Yılmaz Erdoğan’la “Kızıl Korku”

Yeni Asya Gazetesi ile tanıştığım günden bu yana, arızasız ve fasılasız birlikteliğimiz kırk iki senedir devam ediyor, Elhamdülillah.

Aslına bakarsanız; bu fakirin, Yeni Asya Gazetesi’ndeki yazı hayatı da bir o kadar eskiye dayanıyor. Lise sıralarında okurken aklıma takılan soruları fıkıh köşesine yazardım. Dine, imana aykırı sosyal olayları da gazeteye yazar gönderirdim ve yayınlanırdı.

1976 senesinden bu yana Yeni Asya’ya, ‘Kerim Karahanlı’ müstear isimle makaleler; ‘Nurhak Başkonuş’ mahlasıyla şiirler yazardım. Bazen, ‘Ozan Nurhaki’ bazen, ‘Aşık Nurhaki’ mahlaslarını kullanır; hatta Emine Yörük ve Mine… müstear ismiyle bayanlara yönelik yazılarım yayınlanırdı.

Demem o ki, Yeni Asya bu fakirin hayatında, vazgeçilmezlerin en önemlilerinden bir tanesidir.

 

Biz, ilk gençlik yıllarımızdan bu yana; Yeni Asya ile güldük, Yeni Asya ile üzüldük ve Yeni Asya ile beraber ağladık.

Yeni Asya gürül gürül yazıyorsa, biz onunla beraber gürül gürül çağladık. Kapandığı zamanlarda; on beş yazarından, on dördü mahkemelere düştüğünde, sorgulardan geçtiğinde, onlarla beraber hüzünlendik. Tekrar tekrar başka isimlerle çıktığında, sevincimizden yerimizde duramadık.

Okullar kapanıp memlekete döndüğümde, köyümüze giden kamyon durağının yanındaki bayiye tembih ederdim; Yeni Asya gazetesini her gün veya haftada bir topluca kamyona verirdi. Kuş uçmaz kervan geçmez, dağ başı köyüme Yeni Asya gazetesi gelirdi. Ben de şehre ne zaman gelsem, bayiye uğrar parasını öderdim.

Yeni Asya bizim için, bir tutkunun, bir sevdanın adıdır.

blank

Bendeki bu Yeni Asya tutkunluğunun mimarı sayılacak bir isimle olan hatıramı, bu gün sizlerle paylaşmak istiyorum:

Sahil kenarındaki Dilek dersanemizde bir gün; kardeşlerle çay muhabbeti yaparken, dersanemizin kapı zili çaldı. Kardeşlerden birisi açmak için kapıya gitti. Biraz sonra geri geldi, “Bir bayan var kapıda, Yeni Asya Bürosunu soruyor’’ dedi.

‘’E..tarif edeydin kardeş büroyu…’’ ‘’Tarif ettim de, ‘Ben bulamam, bir arkadaş beni büroya götüremez mi?’ diyor, dedi. ‘’E.. biriniz götürün o zaman.’’

Kızcağızı büroya gönüllü götürecek kimse yok. O zamanlar, değil bir bayanla yan yana yürümek, konuşmak bile bize ağır gelirdi. Takva anlayışımıza uymazdı böyle şeyler.

Bana dediler ki: ‘’Valla Hüseyin kardeş sen götür. Büroya gitmek işi sana düşer.’’

Büro da Taksim meydanında, dersane ile arasındaki mesafe biraz uzak.

Bu bayan arkadaşla yola düştük. Yol boyunca konuştuk. Trabzon’a yakın bir köydenmiş. Yeni Asya gazetesine abone olmak istiyor ve gazeteye yazı göndermek istiyormuş.

Ben de; bu konuda kendisine bürodaki abinin yardımcı olacağını söyledim.

Trabzon Yeni Asya Bürosu’nu fedakâr ve cefakâr abimiz, Yılmaz Erdoğan çalıştırıyordu.

Büromuz, Taksim Meydanı’na hakim bir binanın ikinci katında idi. Üst katında ise, Adalet Partisi Trabzon il teşkilatı vardı. Dolayısıyla Yeni Asya Büromuzun çok işlek bir konumdaydı.

Büroya vardık. Yılmaz Erdoğan Abiyi, gazete paketlerken bulduk. Selam ve hoş beşten sonra kızcağızla Yılmaz abiyi tanıştırdık. Yılmaz Abi yardımcı oldu. Ondan sonraki zamanlarda bu bayan kardeşimizin yazıları Yeni Asya’da sürekli yayınlanıyordu. Allah selamet versin.

*

Yılmaz Abi bu gazeteleri ne yapıyordu böyle?

Gazeteyi dörde beşe katlıyor, üstüne beyaz bir kağıttan kuşak yapıyor ve üst üste istif ediyordu.

Meğerse Yılmaz Abi, artan gazeteleri Trabzon’un köylerindeki tanıdıklarına postayla gönderiyormuş.

Artık, her hafta sonu Yılmaz Abinin yanında idik. Bir haftalık biriken, satılmayan gazeteleri iade etmiyor; bütün Türkiye çapında kimi tanıyorsak, kimlerin adresi bizde varsa, o adreslere tanıdık tanımadık herkese postalıyorduk. Tıpkı mektup gönderir gibi, biriken gazeteleri tespit ettiğimiz adreslere gönderiyorduk. Daha doğrusu; biz Yılmaz Abiye yardım ediyor, adresleri yazıp paket yapıyorduk; Yılmaz Abi de postaneden adreslere gönderiyordu.

Kısacası, Yeni Asya’nın Türkiye’nin her şehrine, kendi imkânlarımız ölçüsünde ulaşmasını sağlayan güzel ve zevkli bir iş yapıyorduk.

Yılmaz Abinin bir mobileti vardı. Kar demez, yağmur demez, zaten Trabzon’da yağmur eksik olmazdı ki. Her şart altında Yeni Asya’ yı dağıtırdı. Şimdi İstanbul’da ikamet eden ve yıllarca böyle bir zahmetli işi zevkle yapan, cevval nur talebesi Yılmaz Erdoğan Abime, Allah’tan sağlıklı, huzurlu ve uzun bir ömür diliyorum.

Seksen öncesi, Türkiye’nin belki de en geniş ağına sahip olan Yeni Asya Yayınevi gerçekten de ‘’Gayemiz vatan sathını bir mektep yapmaktır’’ parolasıyla girmedik ev, eğleşmedik iş yeri bırakmamıştı.

Yeni çıkan kitapların afişleri Yeni Asya bürosuna gelir. Bu büyük boy kitap ilanı afişleri, esnafların vitrinlerini süslediği gibi; Trabzon caddeleri ve sokaklarını da duvarlara yapıştırılarak süslerdi.

Kulakları çınlasın, Yılmaz Erdoğan Abi gece yarısına yakın Zümrüt’e gelirdi. Elinde uzun saplı bir fırça, bir de helke. Helkeye suyu doldurur, yapıştırıcı ilacı içerisine katar karıştırırdı. Saat gece 24:00’ı gösterdiğinde, birkaç arkadaş parkalarımızı giyer; kitap afişlerini alır, Hacı Kasım sokaktan başlardık duvarlara yapıştırmaya.

Önümüzde Yılmaz Erdoğan Ağabey, birimizde helke birimizde fırça; Uzun Sokak, Maraş Caddesi, Taksim Parkı o gece bizden sorulurdu.

Vehbi Vakkasoğlu’nun ‘Bozgun’unu hatırlıyorum. Trabzon’un bütün ana caddeleri ‘Bozgun’a uğramıştı.

Sene sanıyorum 77 veya 78. Yeni Asya büromuza uğradığımız bir gün Yılmaz Abi: ‘’Hüseyin kardeş yeni bir kitabın afişleri geldi, bu gece onları yapıştıralım’’ dedi.

‘’Olur ağabey yapıştıralım.’’

‘’Saat 12’de Zümrüt’te buluşuruz.’’

Hangi kitap bu? Kimin Kitabı?

‘’Kızıl Korku.’’

Neee… Kızıl Korku mu?

Kitabı şöyle bir karıştırdık, küçük ebatta bir kitaptı bu. Cep boydan az büyük bir eser. Yazarı kısmında; Virgil Gheorghiu isimi vardı.

Komünist Rusya’da geçen bir olay ve komünizm karşıtı bir kitap.

Seksen öncesi, Trabzon gecelerinde, sokaklarda ya devrimciler ya da ülkücüler olurdu.

Ama artık Trabzon sokakları, Nurculara da alıştı. Duvarlar sadece onların değildi artık.

Geceleri sokaklarda rastladığınız parkalı, pos bıyıklı gençler duvarlara, ‘’Faşizme geçit yok. Kahrolsun Faşizm ‘’ yazıyorsa belâ hazır uzaklaş oradan.

Yok parkalı gençler, ‘’Kahrolsun Komünizm.’’ yazıyorlarsa sıkıntı yoktu; bunlar kardeş kuruluşlar sayılırdı.

Yılmaz Abi gecenin ilerleyen saatinde dersanemize geldi.

Kovaya suyu doldurduk. Yapıştırıcı tozunu atıp, karıştırdık. Fırçamızı aldık, afişler koltuğumuzun altında sokağa çıktık. Yılmaz abi hariç iki veya üç kişiydik. Kalabalık olursak dikkat çekerdi. Onun için az olmakta fayda vardı.

O gecenin karanlığında ve ilerleyen saatinde, sokağa çıkmak gerçekten yürek isteyen bir iştir. Hem de komünizmi kötüleyen, komünizm karşıtı bir kitabın afişini, duvarlara yapıştırmak her babayiğidin yapacağı şeyler değildi.

Ama, madem ki ‘’Gayemiz vatan sathını bir mektep yapmaktı.’’ Gerisi vız gelirdi.

Uzun sokaktan başladık yapıştırmaya. Birimiz helkeyi taşıyacak, birimiz boş ve herkesin gündüz göreceği duvarı işaret edecek. Birimiz de fırçayı kovaya daldırıp, duvarın en üst köşesine fırçayı sürecek. Sonra aynı fırçanın üzerine afişi koyacaksınız, hop en üste, yapıştırıcının sürüldüğü yere uzatıp, fırçayı afişe süreceksin. Bir de bakmışsın ‘’Kızıl Korku’’ duvarları mektep yapmış.

Saat gece 00:1.00’a gelirken, Taksim Meydanı’ndaki duvarlar, sonra Ulusoy otelin üstünden, Kafkas otelin yanından aynı işlemleri yaparak Değirmendere’ye doğru duvarlar ‘’Kızıl Korku’’yla donanacaktı.

Bu arada Yılmaz Abiye, ‘’Abi inşallah bu gece komünistler sokakta olmazlar’’ derdim.

Şayet komlar sokağa yazmaya çıkmışlarsa, bizim afişi görecekler; ‘’Vay Faşolar’’ deyip saldırıya geçeceklerdi eminim.

Allah’tan o gece Trabzon’un cadde ve sokakları, tevafuken Nurculara tahsis edilmişti.

Saat gecenin bir yarısı afişlerimiz bittti ve biz iki üç arkadaşla birlikte, hızlı adımlarla Zümrüt dersanemizin yolunu tuttuk.

‘’Vatan sathını mektep yapan’’ cesur yüreklere selam olsun.

Atilla Yılmaz

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Abicim siz kime hizmet ediyorsunuz. Nur talebesi böyle şeyleri yapamaz militan gibi anarşist gibi sokak sokak böyle hizmet olmak. Zaten sokağa çıkan siz ve diğerlerinin hali ortada .Allah ıslah etsin. Çünkü ne ben ne de sen seni ve fikrini ıslah edemeyiz.Ancak Allah ıslah eder.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*