Yansıtmalı Aynîleşim

Bu savunma mekanizması, aynı zamanda bir his yanılması ile bağlantılıdır. Ferdin tam olarak benimsemediği inançları kabullenmesine yardımcı olan bir mekanizmadır. Kişi, kendisinde bulunan yanlış halleri ya da doğruluğundan şüphe ettiği halleri başkalarında da görünce bir rahatlama ya da yanlış olanı daha rahat benimseme yoluna gider. “Ben de yalnızca benim böyle bir halim var zannediyordum. Meğer aynı şey herkeste varmış!” şeklinde bir rahatlama arayışı sıklıkla karşılaştığımız bir durum olmalıdır.

 

Yine Amerikan Psikiyatri Birliği’nin bu mekanizmaya getirdiği tarife bir göz atalım: “Yansıtmadaki gibi, birey, emosyonel (duygusal) çatışma ya da iç ve dış stres etkenlerine, kabullenemediği duygu, dürtü ya da düşüncelerini bir başkasına hatalı bir şekilde yükleyerek tepki verir. Basit yansıtmanın aksine, birey yansıttığını tamamen inkâr etmez. Bunun yerine, birey kendi duygulanım ve impulslarının farkındadır. Fakat bunları diğer kişilere kabul görebilir tepkilerle hatalı bir şekilde yükler.”

Bu hali pek çoğumuz gizli bir kabahat, kimsenin görmediğine inandığımız bir suç işlemiş olmanın psikolojisinde yaşamışızdır. Suçluluk duygusu içimizi kemirirken bir başkasının aynı suça ortak olduğunu duyarak veya görerek bildiğimizde suçumuzu normalleştirme eğilimine gireriz. Bir kişinin bizimle aynı durumda olmasından hareketle, herkes için bu halin yaşanabilir olduğu noktasına ulaşır ve herkes tarafından işlenebilecek bir suçun aslında normal olduğu, hatta suç bile olmayabileceği düşünceleri ile rahatlamaya, sıkıntıların verdiği karanlıktan kurtulmaya çalışırız.

Benlik ve nefis genellikle kendini koruma ve savunma eğilimi içinde olduğu için, günahların verdiği utanç ve suçluluk duygusundan kurtulmaya bir yol arar. Bu arayışa en iyi cevap verecek hallerden biri suçun genelleştirilmesidir. Benliğin yeni yeni şekillendiği çocukluk döneminin de tipik özelliğidir bu. Çocuğa bir suçu ne için işlediği sorulduğunda, genellikle “Ali de öyle yapıyor!”, “Ayşe de öyle söyledi!” şeklinde cümlelerle cevap verir. Bu da insan fıtratında kendini savunmaya yönelik mekanizmalardan birinin yansıtma olduğunun bir ipucu olarak algılanabilir.

Bu mekanizma, özellikle günahların verdiği vicdan azapları ve “inkâr” psikolojisinde büyük önem kazanmaktadır. Duyulan rahatsızlık, kabullenmemenin bir belirtisidir. Kişi günah işlediğinde huzursuzluk duyuyorsa, bu hal, fıtratının günaha karşı olduğunun, özünde var olan doğruluğun göstergesidir. Normal şartlar içinde, hiçbir sıkıntı duymadan gönül rahatlığı ile günah işlenebildiğine tanık olmayız. Aslı ve özü ile ruhumuz, fıtrî halimiz her hangi bir uygulamanın doğruluğu konusunda bize bir his yaşatacaktır. Bu his, bir yönü ile vicdanın ya da fıtratın sesidir. Bu sesi dinlediğimizde büyük bir inşirah ve gönül rahatlığı yaşarız. Dinlemediğimiz anlarda huzursuzluk, sıkıntı, suçluluk ve değersizlik duyguları ortaya çıkar ve savunma mekanizmaları ile bir çıkış yolu arayışı başlar. İnkâr ya da isyan halindeki insan ya bu hali unutacak ya da kendi iç dünyasında bu hali normalleştirmeye, yani normal olarak algılamaya meyledecektir.

İşte, gafletin en ağır şekli anormalliğin normal algılanması halidir. Bu noktada savunma mekanizmaları sıklıkla kullanılmaktadır. Herkesin aynı hata içinde olması ferdi rahatlatır, ancak hatayı küçültmez. Ama insanlardaki his yanılması küçük halkalar içinde yer alan bir başka halkayı olduğundan küçük gösterdiği gibi hatayı da başka hatalar içinde görmek normalleştirebilmektedir. Bu mekanizmanın zorlaması ile kişi, insanların genelinde bu hatanın olduğu, ancak dışarı yansımadığı vehmine de kapılabilir. Bu daha ileri boyutta arzuya da dönüşebilir. Yani şuur altında herkesin suçlu olabileceği düşüncesi, herkesin suçlu olması arzusuna ve nihayet aslında herkesin suçlu olduğu inancına dönüşür.

Bu yönden bakıldığında suçlu bir fert çevresinde aynı suçu işlememiş olanların bulunmasını pek istemez. Tembel talebe sınıftaki çalışkan talebelerin mevcudiyetinden rahatsızlık duyar. Hatta, bu rahatsızlık kin ve nefret duyguları boyutuna ulaşabilir. Benzer mekanizmalar, hayatlarını dini esaslara göre tanzim etmeyen insanların, çevrelerinde başörtüsü gibi dini hatırlatan ya da çağrıştıran unsurlardan rahatsız olmaları durumunda da devreye girer. Bir şekilde, toplumun çoğunluğunun kendileri gibi olduğuna inanmışlardır. Ancak, şeair olarak adlandırabileceğimiz dinî motifler ya da dindarlığı ifade eden nişanlar bu inanca darbe vurmaktadır. İç alemde kurduğu ortak “suçluluk” dünyasına yönelik bir tehdit, zaman zaman bu otistik dünyayı yıkan bir saldırı olarak algılanır. Saldırgan ya da agresif tavırların alt yapısını bu psikoloji oluşturuyor olmalıdır.

Yansıtma mekanizmasında olduğu gibi, bu mekanizma da kişiyi rahatlatmakla birlikte, kalın bir gaflete götürecek özellikleri barındırmaktadır. Hayatı kolaylaştırabilecek bir nimet olacakken, ebedî hayatın mahvına yol açabilir. Mesela, ödevini yapmamanın verdiği sıkıntı ile başka bir arkadaşını arayan ve onun da yapamadığını öğrenen talebe, duyduğu rahatsızlık ile kalan vakitte ödevini yetiştirebilecek bir gayret içine girebileceği halde, başkalarının eksikliği ile rahatlama yoluna giderse mekanizmayı yanlış kullanmış olur. Ancak öğretmen zaviyesinden bakıldığında durum farklıdır. Ödevini yapamayanların çok sayıda olması cezayı azaltmaz, belki daha da arttırır. Hem ödevden beklenen maslahatlar da daha yüksek oranda ortadan kalmış olur. Haşir meydanında dünyada hazırlanan ödevler gösterilirken kaybedenlerin çokluğu hiç bir fayda sağlamayacaktır. Rahim-i Zü’l-Cemâl’in muamelesi Kahhâr-ı Zü’l-Celâl’in muamelesine dönüşürse suç ortaklığının ve suç ortaklarının birbirlerine hiç bir faydası olmayacaktır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*