Tek parti yönetimini en çok uğraştıran hareket: Nurculuk

1924 yılında, tek parti diktasıyla yönetilen Cumhuriyet Türkiye’sinde medreseler kapatıldı. 30 Kasım 1925’te türbe, tekke ve zaviyeler kapatıldı. 1933’te din eğitimi yasaklandı.

Bu yasaklarla birlikte halk kitlelerinde büyük bir din boşluğu oluşmaya başladı. Modernizmin öğretileri hem okullara hem de sokağa hâkim oldu.

Bu yasaklarla da kalınmadı aynı zamanda da dinî değerler tahrif ve tahrip edilmeyle yüz yüze kaldı.

Eski ve köklü tarikat ve cemaatler illegal bir yapıya büründü.

Bu baskı ve boşluktan doğan, aslında bir ihtiyaçtan ortaya çıkan yeni cemaat yapıları da kendini gösterdi. Bunlardan en önemlileri Süleymancılık ve Nurculuk akımı olarak tarihteki yerlerini aldılar.

‘’Bu cümleden olarak; Doğu Anadolu Nakşi dergâhları geleneğinde yetişmiş ve Erzurum ve çevresinde oldukça tanınan Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi’nin (Ö.1956) faaliyetlerinden bahsedilebilir. Yine Halidiyye Nakşi tarikatına bağlı olarak bilhassa Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî (Ö.1893) ile şöhret bulan İstanbul’daki Nakşi dergâhları da aynı dönemde benzer fonksiyonları ifa etmişlerdir.

Bu yıllarda tarikat geleneğinden farklı olarak ‘ ilmiyye’ sınıfından gelen Said Nursî (Ö.1960) ve Süleyman Hilmi Tunahan’ın (Ö.1959) faaliyetlerini de hatırlamak gerekir ki, her iki şahsın ismine nisbetle dini cemaatler oluşmuştur.’’1

Bu dini oluşumlar içerisinde en çok yayılma istidadı gösteren ve aleni olarak tek parti hükümetinin cephe açtığı en etkili cemaat, Said Nursî’nin kurucusu olduğu Nurculuk adı verilen cemaatî yapılanmadır.

‘’Tek parti yönetimini en çok uğraştıran bu hareketlerden en önemlisi Nurculuk akımı idi. Bu akımın kurucusu ve ‘üstadı’ Said-i Nursi ya da Bediüzzaman diye anılan kişi, bu dönemde devletin yakın takibi sonucu çok fazla faaliyet alanı bulamadı. Ancak, sürgün olarak gönderildiği yerlerde ve hapishanelerde kaleme aldığı Risalelerle bağlılarına ulaşmayı başardı ve geniş bir halk kitlesini etkisine aldı.

Kendilerine Nur Talebeleri, Nur şakirtleri adını veren bağlıları bu dönemde (İsmet İnönü dönemini kastediyor) çok hummalı bir çabaya girişerek risaleleri geniş bir halk tabanına ulaştırmayı başardılar. Said-i Nursi’nin kendi ifadelerinde hedeflediği kitleler hakkında bilgi edinmek mümkündür: ‘Türkiye’de yarım milyon şakirdim var(…) Bilhassa üniversiteli gençlerden şakirt kazanmak istiyorum.’ Bu haliyle Nurculuk Milli Şef yönetiminin en çok takip altına aldığı ve hareketlerine fazla müsaade etmediği bir akım olmuştur.

Cumhuriyetin ilk döneminde birçok kez hapis cezasına mahkum olan Said-i Nursi ve arkadaşlarının ikinci mahkumiyetleri de İkinci Dünya Savaşı yıllarında oldu. 1934 yılındaki Eskişehir mahkumiyetinden sonra Said-i Nursi, 1936 yılında Kastamonu’ya sürüldü. İkinci Dünya Savaşı başladığında Kastamonu’da sürgün tutulan Said-i Nursi bir karakolun tam karşısındaki bir evde 8 yıl göz hapsinde tutuldu. Burada Nursi’yi ziyarete gelenlerde sıkı takip ve kontrol altına alınıyordu. Bu arada Afyon ve Isparta’da yeniden tutuklamalar başladı. Kastamonu’da ise birkaç polis ve jandarma 31 Ağustos 1943 günü, Bediüzzaman’ın Araba Pazarı semtindeki evinde arama yaptılar. 18 Eylül 1943 tarihinde evi tekrar arandı. Said Nursi 20 Eylül’de tutuklanarak polis nezaretinde Çankırı yoluyla Ankara’ya getirildi. Ankara’dan Isparta’ya, oradan da Denizli hapishanesine sevkedildi. Hakkında tekrar dava açılıp, Isparta, Kastamonu ve diğer muhtelif beldelerden toplanan 126 talebesiyle birlikte Denizli Ağır Ceza Mahkemesine sevkedilen Said Nursi’ye isnat edilen suç ‘gizli cemiyet kurmak, halkı rejim aleyhine tahrik etmek, inkılapları temelinden yıkma teşebbüsü, Mustafa Kemal hakkında ‘Deccal’ ve ‘Din yıkıcısı’ gibi tabirler kullanmak’tı. Mahkeme, Risale-i Nur Külliyatında siyasi bir mevzu olup olmadığını tetkik için İlahiyat fakültesi profesörleri ve din âlimlerinden oluşan bir heyet tarafından incelenmesine karar verdi.

Bu heyetin verdiği raporda, Said Nursî’nin siyasi bir faaliyeti olmadığı ve eserlerinin bir Kur’ân tefsiri olduğu belirtilmesi üzerine, mahkeme 15 Haziran 1944 tarihinde beraat kararı verdi. Yaklaşık dokuz ay hapiste kalan Said Nursî ve talebelerinden bir kısmı, beraat kararı üzerine tahliye edildi.

Ancak Said Nursî Denizli’de iki ay kaldıktan sonra, Afyon’un Emirdağ kazasında ikamete mecbur edildi ve Ağustos 1944’te devamlı gözetim altında tutulduğu bir eve yerleşti. Said Nursî’nin takip ve mahkumiyetleri İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllarda da devam edip birkaç defa daha hapis ve sürgün cezasına çarptırıldı.’’2

Bütün bu olumsuzluklara ve engellemelere rağmen Nurculuk akımı, çok hızlı bir ivme kazanarak taraftar toplamayı ve halk kitlelerine ulaşmayı başarmıştır.

Not: Alıntı yaptığımız sayın yazarın Bediüzzaman’a atfen söylediği “Bilhassa üniversite öğrencilerinden mürid kazanmak istiyorum.’’ sözünü Bediüzzaman nerede ve hangi eserinde söylemiştir, merak ediyorum doğrusu. Böyle bir cümleye Bediüzzaman’ın hayatında hiçbir yerde rastlamadım.

Dipnotlar:
1- Dr. M. Saffet Sarıkaya, Cumhuriyet Türkiyesinde Dini tarikat ve Cemaatlerin Toplumdaki yeri, SDÜ Fen-Edb. Fak. Sos. Bil. Dergisi 1998, sayı.3, s.93-102
2- Dr. Ali Dikici, (Üçüncü Sınıf Emniyet Müdürü, Eskişehir) Milli Şef İsmet İnönü Dönemi Laiklik Uygulamaları, Ankara Ünv. Türk İnkılap Tarihi Enst. Atatürk Yolu Dergisi, Kasım 2008, Sayı:42, s.161,176, 177,192

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*