Samimî sevgi, taşıyanı da taşınanı da tedavi eder

Image

Bu profesör ne yapıyor?

Yıllar önceydi. Bir profesör hanımefendi ile tanışmıştık. Hoca, çalıştığı İstanbul’daki üniversiteden, Anadolu’daki bir üniversiteye birkaç günlüğüne gelmişti. Zaman çok da günümüzdeki gibi internetin, cep telefonlarının, iletişim vasıtalarının yaygın olmadığı bir zamandı.

Bir ara profesör hanımefendide ciddî bir telâş vardı. Önüne gelen fakülte ilgililerine bir şeyler soruyordu. Yüz hatları gerçekten bir şaşkınlık taşıyordu. Fakülte sekreteri beyefendi, bana “Gel, şu hoca hanımı bir gözlemle…” dedi. “Neyi var?” dediğimde, kıymetli beyefendinin gözlerinin yaşardığını fark ettim. 50-55 yaşlarındaki iman ehli beyefendi resmen ağlıyordu. Ben ise, gerçekten hiçbir şey anlayamıyordum. “Ne oldu?” diye yeniden sordum. Kendisini toparlayıp, anlatmaya başladı.

“Bu hocamız, İstanbul’daki bir üniversiteden birkaç günlüğüne bizim üniversitemize görevli olarak geldi. Ben onu gözlemliyorum. Beraber çalıştığı araştırma görevlisi asistanlarına telefonla ulaşamamış. Bana geldi, ‘Ne olur bir faks çekelim… Canlarıma, ciğerlerime, çiçeklerime, biriciklerime bugün gün boyunca ulaşamadım. Onların sıcak cümlelerini duyamayınca kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Onlarsız bir hayat çekilir gibi değil’ gibi cümleler kurarak, evlâtları gibi, ‘hakikaten bir samimî sevgi yansıması içerisinde benden yardım istedi.’ Ben de kendisine yardımcı oldum. Ama onun hareketleri karşısında donup kaldım. Bu kadar mı insan birbirini sever, bu kadar mı özler, bu kadar mı hayranlık taşır. Bu profesör hoca hanım da, ehl-i dünya diye tanımlayabileceğimiz bir hayat anlayışı içerisinde… Ben onu görünce, kendi iman kardeşlerime, taşımadığım bunca sevgi için, yaşamadığım bunca yakınlık için acıdım. Sevgi, muhabbet, yakınlık, sıcaklık, nezaket ehl-i imanın hakkı iken, bu hak, ehl-i dünyanın tarafına geçmiş diye düşündüm ve kendimi tutamadım. Seni de bunun için meşgul ettim.”

Yani buna bizim literatürde müfritane irtibat mı dersiniz, kardeşane muhabbet mi dersiniz ya da kardeşlerde tefani sırrı mı dersiniz, ne derseniz deyin, ama ortada bir gerçek var ki, bu çok güçlü bir duygu.

Evet, hikâye hayatın ta orta yerinden alındı.

İlgili fakülte sekreteri beyefendi günlerce bu derin hatırayı karşılaştığı insanlara bir bir anlattı. Tabiî profesör hanımefendi ne için severse sevsin, önemli olan orta yerdeki yaşanan sevgi. Yani onun dünya için kullandığı sevgiyi sen uhrâ için kullan ve maksadı daha da yücelt.

İçten sevgi yaşayan bunun huzurunu da taşır. Böyle insanların taşıdığı sevgi ilâç gibidir. İnsanı mânen tuttuğu gibi, maddî olarak dahi tutar. Böyle insanların çevresinde sevgisizlikten, ilgisizlikten, itilmişlikten kaynaklanan terk edilmişlikler olmaz. İntiharlar olmaz. Bunalımlar olmaz. Psikolojik yıkımlar olmaz.

Samimî sevgi, taşıyanı da taşınanı da tedavi eder.

Kardeşlik, imanın özünde olan bir olgudur. Kardeşlik beraberinde sevgiyi, ilgiyi ve şefkati getirmesi gerekiyor. İçinde samimî sevgisi, ilgisi olmayan iman, hakikî iman anlamına gelmeyecektir.

Ehl-i iman arasındaki hatalar, umum kardeşlerin hukukuna tecavüz ve hizmet-i imaniye ve Kur’âniyeye taarruz anlamına geleceği için, kardeşler arasındaki hukuka ve nezaket kurallarına çok daha itina göstermek gerekir. Ama zaman zaman bakılıyor ki, başkasına hiç söylenemeyecek ağırlıktaki sözler, davranışlar aralarında sürekli bir hukuku bulunan kardeşlere söyleniyor. Burada çok ciddî bir vebalden bahsetmek mümkündür.

Ehl-i dünya insanlar bile sadece dünyevî hukuku düşünerek nezaketi, sevgiyi, ilgiyi ihmâl etmezken; dünyevî ve uhrevî hukuku olanların birbirleri arasındaki hukukta, nezakette, sevgide, ilgide ihtimam göstermemesi çok vahim bir durumdur. Yani aynı dâvâda omuz omuza olanların, birbirlerine yansıttıkları davranışlarda melekleri bile kıskandıracak bir incelik, bir nezaket, bir ulvî ahlâk yansıması taşıması yakışandır.

Hazret-i Peygamber’in dâvâ arkadaşlarına karşı olan tavır ve tutumları dikkate alındığında, İslâmî hassasiyet taşıyan davranışlarda çok daha ciddî tavır ve tutum içerisinde olmak gerektiği kendini hissettiriyor.

Ehl-i imanda kâfir vasıflar, ehl-i dalâlette de mü’min vasıflar asra bir çarpıklık takdim ediyor. Böyle bir manzara ise, ehl-i imana hiç mi hiç yakışmayan bir durum olarak, yüz kızartıcı şekilde orta yerde durmaktadır.

Geçmişimizden böyle bir ders almadığımız halde, yeni kuşaklarımıza böyle bir miras bırakmak hiç de yakışık almayan bir durumdur.

Bir an evvel, elimize tutuşturulan bu kirlilikten kendimizi kurtarmak ve yitiklerimizin peşine düşmek gerekiyor. Yoksa gün geçtikçe daha zor zamanlar bizi bekliyor olacaktır.

Bütün bireysel ve toplumsal problemler, ilgisizlikten, bilgisizlikten, sevgisizlikten, iletişimsizlikten ve genel anlamda ise konuşmamaktan kaynaklanmaktadır. Güzel niyetlerle bir araya gelindiğinde, oturup hüsn-ü netice için konuşulduğunda, yüksek ulvî amaçlar gözetildiğinde Cenâb-ı Hakk’ın hayırlı neticeler halketmemesi ve kerametvârî değişim ve dönüşümler yaşatmaması düşünülemez.

Ehl-i iman içinde samimî sevgi taşıyana, nefret taşınmaz; samimî ilgi karşılıksız kalmaz, samimî niyet-i halise içinde muhteşem neticeler taşır. Yani ‘sevdiğiniz kadar sevilirsiniz’ kuralı, böyle bir kaidedir. O zaman, sevme potansiyelimizi arttırmamız öncelikle kendimize bir faydadır.

Kendi içinde rahatsızlıklar yaşayan da, birilerine rahatsızlıklar yaşatan da aslında ‘sevgisizlik’ taşıyor demektir. Yani nerede bir problem varsa, orada bir sevgisizlikten, ilgisizlikten bahsetmek mümkündür. Sevgi, imandan geldiğinde ibadete dönüşen bir ruh kazanır.

Yürekten ilginin, derin sevginin halledemeyeceği bir problem yoktur.

Yeter ki insan ne zaman, ne kadar kullanacağını bilsin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*