Kanayan bir yara için tek çare

Türkiye’nin kapanmayan yarası başörtüsü yasağı. Demokratikleşme sürecine en büyük engel… Yıllarca süren bu zulme dur deme vakti geldi.

Biliyorum bu sözler defalarca söylendi, yazıldı. Ama söylenmeye devam edecek. Tam bir özgürlük elde edilmeden bu problemin gündemden düşmesi mümkün değil.

Çözüm bulunmuş gibi görünüyor, bazı üniversitelerde başörtüsü artık serbest… Ama unutulmaması gereken bir şey var; o da yasak sadece üniversitede değil ki. “Kamusal alan” diye tabir edilen yerlerde başörtüsü hâlâ yasak.
Her şeyin maddeye endekslendiği asrımızda aileler de gözünü maddî olan makama ve paraya bağlamış durumda. Çocuklarının kısa dünya hayatı için kaygılanırken, asıl hayat olan ahiretini düşünmüyorlar. Özellikle dindar ailelerin bu maddeci akımdan etkilenerek çocuklarına baskı yapmaları çok ilginç… Bu konuda söylenecek daha çok şey var. Yürekler hâlâ yanıyor. Sadece kaybedilen eğitim-öğretim hakkı, insânî özgürlüğü, terk edilen okul için değil bu yangın. Çoktan bunun derdini unuttuk bile. Çünkü Rabbim bir kapıyı kapatırken; O’nun rızası için hareket eden kullarına öyle kapılar açıyor ki tarif edilemez. Ve insan sadece ve sadece bir tek şeyin pişmanlığını yaşıyor belki de: Keşke hiç taviz vermeseydim ya da vermeseydik. Çünkü verilen tavizlerin faturası ağır oluyor. Verilen taviz, beraberinde diğer tavizleri de doğuruyor. Ve içinden çıkılamaz bir hâl alıyor. Başımıza gelen bu zulme tesettürsüzlükle veya tesettürün ehemmiyetini tam anlayamamakla kadere fetvâ verdirdik diye düşünüyorum. Birileri ise “Başörtüsü sorununu çözdük” diyor. Evet bir bakıma haklılar, çünkü verdirilen tavizlerle öyle hâle geldik ki; başörtülü okula girmek serbest olduğu halde girmekten içtinap ediyoruz. Sizce bundan daha acı bir çözüm olabilir mi?
Yürekler hâlâ yanıyor! Çünkü bu tavize boyun eğmek zorunda bırakılanlar var. Çünkü ailesi ile inancı arasında çıkmaza giren, çaresizlik yüzünden gözyaşı döken feryatlar var. Sadece “bir meslek sahibi olsun, para kazansın, geleceği güvence altında olsun” diye üniversiteye gönderilip ebedî hayatını kaybetme tehlikesinde olan gençler var. Üniversitede eğitim-öğrenimi ile uğraşması gereken yerde “Acaba yarın okula örtülü girebilecek miyim? Acaba hakkımda tutanak tutulacak mı?” diye düşünenler var.
Bir gün veya bir derse girince zafer kazanmış gibi sevinenler var. “Bu zulüm artık geride kalmadı mı?” diye düşünenler olabilir belki de. Evet hâlâ sınıfa alınmayan hatta kampüse bile örtülü girmesi yasak olan arkadaşlarımız var. Sınıfa alınsalar bile psikolojik baskı ve tehditlerle sınıftan çıkmak zorunda bırakılan kardeşlerimiz var. Ama “yasak sadece onlara” diye bizim için sorun olmaktan çıkmamalı. Bu yasak hepimizin derdi. Bu yara bütün ehl-i imanın yarası. Fakat ne yazık ki; yapılan bu keyfî muâmelelerin çözümünü, ellerinden hiçbir şey gelmeyen ve hatta işi daha da karmaşık hâle getiren siyasetçilerden bekliyoruz.
Bu zulüm ancak İttihad-ı İslâm ile çözülecek. Ve bu ittihad da Risâle-i Nur ile sağlanacak İnşâallah.
İçtimâî bir çok tesbiti bugün sosyologlar tarafından da doğrulanan Bediüzzaman Said Nursî’nin de söylediği gibi sadece bu zulüm de değil, Müslümanların çektikleri zulümlerin çaresi de İttihad-ı İslâm. Öyle ise; ey âlem-i İslâm! Uyan, Kur’ân’ın hakikatlerine sarıl!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*