Viyana’nın kalbinde Medrese-i Nuriye

alt

II. Viyana Seyahati

Daha evvelden hiç gitmediğimiz Avusturya’ya, bu sene peşpeşe iki defa gidip görmek nasip oldu.

İlk gidişimiz, bundan altı hafta kadar önceydi. Mart ayının sonlarında, Abdullah Eraçıkbaş ve İnegöl’den Beytullah Kurtoğlu Ağabeyimizle birlikte önce Viyana’ya, ardından Grünburg kasabasına gittik. (Bu ilk seyahatimizi arkadaşımız Eraçıkbaş kaleme almıştı. Link adresi şöyledir: http://www.yeniasya.com.tr/yazi_detay.asp?id=10456)

Havaalanında bizi karşılayan Avusturya’daki Nur Talebeleri, bizi önce Viyana şehir merkezindeki bir camiye götürdüler. Daha sonra, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusunun gelip 1683’te karargâh kurduğu o muhteşem tepeye çıktık.

484 rakımlı bu tepenin ismi Kahlenberg. Kardeşlerle birlikte, bu tepenin terasından Tuna Nehrinin iki yakasına yayılmış olan koca Viyana’yı temaşaya daldık.

Bu seyir ve temaşa esnasında, ister istemez tarihin levhaları da gözlerimizin önünde resm-i geçit yaptı.

Birinci ve İkinci Viyana Kuşatması… Merzifonlu Mustafa Paşanın dirayeti, gördüğü ihanet ve hazin âkıbeti… Buna rağmen, biraz geri çekilmeyle birlkite, Avrupa’nın ortalarında iki yüz sene daha tutunabilme dirayeti. Ve nihayet, meşhûr Karacaoğlan’ın o hamaset yüklü şiiri.

O tarihte bir ismi de Nemçe olan Avusturya’nın mağrur kralına seslenen Karacağolan, şu manidar mısraları döktürüyor:

Hazır ol vaktinde Nemçe kralı
Yer götürmez asker ile geliyor
Patriklerin inmiş tahttan diyorlar
Bir Halife kalmış o da geliyor

Yetmiş bin var siyah postal giyecek
Seksen bin var Allah Allah diyecek
Doksan bin var tatlı cana kıyacak
Yüz bini de Tatar Han’dan geliyor

Şevketli efendim, Sultanım vezir
Altmış bin kılıçla yanında hazır
Deryalar üstünde boz atlı Hızır
Benli Boz’a binmiş o da geliyor

Biz o tarihten yaklaşık 300 sene sonra aynı Kahlenberg Tepesine gelip bunları tefekkür ederken, şehre nâzır o muhteşem manzara karşısında içimize doğan mânâları ise, şu sözlerle terennüm eyledik:

Hey koca Tuna!
Hey koca Viyana!
Bak, üç yüz sene sonra biz yine geldik.
Ama, korkma…

Çünkü, biz şimdi topla, tüfekle, silâhla değil; bu kez tam tekmil ilimle, fikirle, irfanla geldik.

Bak, elimizde topuz değil, nur var; silâh değil, kitap var. Bütün beşeriyeti aydınlatan, nurlandıran kitaplar…
* * *
Bu söylediklerimiz katiyen hayalî, farazî şeyler değil; mahz-ı hakikat olarak yaşananlardır, yaşadıklarımızdır.

Zira, elinde şimdi kitapla bu diyârlara giden o yüksek ruhlu ecdadın evlâtları, artık Viyana kapılarından geri dönmüyor; belki ciddi hiçbir engelle karşılaşmadan Avrupa’nın en ileri, en uzak merkezlerine kadar tam bir azim ve kararlılık içinde gidiyor, gidebiliyor.

Zira, bugünün en güçlü-kuvvetli ve en müessir silâhları bunlardır: Kitap, ilim, irfan, fikir, marifet…
* * *
Bundan kırk gün önce gittimiz Grünburg kasabasında, Avusturya ve Almanya başta olmak üzere, Avrupa’nın muhtelif ülkelerinden gelen fedakâr Nur Talebeleriyle görüşüp kucaklaştık.

Bu temiz ve şirin beldede açılmış bulunan yeni Nur medresesinde iki-üç günü birlikte geçirdik.

Bu medresemiz, Alplerden süzülüp gelen ve Tuna Nehrine gidip karışan, içinde bol miktarda alabalıkların yaşadığı tertemiz, pırıl pırıl akan bir ırmağın tam da kenarında yer alıyor.

Burada, hakikaten manzaranın seyrine doyamıyorsunuz: Medresenin için mûnis, etrafı temiz bir manzara…
* * *
Geçen hafta sonu Viyana’ya yaptığımız ikinci seyahatin asıl sebebi ise, Avrupa’nın merkezinde yer alan bu fevkalâde gelişmiş stratejik şehrin tam da kalbinde yeni bir Medrese-i Nuriyenin açılışına katılmak idi.

Şükürler olsun, bu ülkede ikamet eden, çalışan, yahut okuyan talebe kardeşlerle ve ağabeylerle birlikte katıldık ve ilk umumî dersten nasibimizi aldık.

Hâzâ min fadli’r-Rabbî.

1111 kuvvetindeki kardeşler

Viyana’nın merkezinde açılan bu yeni Nur medresesinde şimdilik dört kardeşimiz kalıyor. Dördü de talebe olup, muhtelif fakültelerde tahsil görüyor.

Bunların üçü Türkiye’nin farklı bölgelerinden gitmiş, biri de Kazakistan’dan gelmiş. Bu dört kardeşimiz, aynı çizgi üstünde omuz omuza verdikleri için, 1111 kuvvetinde ve kıymetinde hizmet ediyorlar.

Görüp tanıdıkça, maşaallah, bârekâllah diyerek onları tebrik ve takdir ettik.

Zira, tahsil için Viyana’ya geldikten sonra, burada çok büyük sıkıntılar çekip türlü meşakketlere mâruz kaldıkları halde, inandıkları dâvâdan yine de yüz çevirmemiş ve hizmet etmekten hiç geri durmamışlar.

Önce, talebe yurtlarında kalarak eğitimlerini sürdürmeye çalışmışlar. Ne var ki, en büyük sıkıntıyı ve en dayanılmaz zorluğu da burada çekmişler.

Onların kendi odalarında namaz için toplanıp, ardından ders-sohbet yapmalarına, yani hizmet-i Nuriyede bulunmalarına şiddetle itiraz edilmiş, dahası öfke ve tehevvürle müdahalede bulunulmuş.

Yanlış anlaşılmasın, buradaki Nur hizmetine karşı muaraza vaziyetini takınanlar gayr-ı müslim kimseler değil; maatteessüf, meslek ve meşrep taassubuyla hareket eden vatandaşımız, güyâ dindaşımız olan kimselerdir.

Her ne ise… Şerleri hayreyleyen Cenâb-ı Hak, zâhiren şer gibi görünen buradaki bed muameleyi de muazzam bir hayra tebdil eylemiş…

Bilvesile, Viyana’da açılan yeni Nur medresesinin bu güzide hizmekârlarını ve onlara maddî-mânevî her türlü desteği veren isimsiz kahramanları yürekten tebrik ediyor, onlara Cenâb-ı Hak’tan hayırlı muvaffakiyetler niyaz ediyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*