28 Şubat kime darbe vurdu?

Bİrkaç gün sonra post modern darbenin bilmem kaçıncı yıldönümü anılacak. Bir yönüyle bin yıldan uzun süreceğini ilan eden bir Genelkurmay başkanının kehaneti tutmamış sayılabilir. Düz siyaset açısından bakıldığında 28 Şubatın mağdurları iktidarda görünüyor. Başbakan ve Cumhurbaşkanının eşlerinin başörtülü olduğu bir ülkedeyiz artık. Diğer taraftan aynı yöneticilerin kızlarının başını kapatarak üniversiteye giremediği bir ülkedeyiz. Hatta devletin başı eşiyle bir orduevine bile giremiyor!

Mesele bu kadar basit değil tabii ki. Bin yıl sürecek post modern darbe sürecinin bu ülkede nelere mal olduğunu sıralamanın alemi yok. Toplum mühendisliğinin en kaba tarzda oynandığı bir ülkede devletin ve milletin birbirine yabancılaşması kaçınılamazdı, bunu aşmanın yolu da mağdurların iktidar iştihalarının tatmin edilmesiydi.

Bu siyasal didişme ortamında siyasal ve toplumsal mağduriyetin ötesinde darbenin yol açtığı entelektüel mağduriyet daha doğrusu fikri erozyon neredeyse hiç gündeme getirilmez. Fikir sahiplerinin bizzat erozyonun kurbanı olduğu bir vasatta bunu kim dillendirebilir ki?

Post modern darbenin asıl sarsıcı etkisi, Müslüman aydınların fikrî gündemlerinde yaşanan daralma, kırılma ve geri çekilme. Her şeyden önce olanca yetersizliğine rağmen İslami iddiaları olan entelektüel kesim kendi dilini önemli ölçüde yitirdi. Kendi özgüvenini kaybetme süreciyle birlikte yaşanan bu özgün dilin kaybı aslında Türkiye’nin geleceği açısından en önemli kayıptır. Bu gerçeği henüz İslami hassasiyeti olan kesimler fark edebilmiş, vahametini kavrayabilmiş değiller.

Post modern darbe öncesi yayın faaliyetlerinden entelektüel gündemi işgal eden başlıklara göz atıldığında bugünle kıyaslanamayacak bir zenginlik ve yoğunluk gözlemlenir. Tartışılan konuların içinin ne kadar dolu olup olmadığı ayrı bir konu, en azından farklı düzlemlerde gözlemlenen entelektüel arayış, içi doldurulmaya çalışılan “iddia”lar kendi sesini bulma çabalarıydı. Bilginin İslamileşmesinden gelenek tartışmalarına, şehirleşmeden alternatif tarih okumalarına çok farklı alanlarda zengin bir tartışma yeni yeni başlıyor gibiydi. Doğudan ve Batıdan düşünce adamlarının uğrak yeri haline gelmişti Türkiye…

Henüz başlangıç aşamasındaki bu entelektüel canlılık sol ve sağın söyleyecek sözünün kalmadığı, tükendiği, resmi söylemin iyice kısırlaşıp nakarata dönüştüğü bir ortamda İslam düşüncesi etrafında Türkiye’nin, Dünyanın geleceğine dair, evrensel sorunlara hem felsefi anlamda hem kültürel ve toplumsal düzeyde çözüm arayışları olarak önemli yer tutuyordu. Müslümanlığın bu ülkedeki birikimi, dünyaya bir muştu gibi yayılan soluğu en azından içi doldurulmayı bekleyen bir iddia olarak aydınların gündemindeydi.

Tüm bu yerel ve evrensel, İslami ve insani sorunlar siyasi, sosyal ve toplumsal düzeyde tartışılırken kendi dilini kurmaya, başka kültür ve insanlık birikimiyle temasa geçmekten, yüzleşmekten kaçınmayan bir özgüven içinde meselelerini dillendirmeye özen gösteren, arayış içindeki bir toplam çabadan söz edilebilirdi.

Siyasetin adeta rehin aldığı ülke gibi, aydınların gündemleri de rehin alındı.

Kendi dilleriyle konuşmayı terk ettiler ilkin. Ortak paydada buluşmak adına kendi olmaktan çekindiler. Kendi olmayan, kendisine saygı duymayan hiçbir fikrin başkasından da saygı beklemeye hakkı olamayacağını unuttular.

Despotik toplum mühendisliğine karşı ortak mücadele adına kol kola girdiklerinin dilini benimsemekte gecikmediler. Kendine olan güveni kaybolmaya görsün bir toplumun (buna bir dava, iddia da diyebilirsiniz) bir kez, toparlanması, ayağa kalkması zor.

Fazlasıyla siyasete indirgenmiş gündem zihinleri rehin almıştı. Siyasetin doğası gereği güçle olan ilişkisi, gücü önceleyen reflekslerin gelmesine neden oldu. Üst siyaset yerine günlük politika gündemi doldurdu.

Siyaset ve güç ilişkileri entelektüel gündemi teslim aldı.

28 Şubatın mağduru görünen kesimin iktidara gelmesi, neticede, güç ilişkisine odaklanan aydınları da bu günübirlik siyasetin içine çekmesi kaçınılmazdı.

Bağımsız kalması beklenen aydınlar raportör bürokratlara, danışmanlara dönüştü. Siyasetin gündemi zihinlerini doldurduğu gibi aydınlar hem entelektüel hem de fiziki bağımsızlıklarını kaybettiler. Gündemin peşinde koşan resmi aydınlara dönüştü önemli kısmı. Bunun dışında kalmaya çalışanlar ya marjinalleşti ya da sesi kısık kaldı, ister istemez.

Muhtemelen önümüzdeki günlerde post modern darbenin sene-i devriyesinde yapılacak etkinlikler ve yazılıp çizilenlerde kullanılan argümanlara, kullanılan dile ve ittifaklara bakıldığında, nerden nereye gelindiği anlaşılabilir.

Şimdi yeniden nerede kalmıştık ve gündemimiz neydi sorusunu sormanın vaktidir.

Evet, en son neleri tartışıyorduk? Teknoloji, medeniyet, bilim felsefesi, İbni Arabi, şehir düşüncesi, mazlumlar-ezilenler, İslami bilginin epistemolojisi, adalet, “insan ve hak” tanımı…

Hatırlayan varsa, buyurun gündem!

Akif Emre Yeni Şafak, 25.2.2010

Yenİ Asya’nIn notu: Aydınların bu “kader sillesi”ne maruz kalmasında, yazıda sözü edilen entelektüel tartışma konularını da kapsayan, ama onları da aşan bir çerçeve içinde, herşeyin tahkikî iman temelinde yeniden inşa edilmesini öngören Risâle-i Nur’a gerekli ilgi ve dikkati göstermeyişlerinin rolü de sorgulanmalı, değil mi?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*