Ruh madde boyutundan farklı bir boyuttadır

Ruh farklı bir alemde ve farklı bir boyutta yaşar. Şimdi nasıl ki bir bilgisayar ekranında bazı görüntüler görüyoruz, adeta bir sanal dünya seyrediyoruz. Halbuki gördüğümüz ekran altında çok farklı bir dünya ve sanal alem var. Ve bize görünen her şey o geri planda çalışan uygulamaların bir ölçüde dışa yansımasıdır.

İşte şu kainatın da çalışma şekli bir bilgisayar ekranındaki görüntüye benzer. Zira bize görünen kainat ve dünya melekut alemi denen bir alemin şehadet alemine yansıması gibidir. Bu azim hakikat ise Risale-i Nurda şu şekilde izah edilir:

Hem madde-i meşhureden başka pek çok menâbiin tereşşuhatı, lemaatı, semeratı âlem-i mülkte vardır ki, katiyyen maddeye ve hareketine irca’ ile izah edilmez. Demek âlem-i mülk ve şehadet, âlem-i melekût ve ervâh üstünde tenteneli bir perdedir…

Herşey, hatta meyvelerin içi dışından, batnı zahirinden daha muntazam, daha lâtif, daha san’atkârane olduğu gösterir ki; hüküm melekûtundur. Esbâb-ı maddiye bahanedir, tâbidirler. Yoksa zâhiri daha mükemmmel olmak lâzım gelirdi. Maddeden azîm bir kütleyi nasıl bir ruh istihdam eder, bir zerreyi de istihdam edebilir. Ona istinad ile âlem-i misâlde müzehher bir şahıs olur. Âlem-i turabda bir çekirdek âlem-i havada ondan bir şecer-i meyvedâr gibi.(İlk Dönem eserleri, s. 194)

İşte ruh da eşyanın melekut boyutuna ait bir mahluktur. Adeta tüm kainatın melekut boyutunda bir ruh olduğu gibi, insanın maddi yapısı arkasında da bir melekut ve ruhi boyut vardır. Elbette ki melekut boyutu da şu yaşadığımız alemin şartlarından çok farklı bir boyut ve tüm eşyanın temel programlarını ihtiva eden bir özelliğe sahiptir.

Ruhun terakki etmesi

Sual: Her bir insana yüklenen ruh aynı mıdır?

Cevap: Evet, yaratılışa bakıldığı zaman her bir doğan çocuğa yüklenen ruhun aynı işlev ve özelliklere sahip olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Buna yine bilgisayar dünyasından bir misal verilebilir. Şimdi insanlar Linux gibi bir işletim sistemi yazmışlar. Ve her bir bilgisayara ilk yüklenen işletim sistemi aynı. Sonra kullanıcı kişi bu işletim sistemini işleterek kendine has bir işletim sistemi olarak geliştirebiliyor.

İşte aynen bunun gibi, insan vücuduna da bu dünyaya geldiği zaman aynı ruh programı yükleniyor. İnsan ise ömrü boyunca bu ruh programını çalıştırarak, yani Nurlarda ifade edildiği şekli ile, “ruhu işlettirerek” terakki etmekte. Kendisine verilen bu yeteneği iyi yönde kullanırsa elmas bir ruha, kötü yönde kullanırsa da kömür mahiyetinde bir ruha inkılap etmekte. Bu elmas ve kömür ruh meselesi Risale-i Nurda çok kez ifade edilmiş. Bu da çok ilginç bir misaldir. Çünkü kömürün de elmasın da aslı karbon atomdur. Siz bu karbon atomunu iyi yönde geliştirirseniz elmas, kötü yönde işletirseniz kömür olur.

Bu mühim hakikate işaret eden bir ifade:

Ebu Cehil gibi kömür ruhlu, Ebu Bekr-i Sıddık gibi elmas ruhlu adamlar bir seviyede kalıp, sırr-ı teklif zayi olacaktı. (Sözler, s. 800)

Ruhun geliştirebilir bir özelliğe sahip olduğu ise şöyle ifade edilmiş:

İşte, derecâta göre bir âmî, bir çekirdek kadar bu kudsî hakikatten hisse alsa, ruhen terakki etmiş bir kâmil insan, bir hurma ağacı kadar hisse alır.(Şualar, s. 761)

Sual: Her insana yüklenen ruh aynı ise peygamber ruhları ile normal insan ruhları arasında bir fark olup olmadığını nasıl anlarız?

Cevap: Her insana yüklenen temel ruh programı aynı gözüküyor. Fakat hemen doğumla birlikte başlayan ruhun eğitim süreci ile de kişide farklılaşma başlıyor. Yani farklılık tamamen eğitimle alakalı. Yoksa ruh yazılımı ilk doğumda hemen hemen aynı. Bu hakikate ise, “Her çocuk Müslüman doğar, onun anne ve babası onu Yahudi veya Hristiyan yapar” sözü ile dikkat çekilmiş. Yani çocuğun ilk ruh yazlımı Müslüman fıtratı üzeredir. Sonradan eğitim yolu ile farklı bir şekil almaktadır.

Peygamber ruhlarındaki farklılık ise, Peygamberlerin eğitimini doğrudan Allah’ın yapmasıdır. Perdesiz ve sebepsiz olarak. Zaten tüm insanların da eğitimi ve terbiyesi Allah tarafından yapılır. Ancak anne ve baba ve çevre iradesi işe karıştığı zaman sebepler devreye girer ve böylece insan yaptığı işten sorumlu olur.

İşte bu hakikate de şöyle dikkat çekilmiş:

Rabbüke, Bu tâbir, melâikenin aleyhine bir hüccet ve bir delildir. Yani, “Allah seni terbiye etmiştir, hadd-i kemale eriştirmiştir ve seni beşere mürşid kılmıştır ki, fesatlarını izale edesin. Demek, nev-i beşerin en büyük hasenesi sensin ki, onların mefsedetlerini setrediyorsun.” (İşaratül’ İ’caz, s. 344)

Yani: “Sizi terbiye eden ve büyüten Odur. Ve sizin mürebbîniz Odur. Öyleyse, siz de Ona ibadet etmekle abd olunuz!” (İşaratül’ İ’caz, s. 208)

Sonuç

Bu kısa çalışmamızda Risale-i Nurdaki ruh kavramını farklı bir bakış açısı ile inceledik. Ruhun sadece bir yazlım ve ilahi bir işletim sistemi olduğu hususunu nazarlara sunmaya çalıştık. Ruhun elbette ki çok daha farklı yönleri be hususiyetleri var. Bu hususiyetlerin birçoğu çeşitli araştırma ve kitapta ele alınıp izah edildiği için, tekrar babında olmaması için o konulara hiç girmemeyi tercih ettik. Zaten ruhu ele aldığımız tarz ve şekilde bu mesele hemen hemen hiçbir şekilde böyle bir izaha tabi tutulmamış.

Bu noktada elbette ki verdiğimiz misaller bu gün için fen ve teknolojinin elde ettiği verilere göre olmaktadır. Belki ileride daha farklı teknolojiler ve ilmi keşifler yapılacak, o zaman da ruh yazlımı denen bu ilahi program hakkında daha fazla bilgi sahibi olabileceğiz. Bilhassa, bu teknolojilerden olan “hologram teknoloji” geliştikçe daha farklı izah ve açılımlar olabilir. Hologram konusunu takip ettiğimizi okuyucu bilmelidir. Bu çerçevede, ruh ve hologram ile bazı bilgiler elde edebilir isek elbette ki bu bilgileri sizlerle paylaşacağımızdan emin olabilirsiniz. Değerli okuyucunun bu konuda sualleri ve ilave izah talepleri olur ise yorum veya mail üzerinden bize iletebilirler. Bu çalışmamızın günümüz teknolojisi ile haşır neşir olan değerli araştırmacılara bir kapı açması dileğiyle bu kısa çalışmayı şimdilik burada noktalıyoruz.

Benzer konuda makaleler:

3 Yorum

  1. Belli bir ilmî birikimi olanlar için güzel bir tahlil olmuş. Allah razı olsun.

  2. Çok istifadeli bir yazı olmuş. Tefekkür penceremizi genislettiginiz için teşekkür ederiz.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*