Müslümanlık Nerede?

Karanlık ve ıssız bir geceydi.

Korku dolu bakışlar vardı her simada. Tedirgin yürekler… Belliydi, bir fırtına kopacaktı. Bu yüzden sessizdi gece. Herkes tedirgindi. Güneşin doğuşunu, gökyüzünün mavi rengini, kuşların sesini, bulutların birbiri ile olan yarışını, anne evlâdını, abi kardeşini, dede torununu, camiler cemaati, minareler ezanı bir daha görebilecek mi sorusu vardı tedirgin yüreklerde. Gözlerde yaş, dillerde duâ ve gönüllerde zikir vardı. Zifiri bir karanlık… Ve ardından yürekleri yakan bir anne feryadı… Gecenin sessizliğini bozan, karanlığı aydınlatan, yürekleri yakan ve etrafına ateş saçan bir bomba.
***
Böyle bir gece düşünün. Her günün gecesinin böyle olduğunu. Hayat ile ölüm arasındaki çizginin yalnızca an olduğunu. Düşünmek bile zor olsa gerek. Ama düşünmek şöyle dursun, bu hayatı şu an yaşayan binlerce, hatta milyonlarca insan yok mu? En azından bunu düşünelim. Eğer hâlâ vicdan duygusuna sahipsek, bir an olsun düşünelim. Kuru ekmeğe muhtaç olanlar varken, ekmeği çöpe atarken bir düşünelim. Zalimin zulmü altında her türlü işkenceye maruz kalanlar varken, üstelik Müslüman kardeşlerimiz bu durumdayken, rahat bir hayat yaşarken bir düşünelim. Kullanım kılavuzumuz olan, Müslümanın olmazsa olmazı olan Kur’ân bizleri defalarca düşünmeye sevk ederken, hâlâ neden düşünmekten bu kadar uzak durmaya çaba gösteriyoruz. Bizlere mazlûmun yanında olmak yakışırken, ne için hâlâ sessiz kalıyoruz. Suriye’nin sessiz gecesine bürünmüş, Mısır’ın tedirgin yüreğine dönüşmüş, Filistin’in ıssız karanlığına kaplanmış yüreklerimizi ne zaman bunlardan arındırarak kardeşlerimizin yanında yer alacağız. Birlik ve beraberlik illa bir safta olmak mıdır? Gözler birbirinden uzakken, yürekler beraber olamaz mı? Onların yanında saf tutamıyorsak, neden onlar için gönüllerimiz, yüreklerimiz duâ kapısına iltica etmiyor?
***
Kardeşliğin ırkı olur mu? Ne oluyor bizlere? Bugün Suriye’de, Filistin’de, Mısır’da, Doğu Türkistan’da zalimin zulmü altında her türlü işkenceye, zorbalığa, hayâsızlığa maruz kalan bizim kardeşlerimiz değil mi? Onlar da bizim Peygamberimize (asm) inanmıyorlar mı? Onlar da bir olan Allah’a (cc) ibadet etmiyorlar mı? Onlar da “Müslümanlar ancak kardeştir.” diyen Kur’ân’a iman etmiyorlar mı? Bizler Birinci Dünya Savaşının ardından Batının aç gözlü, sömürgeci devletlerinin besin kaynağı haline gelen vatanımızı savunmaya çalışırken; onlar, her türlü yardımı yapabilmek için varını-yoğunu bizlere göndermediler mi? Malı-mülkü-zenginliği olmayanlar bizler için duâ etmedi mi? Şimdi düşünelim, hangimiz Müslümanız? Müslümanlık yalnızca dil ile ifade etmek midir? Kalp ile tasdik etmek yok mudur? Bizler zalimin zulmü altında kalmış olan Açeli Müslümanlara yardım eden ecdadın torunları değil miyiz? Hatta yalnızca Müslümanlara yardım eden bir ecdat değil, İspanya’da zulme uğrayan Yahudilere yardım eden bir ecdadımız yok mu? Ne olmuş bizlere? Kalplerimiz neden bozulmaya yüz tutmuş? Bugün baktığınızda karışıklık, iç savaş, zulüm sadece Müslüman ülkelerde var. Bunun sebebini hiç düşündük mü? Düşünmesi gereken bizlerin, düşünmediği o kadar çok gerçek var ki, bunlar yazmakla bitmez.

Son olarak, Merhum Mehmet Âkif Ersoy’un yıllar önce sanki bugünü görüyormuş gibi yazmış olduğu şu satırları da düşünelim, belki kararan yüreklerimize aydınlık vesilesi olur.

“Müslümanlık nerede, geçmiş bizden insanlık bile.
Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok nafile.
Kaç hakikî Müslüman gördümse, hep makberdedir.
Müslümanlık bilmem amma, galiba göklerdedir…
Irzımızdır çiğnenen, evlâdımızdır doğranan.
Hey sıkılmaz, ağlamazsan bari gülmekten utan..!”

Yâ Rab! Makberdeki vicdanlarımızı dirilt ve bizi sırat-ı müstakimden ayırma. Allah’ım, bizlere birlik ve beraberlik duygusunu hâkim kıl. Allah’ım Müslümanlara yardım et ve bizi kâfirler topluluğuna karşı galip eyle. Âmin!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*