…Ve “Hacı Baba”mız da dünyaya veda etti!

Hemen ifade etmeliyim ki, kendisini “Hacı Baba” olarak tanıdığımız ve ona öyle hitap ettiğimiz ağabeyimiz, büyüğümüz bir Nur Talebesi ve Üstâd’ın son şahitlerindendi.

İhlâs Risalesi’inde izah edildiğine göre, uhuvvet mesleğinde, peder ile evlât münasebeti yoktur. Lakin ben, ortaokuldan liseye geçiş dönemimde, önce İttihad Gazetesi’yle, sonra Yeni Asya’yla, sonra da Nur Risaleleriyle tanışma bahtiyarlığına ve “cemaat” şuuruna erdiğimde, ihlâs abidesi o ağabeyi cemaat içinde “Hacı Baba” olarak buldum. Her ne hikmetse, gençler ona “Hacı Baba” diyorlardı.

Bilirsiniz ki, “baba” olarak anılan meşhurlarımız ve evliyalarımız da vardır. Budapeşte’de heykeli ve türbesi bulunan Gül Baba gibi… Mehmet Âkif’in ”Seyfi Baba”sı gibi… Ve, Van’da türbesi bulunan Sofu Baba gibi… Hacı Baba’mız ise şimdi Bursa’daki kabrinde gufrana bürünmüş fatiha bekler.

VEFAT TARİHİ KESİN, PEKİ YA DOĞUM TARİHİ?

Şimdilerde, vefatından sonra, onun hayatına göz atarken, muhterem Necmettin Şahiner’in Son Şahitler’inde bir son şahit olan Hacı Reşid Övet Ağabeyin 1938 doğumlu olarak kaydına tereddütle baktım. Zira bunun doğru olması halinde, bizim ilk tanıştığımız 1969’larda onun 31 yaşında olması anlamına gelir ki, bu yaş dilimi, gözümde canlandırdığım o zamanki Hacı Baba’nın kemâline ve cemaline uymaz.

O yıllardaki nazarımla, 50 yaş civarında, güzel taranmış sık ve siyah sakalıyla, kalın ve kara kaşlarıyla, başındaki “bere”siyle, yüzünden eksik etmediği tebessümüyle mümtaz bir Hacı Baba’ydı. Ama her şeyden önce o, “samimî ihlâs” sahibi ve “hıllet” tarifindeki, “en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş”ti.

Yaş konusundaki tereddüdüm de boşuna değilmiş. Onun bu dünyada tek evlâdı, biricik oğlu, Bursa’da mukîm İshak Övet Bey’e telefonla ulaşarak, taziyetlerimi ve üzüntümü ifade ederken, onun ağlamaklı ve üzüntülü hali karşısında, “yaş” meselesine giremedim.

“Mikail kardeş”, diyordu, “onun bir anda böyle uçup gideceğine bu kadar ihtimal verememiştik, hep yanımızda kalacağını zannetmiştik.” Ve şöyle devam ediyordu:

“Sanki  bir dağ yıkıldı da, altında kaldık. O, ebedî hayata ve sevdiklerine kavuştu. Dünyadayken o, zaten bir ahiret ehli olarak yaşadı. Bu gidiş onun için bir bayramdı. Olan bize oldu. Büyük bir duâ musluğumuz kesildi. Son zamanlarda sık sık dünyaya veda günlerinin yaklaştığını ima ediyordu. Vefatından beş gün önce de, “benimki tamam” derken, bir şey anlamamıştık da, ancak anî kaza sonucu vefatıyla bunu anladık. Doksanı aşkın yaşına göre sağlığı yerindeydi. 23 Ocak Perşembe günü, öğlen vakti, evden çıkıp camiye giderken araba çarpmış. Bir çok kırığı olmasına rağmen, hastahanede fazla acı hissetmiyor ve “ben camiye gidiyordum, beni buraya neden getirdiniz” diye soruyordu. Kazadan altı saat sonra ruhunu Rahman’a teslim eyledi.”

Bir gün sonra İshak Bey’i tekrar arayarak, Son Şahitler’deki doğum tarihi kaydını hatırlattım. “Oraya her nasılsa yanlış yazılmış, asıl doğumu miladî tarihle 1921’dir” dedi.

(Kısa bir anekdot: Bursa Işıklar Askerî Lisesinde yedek subay askerliğim esnasında (1977), Teleferik semtindeki mütevazi hanemizde Hacı Baba’ları ailece misafir etmiştik. Merhum Erdoğan Ulutepe’nin kerimesiyle İshak Bey’in nişan ve nikâh merasimlerinde bulunmuştuk. Aynı merasimde bulunan ve nikâh duâsını yapan, camiamızın yakından tanıdığı şair Nail Papatya Hocamızı da bu vesileyle rahmetle anmış olalım.)

ONA AİT HATIRALARIMIZDA “MENFİLİK” YOKTUR

Sonradan tamamıyla hizmetlere vakfettiği hanesi, bir Nur dersanesi mahiyetinde olmasına rağmen, zamanının çoğunu, evinden ziyade dershanede geçirirdi. Vakitli vakitsiz dershaneye her gidişimde, ekseriyetle onu orada hazır bulurdum. Temizliğe çok önem verirdi. Bahçe bakımlı, her taraf pırıl pırıl olurdu. Yapılacak başka bir iş yoksa, Kur’an, Cevşen veya Risale okuyarak zamanını değerlendirirdi. Ücrette nefsini geri çeker, hizmette öne atılırdı. Nerede ders, nerede hizmet, nerede iş varsa, o da oradaydı.

Kendi açımdan, onunla ilgili hatırlanacak çok güzellikler var. Erek Dağı ve Kale gezilerini mi, çevre yerlere beraber yaptığımız hizmet ziyaretlerini mi, dersanede ve derslerdeki güzel buluşmaları, tatlı muhavereleri mi? Bekir Berk Ağabeyin mektup ve tebriklerine mukabele olarak, (kendisi “eskimez” yazıyla yazdığı için) bazen yeni yazıyla bana yazdırmasını mı? Hangisini nazara verirsem, eminim ki, “işte hayat bu, işte uhuvvet bu ve işte ihlâs bu” diyeceksiniz.

(Küçük bir anekdot: Tefrikaya şiddetle karşıydı. Fitnekâr 12 Eylül darbesinden ve bilhassa anayasa oylamasından sonra, farklı kulvarlarda yer almamıza rağmen, o hiç fark gözetmedi. Bir kere olsun, “ayrılık” kelimesini teleffuz etmedi.)

Gezilerde, bilhassa dağa ve kaleye tırmanışlarda gençleri geride bırakan bir çeviklik gösterirdi. Hele Van Kalesi’nin güney cephesinde, Üstad’ın ayağı kayarken, hıfz-ı İlâhî ile atıldığı mağaranın alt taraflarında, aşağıdan yukarıya doğru gizli bir dar geçit var ki, çıkış ve inişlerde orasını kullanmada çok mahirdi. Üstad’ın duâsına mazhariyeti onda zahirdi. (Ziyaretlerinin birinde, ciddî bir hastalığı için Üstâd’ın duâsını  almış, sonra o hastalığından eser kalmadığı gibi, ömrü boyunca sıhhat ve afiyet içinde yaşamış.)

İKAZLARINI DA KENDİ ÜSLÛBUYLA YERLİ YERİNCE YAPARDI

Kur’ân, Cevşen ve Risale okumalarında devamlılığa önem verirdi. Gençlere ve çocuklara okutmayı sever ve tercih ederdi. Cemaatin durumunu da dikkate alır; ders, dershane ve cemaat bağlamında en makul ve vasat bir yolun takip edilmesine yardımcı olurdu.

Bakışıyla, duruşuyla, ciddiyetiyle, hülâsa lisan-ı haliyle ders verirdi. Uzun yıllar sık görüşmelerimiz, buluşmalarımız ve beraberliğimiz esnasında onun kahkaha ile güldüğüne şahit olmadım. Münakaşalı ve gıybetli ortamlardan sessizce uzaklaşırdı.

Van’a gönderilen Risaleler, onun eliyle muhtaçlara ulaştırılırdı. Yasak olduğu dönemlerde, kitabı alan kimseye, “sende görülürse, seyyar satıcıdan aldığını söyle” derdi. Bir defasında bir minübüs dolusu, bir köy ziyaretine gittiğimizde, camide öğlen namazından sonra Risalelerin istifadeye sunulması (gösterilmesi) esnasında, köy imamının aykırı bir imada bulunmasıyla, Hacı Baba derhal kitapları toplayarak,” haydi çıkalım” dedi. Daha sonra imam, peşimizden gelerek özür diledi ve ısrarla evine dâvet etti. Dâvete icabet ettik ve aramızda bulunan âlim ve fazıl Molla Ahmed (şimdilerde çok yaşlı ve hasta, duâ bekliyor), o hocanın anlayacağı dilden dersler yaptı.

Tatlı hatırlatmalarından birini de kendisi gibi son şahitlerden olan merhum Celal Alıcı Ağabeye yapmıştı. Celal Ağabey, Üstâd’ı ziyaretini anlatırken, hem gülümser, hem de gözlerinden yaş akardı. Hacı Baba bir defasında ona, “yahu Celal kardeş, ne ağladığın belli, ne güldüğün; ya ağla ya da gül ki, biz de ona göre vaziyet alalım” dedi.

Hiç unutmam, bir defasında cemaatle farz namazdan sonra salat-ı münciye okunurken, dalgınlıkla ellerimi duâya açmamışım. Hemen yanımda oturan Hacı Baba, elimden tutarak yukarıya kaldırdı. Tesbihattan sonra da, tebessüm ederek, “güvendiğin başka bir makam varsa, bilelim” diye latifede bulundu..

Bursa’daki Vanlı Mustafa Şahin arkadaşımda da bazı hatıralar var. Hacı Baba’nın tatlı ikazlarıyla ilgili bir hatırası şöyle:

“Bir kış gecesinde bir ev dersindeyiz. Dersi okuyan, uzattıkça uzattı. Gür yanan sobanın da te’siriyle bazı uyuklayanlar oldu. Hacı Baba dayanamayıp, “yeter kardeş yeter” dedi. Okuyan kimsenin, serzenişli bir eda ile “Hacı Baba, ben nefsime okuyorum” demesine karşılık, Hacı Baba’nın, “o zaman git evinde oku” mukabelesiyle, hepimiz güldük.”

HACI BABA, “HAŞİR” VAR MI?

Kulakları çınlasın, Van’ın tanınmış simalarından Ali Mergan, Hacı Baba’yı çok sever ve bu sevgisini bazı latif şakalarla gösterirdi. Haşir Risalesi’nin tükendiğini, mevcudunun kalmadığını bildiği için, bir punduna getirip, “Hacı Baba, haşir var mı?” diye sordu, o da “hayır” deyince, Ali Mergan, “tövbe tövbe, sen haşri inkâr mı ediyorsun” demesiyle, Hacı Baba tatlı bir kızgınlık gösterip, “haydi oradan, sen bana Haşir Risalesi’ni sordun, keçeli” dedi.

Bir defasında yine dalgın bir ânında, cemaat içinde “Hacı Baba, ihlâsın var mı?” diye sordu. O da İhlâs Risalesi’ni soruyor zannıyla “evet, var” dedi.  Ali Mergan da, “ihlâsım var demek, olmadığına delildir” diyerek, onu da, hazirunu da güldürdü.

Daha çok hatıralar var ki, onları da Allah’ın (cc) lütfu, Resûlullah’ın şefaati ve Nur’un rehberliğiyle inşaallah kavuşacağımız, cennet iskemlelerindeki sohbetlere havale edelim.

“Hacı Baba”mız nur içinde yatsın. Geri de kalanların başı sağolsun.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*