Tevehhüm-ü ebediyet

Bu kelime grubu, Osmanlıca tamlamalar kategorisindedir. İki farklı kelimenin birleştirilerek, tek bir mânâ için buluşturulması söz konusudur. Bundan dolayı tamlamanın genel mânâsından önce, kelimelerin ayrı ayrı anlamlarını öğrenmek daha münasiptir.

Tevehhüm kelimesinden başlanacak olursa, bu sözcüğün Osmanlı Türkçesi’nde tefe’ul kalıbında olduğu görülür. Kök sesleri, v-h-m harfleri olduğundan türetilen kelimenin aslı da ‘vehm’dir.

 Vehimlenmeye karşılık gelen tevehhüm de; kuruntu yapmak, zihinde yanlış kurgular oluşturmak manalarına tekabül eder.

Tevehhüm kelimesi, mânâ itibariyle derin bir özellik taşımaz. Bir fiil durumundadır. Tamlamaya daha soyut ve girift mânayı veren kelime ‘ebed’dir. Ebed; sonsuz zaman, zihnen son bulması düşünülemeyen süre, varlığın gelecekte sonsuzca devam etmesi anlamında felsefe ve kelâm terimi1 olarak ansiklopedide yer alır. Kelime, ezelin zıddıdır. Allah ezelî ve ebedîdir. Yani Zatına, başlangıç ve son tayin edilemez. Kâinatın ve kâinattaki her şeyin başlangıcı ve sonu vardır; çünkü bunlar yaratılmışlardır. Ancak, günlük dilde ve edebiyatta ebed, çok uzak geleceği ifade için de kullanılır; devlet-i ebed-müddet (sonsuzca yaşayacak devlet) tabirinde olduğu gibi.2

Ebed kelimesi, hadislerde bu anlamların yanında, özellikle Allah’ın doksan dokuz isminin sıralandığı bir hadiste, bu isimlerden biri olarak zikredilmiş (İbn-i Mâce, Duâ, 10), başka bir hadiste de cennet ehlinin buradaki hayatlarıyla sağlıklarının, gençliklerinin ve faydalandıkları nimetlerin sürekliliği, bu kelime ile ifade edilmiştir. (Müsned, III, 38.)3

Dil âlimleri, ebedle zaman arasında fark bulunduğunu, zamanın parçalanabilir olmasına karşılık ebedin bölünemez bir süreklilik taşıdığını belirtmişlerdir. Ebed bölünemez olduğuna göre sona ermeyecektir.4

Anlamlar ve gerekli açıklamalardan sonra, tevehhüm-ü ebediyet tamlamasına bütün olarak bakıldığında, ortaya çıkan mânânın şu şekilde olduğu görülür: Hiç ölmeyecekmiş gibi sonsuz olarak yaşayacağını zannetmek ve ölümsüzlük hülyasına kapılmak.

‘Tevehhüm-ü ebediyet’e bu mânâ çerçevesinde bakarak, Risâle-i Nur literatüründe ne maksatla kullanıldığına değinilecek olursak, tabirin özünün; nefsin, üzerindeki sorumluluktan kurtulmak çabasıyla ortaya attığı bir fikir olduğu anlaşılır. Bu fikirden hareketle, dünyada sonsuza kadar kalacağını düşünen insanın, bu zan sebebiyle düşmüş olduğu gaflete vurgu yapılır. Ayrıca insan, içinde bulunduğu sâfâlı ve keyifli durumların zevâlini idrak edememek suretiyle düşmüş olduğu bu düşünceye, ibadetlerin sonsuz olarak yapılacağı fikriyle de düşebilir. Bundan ötürü, yapılması icap eden her bir ibadet, ağır bir yük olarak nefse görünür ve bu, sabır kuvvetinin büyük çapta tahribine sebep olur. Sonsuza kadar kılınacak olan namaz, hiç üzerinden ayrılmayacak olan kulluk görevi gibi vehimlerle sorumluluğuna ebedî bir nazarla bakmak gibi bir yola sürükler ve fütura (gevşekliğe, usanca) düşürür. Nitekim Yirmi Birinci Söz’ün Birinci Makamı’nda anlatılan şahıs da aynı durumdadır. Ve şöyle der:

“Namaz iyidir. Fakat her gün her gün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor.”

Bediüzzaman, başta kendi nefsi olmak üzere bütün nefislere verdiği beş ikazın birincisinde bu meseleye şöyle cevap verir:

“Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedi midir? Hiç kat’î senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

“Sana usanç veren tevehhüm-ü ebediyettir. Keyf için ebedi dünyada kalacakmış gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasa idin ki, ömrün azdır, hem faydasız gidiyor; elbette onun yirmi dörtten birisini, hakiki bir hayat-ı ebediyenin saadetine medar olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek, usanmak şöyle dursun, belki ciddî bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olur.”5

Buradaki namaz akidesinin yerine bütün ibadetleri koymak mümkündür. Esasında, bütün ibadetler aynı amaç uğruna yapıldığından, nefsin her bir ibadete karşı aynı tepkiyi vererek isyan etme durumu söz konusudur. Bundan dolayı böyle bir kıyas yapılabilir.

Kısaca bağlanacak olursa, tevehhüm-ü ebediyetin, Risâle-i Nur’da geçen çarpıcı ve orijinal tamlamalardan olmasıyla beraber, mânâ itibariyle tehlikeli bir maânevî hastalık olduğu da açık bir şekilde ortaya çıkar.

Dipnotlar:

1- Diyanet İslam Ansiklopedisi, md. Ahmet Saim Kılavuz, Cilt 10, s. 72.

2- Ötüken Ansiklopedisi, Cilt 2, s. 732.

3- DİA, Cilt 10, s. 72.

4- A.g.e., s. 72.

5- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 425.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*