Sükût etme(me)k

Bediüzzaman, heyet-i vekileye yazılmış bir arzuhaldir dediği mektupta; “Ey ehl-i hall ve akd! Dünyada emsali nadir bulunan bir haksızlığa giriftar edildim. Bu haksızlığa karşı sükût etmek hakka karşı bir hürmetsizlik olduğundan, bilmecburiye gayet ehemmiyetli bir hakikati fâş etmeye mecburum” (Tarihçe-i Hayat) diyerek haksızlıklara ve özellikle kanun namına yapılan kanunsuzluklara karşı sükût etmemiş, böyle bir hale karşı sükût etmeyi hakka karşı bir hürmetsizlik olarak değerlendirmiştir.

“Çünkü sükûtumla şahsî bir hakkımla beraber, binler muhterem hukuk zâyi olur.” Hakikatini ifade eden Bediüzzaman, bir nevi hukukullah sayılan hukuk-u umumiyeyi müdafaa etmiş, hukukullah ve hukuk-u ibadı muhafazayı düstur-u hareket ittihaz etmiştir. Adalet makamlarına ve o makamların vazifedârlarına, yani adalet için karar vericilere; “…hukukullah mânâsında olan hukuk-u âmme namındaki vazifelerle muvazzaf olan savcılar…” diyerek umumun hak ve hukukunun kıymetini ve ehemmiyetini hatırlatmıştır.

“Bir şahıs kendi namına hazm-ı nefis (kabullenme) eder, tefahur (iftihar etme) edemez; millet namına tefahur eder, hazm-ı nefis edemez” düsturuyla baktığımız zaman anlaşılmaktadır ki, kişi kendi hakkını kabullenebilir veya o hakkından vazgeçebilir, ancak umumun hak ve hukuku hakkında karar veremez, umumun rızası olmadan umum hakkında bir tercihte bulunamaz. Kişi kendi için sükût etse bile umumun hak ve hukukları yok olurken sükût etmemeli, hukuk-u âmmenin hukukullah hükmüne geçtiğini bilerek hareket etmelidir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*