O, imansız nesil yetiştirmek isteyenlerin karşısında durdu

“yeni devletİN KURULUŞUNDA rol alan adamlar bütün güçleriyle milletin imanını söküp almak, imansız bir nesil yetiştirmek İÇİN ÇALIŞTILAR, devletin gücünü bu maksada yönelik kullandılar. Bu hainane ve düşmanca tahribata karşı muhalefet edip duracak kimse yoktu. Bir tek kimse vardı, o da Bediüzzaman.”

Demokrat Eğitimciler Derneği’nin Cumartesi Seminerleri devam ediyor. Yeni Asya Vakfı’nın İstanbul Süleymaniye’deki salonunda yapılan seminerin konusu “Nur Hareketinin Eğitim Açısından Önemi” idi. Seminere konuşmacı olarak İlahiyatçı Harun Keleş katıldı. “Risale-i Nur ve Bediüzzaman dendiğinde, bu topraklar üzerinde 600 küsur yıl hükümran olan bir İslâm devletinin çeşitli sebeplerle yıkılmasından sonra kurulan yeni devlette rol alan adamlar bütün güç ve kuvvetleriyle bu milletin insanlarının imanlarını söküp almak, tamamen imansiz bir nesil yetiştirmek gayesine matuf devletin gücünü ve imkânlarını ele geçirmişler ve bu maksada yönelik kullanmışlar” diyen İlahiyatçı Harun Keleş, böylesine büyük ve İslâm’ı yaşayan devletin bakiyesinde bu tarz hainane ve düşmanca bir tahribata karşı muhalefet edip duracak kimsenin olmadığını, bir tek Bediüzzaman’ın olduğunun altını çizdi.

Bediüzzamanın savaş cephesinde yaptığı hizmeti biz normal şekilde yapamadık

Keleş, Bediüzzaman’ın, Birinci Harb-i Umumî de Gönüllü Alay Kumandanı olarak savaştığını, birçok talebesini şehit verdiğini belirterek şöyle devam etti: “Ama savaş esnasında da ‘Kur’ân-ı Azimüşşan’ın hakikatlerini bu insanlara nasıl ulaştırırım, Kur’ân’ın manevî mu’cizelik cihetini bu insanlara nasıl anlatırım’ endişesi, gayreti ve şevki içerisinde olmuş; avcı hattında düşman karşısında, bugün bütün müfessirlerin bir şaheser olarak kabul ettikleri İşaratü’l-İ’caz tefsirini yazmıştır. Şimdi Üstadımızın düşmanla savaşırken, o zor şartlarda yaptığı hizmeti biz normal şekilde yapamadık. Üstadımızın temennisi bu tefsir, yani İşaratü’l-İ’caz güzel bir numune olsun. Bundan sonra yapılacak bir tefsire yardımcı olsun idi. Fakat buna uygun bir çalışma henüz yapılmış, hattâ başlanmış değil…”

Bediüzzaman eğitim faaliyetlerine hiç ara vermedi

Düşman memleketi işgale başlayınca Bediüzzaman’ın savaştığını ve esir düştüğüne dikkati çeken Keleş, şunları kaydetti: “Rusya’da 2.5 yıl esarette kalmış, ama duruşunu ve vazifesini hiç unutmamış. Orada da 90 kadar esir zabite Kur’ân ve iman dersleri vermiş. Düşününüz, düşman kumandanı esir kampını dolaştığı zaman Bediüzzaman’ın iman dersi onun dikkatini çekiyor. Siyasî ders verdiği ihtimali ile yasaklıyor. Sonra imanî ve Kur’ânî ders verdiğini anlayınca serbest bırakıyor. Düşününüz kendilerini öldürmek için karşı cephede bulunan, hattâ öldüren bir kişiye yani Bediüzzaman’a karşı düşman kumandanının tavrına bakın bir de bizim kumandanımız, bizim devlet adamımız diyeceğimiz, dememiz gereken insanların Bediüzzaman’a karşı tavırlarına bakın. 28 sene boyunca verdikleri eza ve cefaya baktığımız zaman hakikaten Üstadımızın da ifadesiyle ‘Onlardan güya bu vatandaşlarım dostlarım’ dedikleri insanların davranışları ortada…”

Risale-i Nur’un müessiriyeti

Keleş, “Risale-i Nur’un orijinal hizmeti, insanın ve imanının büyümesini, gelişmesini sağlayan müessiriyeti nereden geliyor?” sorusuna ise şu şekilde cevap verdi: “Evvela ilcaatı zamana göre Kur’ân’ın hakikatlerini tefsir etmesi. Zaman neyi gerektiriyorsa… Üstadımız bu hususta bütün çağdaş âlimlerin çok ötesine gitmiş. Onların çok fevkinde bir anlayışla öyle bir iman ve Kur’ân hizmeti başlatmış ve devam ettirmiş. Düşmanları bir şey yapamamışlar. Mahkemelere çıkarmışlar, ama yine bir şey yapamamışlar. Keyfî olarak zulmetmişler, ama susturamamışlar. Her yaptıkları baskı ve zulüm Risale-i Nur’un inkişafına sebep olmuş. Mahkemeler Risale-i Nurların ilânat mevkileri olmuş. Ama 12 Eylül Hareket-i münafıkanesi maalesef çok korkunç bir şey yaptı. Nur Talebelerine baskı yerine serbest bıraktı, biraz da dünyaya karşı meyillerini zorlayarak aralarına ihtilâf attı. Maalesef yurt ve dünya çapındaki bu kadar büyük gelişmelere rağmen gerçek gücünün ortaya çıkmasına mani oldu.”

SEMİNERDEN NOTLAR

İmanın inkişafı için Risale-i Nur’u çokca okumak

Rİsale-İ Nur’un esas meselesi iman meselesidir. İman nereye girerse orayı güzelleştirir, mükemmelleştirir. Her türlü güzelliğin kaynağı imandır. Klâsik Müslümanlık anlayışında İslâmiyet dediğiniz zaman namaz, namazın şartları ibadetler ve taatla ilgili bilgiler akla gelir. İman sanki herkeste en mükemmel şekliyle varmış gibi bir anlayış var. Halbuki öyle değil. İman sadece kuru bir ibareden ibaret değil. Zerreden güneşe kadar mertebeleri olan bir hakikat. Bir ağacın küçük bir çekirdeğinden en mükemmel hâline gelişine kadar imanda mertebeler var. Bu mertebelerin  inkişafı Risale-i Nur’la çok çok meşgul olmakla kazanılabilir, elde edilebilir. Başka türlü mümkün değildir.

Şevki muhafaza

Şevki muhafaza etmenin sırrı nedir? Şevki kıran gaflet ve ülfet geldiği zaman bunları aşmak için neler yapmak lâzım? Öncelikle bizler insanız, etrafımızdaki Nur Talebeleri de insan. Yakınımızdakilerden sudûr eden beklemediğimiz bazı şeyler insanın şevkini kırabilir. Buna mukabil onların da insan olduğunu düşünüp affedici olmalı; onlardan ders alıp aynı hataları yapmamaya çalışmalı. Şevk verecek bazı yakınlarımız olacak. Bazen nasıl insan hastalanır doktora gider. Onun tavsiye edeceği bir iki ilâcı alırsınız. Bu bir vesiledir. Diyelim ki şevkiniz kırıldı, biraz meyus oldunuz. Tembellik çöktü, okumak istemiyorsunuz. Bu durumlarda plan yapacaksınız. Ben kimlerle görüşürsem, hangi derslere gidersem şevkimi arttırırım. Kendiniz onları bilirsiniz. Hemen onlara koşacaksınız. Nefsinizin sizin üzerinde hâkimiyet kurmasına fırsat vermeyeceksiniz. Arkadaşlık çok önemlidir. Bize şevk verecek, bazı inkıbaz hâllerimizde bize şifa olacak kimseleri çevremizde tesbit edelim. Onlarla görüşmeye, onların derslerine iştirak etmeye çalışalım. O zaman bu tip şeyler gider, kaybolur. Bunun yanında namaz tesbihatına önem vermek, bir de sesli okumak… Ben Risale-i Nur’u güzel okuyacağım deyip niyet etmek lâzım.

Affedici olmak

Şevk meselesinde birincisi affedici olacağız, ikincisi menfi şeyleri büyütmeyeceğiz, küçük göreceğiz. Başkalarının en büyük kusurlarını küçük görüp affetmeye çalışacağız. Üstadımızın prensibi de budur… Ne diyor: “Bütün hakaretleri kendime alıyorum.” Düşünsenize Üstadımız o kadar cihanpesendane bir şehamet ve cesaret sahibi bir insan. “Kardeşlerimin arasındaki uhuvvetin muhafazası için bütün şeyleri kendi üzerime alıyorum” diyor. Biz kim oluyoruz ki?.. Cenâb-ı Hak bize lütfetmiş. Böyle bir hakikatle tanışma bahtiyarlığına ulaşmışız. Bu uğurda bize yapılacak hakaretleri çekeceğimiz çileleri kolaylıkla affetmeliyiz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*