Kâinattaki nizam ve felsefenin yanılgıları

İnsanlık âleminde Hz. Âdem’le (as) başlayan imtihan sırrı devam ediyor. Haşre kadar da büyük “sırlar”la devam edecek. İnsan olmanın, imtihana tâbi olmanın vazgeçilmez bir icabı bu. Yüce Yaratıcı tarafından “sırr-ı hilkat” hamurunun içine konulan hikmetin gereğidir bu. Kâinatın Hâlıkı, çoğu zaman insan aklının eremeyeceği şekilde; Zat-ı Akdes’ine uygun olan hikmetli bir düzen ve nizam kurmuş.

Bütün bu sırlar âlemini, hikmet ve gayelerini anlayıp, çözebilmenin tek bir yolu var. Yaratana sığınmak, imanda buluşmak, Kur’ân’a sarılmak, sadece onda ittifak etmek… Kâinatın ve beşeriyetin rehberi, hâtemü’l-enbiya Peygamber Efendimizi (asm) dinlemek… Onların tatbikatlarına ve öğütlerine kulak vermek…

Bu kâinatı yaratan Zat-ı Zülcelâl’in büyük bir saati vardır. Bu saatin milleri, feleklerin çeşit çeşit deveranlarından ibarettir. Her gün aralıksız işleyen bu deveran; günleri, seneleri, saatleri, olaylarıyla birlikte içine alarak işleyişini devam ettiriyor. Sayılı günleri gösteriyor. Her geceden sonra bir sabah, her kıştan sonra da bir baharı müjdeliyor. Önümüzdeki saat, ay, gün ve yılların neleri getireceğinin yazılı olduğuna imanımız tamdır. Ama tahminlerimiz bizi yanıltabilir… Hep güzel ümitlerle yaşamaya devam etmeliyiz. (İ. İ’câz, s. 56)

“Kâinatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye, ibadettir.” (Age., s. 22 )

“Cenâb-ı Hakk’ın ahdi meşiet, hikmet, inayet’in ipleriyle örülmüş nurânî bir şerittir ki; ezelden ebede kadar uzanmıştır. Bu nurânî şerit, kâinatta nizam-ı umumî şeklinde tecelli ederek, silsilelerini kâinatın envaına dağıtırken, en acip silsilesini nev-i beşere uzatmıştır ve ruh-u beşerde pek çok istidat ve kabiliyetlerin tohumlarını ekmiştir. Fakat o istidatların terbiyesini ve neticesini, cüz-ü ihtiyarînin eline vermiştir. O cüz-ü ihtiyarînin yuları da, şeriatın, yani delail-i nakliyenin (naklî delillerin) eline verilmiştir. Binaenaleyh, Cenâb-ı Hakk’ın ahdini bozmamak ve ifa etmek, ancak o istidatları lâyık ve münasip yerlerine sarf etmekle olur. Ahdin nakzı ise, bozmak ve parçalamaktan ibarettir. Meselâ, bazı enbiyayı iman ve tasdik, bazılarını inkâr ve tekzip; bazı hükümleri kabul, bazılarını red; bazı âyetleri tahsin, bazılarını kabih ve çirkin görmek gibi. Zira böylece yapılan nakz-ı ahd nazmı, nizamı, intizamı ihlâl eder, bozar.” (age)

Gerçek bu, hüküm bu! Bu hükümlerin dışındaki bütün düşünce sistemleri ve ideolojiler insanlığa maalesef geçici, sanal ve aldatıcı bir mutluluk getiriyor. İlâhîlik yolunun dışına çıkıp “dünyevîlik” tercihiyle geri dönülmez “girdaplara” giren herkes, topyekûn bir “kandırmacanın!” figürleri. Büyük oyunların figüran ve “kobayları” olmak istemeyenlerin tercihleri başta “İlâhîlik, semavîlik” olmak üzere bütün bunları kapsayan; adaletin, saadetin, insanlığın, hukukun, berraklığın, hasbîliğin, yardımseverlik ve diğergamlığın hâkim olacağı Kur’ânî yola yönelmektir. İnsanlık tarihi de, Kur’ân-ı Kerîm ve diğer semavî dinler ve kitaplar da bunu aynen böyle söylüyor.

Asrın bütün maddî ve manevî yaralarına ışık tutan Risale-i Nur Külliyatı’nda; zındıka komitesine hizmet eden felsefenin aldatmacalarına karşı çok tesirli, ikna edici ifade ve tesbitler vardır. Bu materyalist güruh; kendi kafa fenerlerinden çıkan fikirlerle, her türlü vasıtayı kullanarak; harîs menfaatleri uğruna; vahiy ve İlâhîlikle mübareze ve mücadelelerinde ehl-i imanı kullanarak, onların üzerindeki tasallut ve hücumlarını aralıksız devam ettirmektedirler.

Bu menfîliklere karşı; bütün hükümlerini akla tesbit ve teyid ettiren Kur’ân yolunun yolcusu olan Risale-i Nur Külliyatı ve onun muhterem müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin dünyaya haykırıp, “hak” namına kabul ettirdiği ve en başta kendi nefsini sorgulayarak kabul ettirdiği harika bir tesbitinin burada izahına kısa bir paragraf açalım.

“Zemin yüzünde haşir ve neşr-i âzamın yüz binler numunelerini gösteren bir seyran ve seyelân içinde kafile kafile arkasında gelen geçen mevcudatın” hallerini, ferd ve toplum olarak Allah’ın verdiği akılla çok iyi değerlendirip muhasebe yapmak durumundayız.

Millet olarak başımıza gelen her türlü halin mutlaka bir hikmetinin ve kaderin cilvesi olduğunun idrakiyle hareket ederek, manevî hizmetlerimize yoğunlaşmamız gerektiği ortadadır.

“Of, yazık! Ah yazık!” feryatlarından kurtulmanın, ahların, ofların altında derinden derine bir vâveylâ-i rûhî hissetmemenin kısa ve çıkar yolu, Kur’ân’dan gelen saadet yolu, sırr-ı îmândan çıkan mantığın gereği, lûtf-u Rahman’dan gelen tevhidin imdada yetişeceğine olan teveccühümüz olmalıdır. Karanlık halleri aydınlatacak, bütün “ah”, “of” ve ağlamaları sürur ve mutluluğa çevirecek çare, barekâllahların yardımı ve rehberliğindeki; “Elhamdü lillahi âlâ nûri’l-îmân” hakikatiyle şereflenmektir.

Kâinatı dolduran hadsiz kuşlar ve kuşçuklar ve sinekler ve hesapsız hayvanlar ve hayvancıklar ve nihayetsiz nebatlar, bitkiler, ağaçlar hiç ara vermeksizin ibadet ve hizmetlerine devam ediyorlar. Hasbünallah ve ni’me’l-vekîl’in mânâsını yâd etmeye devam ediyorlar.

Tâğîliğin, gafletin, fesadın, fitnenin her tarafı sarma istidadı gösterdiği böyle bir zamanda ehl-i imana düşen her zamandan daha dikkatli ve itinalı olarak menfiliğin bütün çekim alanlarından azade ve uzak kalarak manevî aküleri doldurmaya fazla özen göstermektir.

“..şarktan garba, şimalden cenuba kadar yayılan, mikroptan tâ gergedana kadar, en küçücük sinekten tâ en büyük kuşa kadar bütün onların rızıklarını yetiştiren rahmetinin hadsiz vüs’atine; ve herbiri emirber nefer gibi vazife-i fıtriyesini yapmak, zemin yüzü her baharda, güz mevsiminde terhis edilenler yerinde yeniden taht-ı silâha alınmış bir orduya ordugâh olmak cihetiyle hâkimiyetinin nihayetsiz genişliğine kat’î delâlet ederler…” (Münacat) diye devam eden bu hakikatlere sarılarak müsbet mânâdaki tevekkülümüzü şahsî gayret ve duâlarımızla kuvvetlendirip Rıza-yı İlâhîye nail olma ümidiyle, bir duâyla yazımızı noktalayalım.

Ya Rabbi! Şahsımızı, aile efradımızı, İslâm cemaatinin ve Nur dâvâsının “şahs-ı manevisi”ni, gafletten, nifaktan, tembellikten, ülfetten, ihlâssızlıktan, vefasızlıktan, itham, gıybet, tarafgirlik, hizipçilik, zan, iftira, zulüm, adaletsizlik, sabırsızlık, sadakatsizlikten, sebatsızlıktan, fevrîlik, cesaretsizlik, nezaketsizlik, haset, hırs, korkaklık, şükürsüzlük, isyan, tuğyan, dalgınlık, ümitsizlik, emanete hıyanet gibi İslâma aykırı olan her türlü haram ve kötü hasletlerden muhafaza eyle! Âmin.

Ya Rabbi! Kin ve husûmeti kaldırıp, ihlâs, uhuvvet, muhabbet, sulh, hoşgörü ve sükûnet ihsan eyle. Âmin

Ya Rabbi! Ülkemizde ve dünya üzerinde hakikî manada, hulus-i kalple; dünyevî ve uhrevî hiçbir maddî-manevî menfaat beklemeksizin sadece Senin rızanı kazanmak üzere ömürlerini, mesailerini “kudsi dâvâ ve hizmete” adamış, Kur’ân’a çalışan ve hizmetlerde faal olarak bulunan herkese ihlâs-ı tamme, sadakat, metanet ve gayret ver. Âmin.

Ehl-i imana, mağdur ve mazlûm insanlara Sen yardım et Ya Rabbi! Âmin. Hayırlı hizmetler ihsan et Ya Rabbi! Âmin. İslâm coğrafyasındaki “kanı” durduracak feraset, basiret ve yardım duygularını hayata geçirmeyi en kısa zamanda tecelli ettir Allah’ım! Âmin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*