Urfa Paneli’nin çağrışımları

Bediüzzaman ile ilgili kongreler, paneller, konferanslar her geçen gün artıyor. Haliyle Risâle-i Nur eserleri üzerinde çalışanlar da, çalışmaları ilgiyle takip edip dinleyenler de artıyor.

Bu aynı zamanda okuyucu, araştırmacı ve dinleyici niteliğinin de artması anlamına geliyor.
Mart ve Nisan ayları bu noktada pek çok ülkelerde ve ülkemiz içerisindeki hemen hemen bütün illerde düşünce yoğunluğunun ön planda olduğu, Kur’ânî hakikatlerin umumî atmosferi etkilediği bir mevsime dönüşüyor.

Onun için Kur’ânî hakikatlerin anlaşılmasına dönük yapılan çalışmalar, aslında asrın sosyal, ekonomik, kültürel, siyasî ve ahlâkî dengesine olumlu bir katkı anlamına geliyor.

Risâle Nur’un meseleleri ruy-i zemin ile alâkadar olduğu gibi, ruy-i zeminin hadisatı da Risâle-i Nur ile alâkadardır. Onun için nurların intişarına engel oluşturanlar, aslında ülkenin gidişatına da olumsuz şekilde etki etmiş olmaktadırlar.

İşte bu gözle baktığımızda yaşadığımız mahal neresi olursa olsun, mutlaka Kur’ân talimine, Resulullah’ın (asm) anlaşılmasına, Nurların araştırılmasına, yaşanmasına karınca kararınca katkıda bulunmak, bir sorumluluk olsa gerekrir. Yani Kur’ân’ın mu’cize-i maneviyesi olan Risâle-i Nurlar’ın bir yerlerde ele alınması, incelenmesi sadece o inceleyenlerle, araştıranlarla ilgili olmuyor. O yörenin bütün yaşayanlarına, ölüsüne, dirisine birer huzur vesilesi olmaktadır.

Bediüzzaman Said Nursî’nin, ‘Urfa’nın taşına, toprağına, mezarda yatanlarına duâ ediyorum’ demesi, bu nokta-i nazardan manidardır. Yani yapılan bir müsbet faaliyet, o yöredeki bütün varlık âlemini olumlu etkileyen bir sonuç oluşturmaktadır.

Bir de bu faaliyetlerin olumsuzu düşünüldüğünde, demek ki çok yönlü bir yıkım meydana geldiği akla geliyor. Böyle bir ortamda olumlu işler zemin bulamıyor ve gelişmiyor. Sebebi yıkımın çok daha tesirli olması ve olumlu adımlar atmanın engelinin çok daha fazla olmasıdır.
O zaman himmeti yüksek olanların, böyle yerlerdeki manevî hizmetleri çok daha yoğun ve güçlü olmalı ki, orada bir değişim ve dönüşüm meydana gelebilsin.
**
Geçtiğimiz Cumartesi günü, Bediüzzaman Haftası faaliyeti çerçevesinde Urfa panelinde bulunduk. Saygıdeğer akademisyenlerden Doç. Dr. Adem Ölmez, Yrd. Doç Dr. Atilla Yargıcı ve Gazeteci Kâzım Güleçyüz ve bendeniz, Kur’ân medeniyetinin farklı boyutlarına dikkatler çekildi. Elbette böyle programlarda en fazla istifade eden belki de en fazla çalışan oluyor. Bu noktada her programa katılan, konunun yeni bir yüzü ile karşılaşıyor.

Urfa’nın, Bediüzzaman açısından apayrı, özel bir yeri var. O, Hakk’ın rahmetine bu mekânda kavuşmuş. Aslında denilebilir ki, tohum bu mekânda neşvü nema bulacağı toprağına kavuşmuş. Risâle-i Nur’ların her bir cümlesi bir tohum tanesi gibi, gönüllerde makes bulmuş ve filizlenerek, çiçekler açarak, şimdilerde meyveye dönmüş bulunuyor.

Artık hiç tahmin edemeyeceğiniz insanlar Risâle-i Nurlar üzerinde çalışmalar yapıyor.
Ailesi, çevresi Nurlardan korkan, çekinen, uzak duran gençler artık nurlu mekânlarda nurların atmosferinde şekilleniyor, nuranîleşiyorlar. Hatta Bosna’daki özel üniversitelerden birisinin rektörü ile konuşurken, ‘Sırp yöneticilerin çocuklarından okuttuklarımız var. Bizim yaklaşımlarımızdan ve çocuğundaki olumlu değişimlerden çok memnunlar. Artık daha saygılı, artık daha iyimser çocuklarımız var.’ dediklerini ifade ettiler.

Hakikat odur ki, düşman dahi onun hak olduğuna kanaat getirsin.
Akl-ı selim olan hiç kimse, Nurların insan üzerindeki, toplum üzerindeki olumlu etkisini göz ardı edemiyor. Geçenlerde gözüme ilişen bir fotoğraf karesinde, kıymetli yazar Prof. Dr. Mehmet Altan, Risâle-i Nur’ların bulunduğu bir kitaplık önünde, Nur kitapları okunan bir mekânda, onu dinleyen onlarca gence karşı sohbet ediyordu. Önceki yıl kendisi ile İstanbul’da TÜYAP kitap fuarındaki bir görüşmemizde, ‘Puslu Demokrasi’ kitabınızın son bölümünde epeyce bir sayfa Bediüzzaman’a yer vermişsiniz. Türkiye’nin yakın geçmişinin doğru anlaşılabilmesi için Bediüzzaman’ın duruşunun çok iyi tahlil edilmesi gerekir. Siz de bu konuda Türkiye’nin sözü geçerli birikimlerindensiniz. Bediüzzaman’ı özel olarak ele almayı düşünüyor musunuz?’ dediğimde, kendisi de Bediüzzaman’ı çalışıyor olduğunu ifade etmişti.

Dileriz, Türkiye ve İslâm dünyası, elindeki bu kıymetli mücevher hükmündeki eserlerden hakkıyla yararlanır. Yoksa, yakın gelecekte, Avrupa’nın zekâ tarlalarından gelecek manevî, Kur’ânî mahsulatı kullanmak elbette kaçınılmaz olacaktır. Nurların insanlara değil, insanlığın nurlara ihtiyacı var.

Nurlarla buluşmak ve onu anlama ve anlatma faaliyeti, özellikle ülkemizdeki ve dış ülkelerdeki entelektüel birikimlerin el atması gereken bir konudur. Çünkü gelişmiş bir birikimle ve farklı açılardan bu Kur’ânî hakikatlerin anlaşılması ve gün yüzüne çıkarılması ihtiyacı hat safhadadır.
**

İşte Urfa panelimiz de böyle bir iklimde gerçekleşti. Her yıl olduğu gibi bu yıl da Bediüzzaman paneline ilgi had safhada idi. Çocuklar, gençler, hanımefendiler, beyefendiler, millet vekilleri, mülkî erkân… ciddî bir teveccühle panelistleri dinlediler ve ‘İnsanlığın kurtuluş çaresiKur’ân Medeniyeti’ konulu çalışmaları sonuna kadar takip ettiler.

Gitmiş olduğumuz pek çok illerdeki salonlara yansıyan, hizmetlere yansıyan görüntü, arzın renginin ciddî anlamda değişiyor olduğu şeklindedir. Bu renge en fazla katkı yapanların ise, şefkat kahramanı olan kadınların, annelerin, genç kızların olduğunu ifade etmeden geçmemek gerekiyor.

Bütün bu ‘kervan yürüyüşü’nde emeği geçen kahramanları, isimsiz kahramanları sevgiyle, saygıyla anmak gerekiyor. Nur hareketi, nuranî ahlâklı, kişilikli, kimlikli kahramanları da yetiştiriyor. Onlar bu asrın nuranî bir asır olmasında emeği geçen, sahabe ahlâklılardır. Her attıkları adımlarında, ‘Acaba attığım bu adım Allah’ın rızasına uygun mudur?’ diye sorgulayan, melek ruhlu mü’minlerdir.

Müşahedem o ki, bu Kur’ânî faaliyetler yapıldıkça, yaşayanların, can taşıyanların alkış sesleri kadar; halen tasarrufu devam eden zatlar başta olmak üzere, bütün ruhaniyat ve kabir âlemindeki mü’min ve mü’minat da birer şehrayin suretinde yeryüzündeki o neşeye, sevince katılıyorlar ve onlar da alkışlıyorlar.

Bediüzzaman’ın, Urfalıların kabirde yatanlarına dahi duâ etmesini ben böyle anlıyorum. Çünkü kendilerine duâlar edilen mezardaki ruhaniyat elbette orada yatıyor olmayacaktır. Tıpkı hayatta olanlar gibi, mezarda bulunanlar da böyle Kur’ânî faaliyetlerde elbette salonlarda ve himmet ve duâlarıyla aramızdadırlar.

Şanlıurfa’da yapılan bir Kur’ân medeniyeti panelinde, öldükten sonra dahi tasarrufu devam eden zatlardan, hemen Urfa’da medfun bulunan Hayat-ı Harranî, Mağruf’u Kerhî ve Said Nursî Hazretleri, böyle bir faaliyette olmasın da nerede olsun?

Tam bir manevî şenlik iklimi.
Şükür, Hissettirene…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*