AKP biterken, memleketi de…

AKP, 19 yılda zor belâ ayakta duran Cumhuriyetin genleriyle oynadığı gibi kurumlara olan güvenin, müsbet siyasetin, partilerin, parlamentonun, yargının, liyakatin ve emanetin daha kötüsü dinin içini boşalttı.

Tek parti dönemi hariç, hiçbir dönemde bunca dejenerasyon, kokuşmuşluk, istibdat, zulüm, dizileri sollayacak entrikalar, tuhaf ve kirli ilişkiler, cunta hükumetleri dahil yaşanmadı, hemde dindar denilen bir iktidarla. Hani “rüyada görsem inanmazdım” denir ya! AKP kurulurken bu yaşananların yüzde birisi olacak denseydi, “hadi canım sende, daha ne-ler” denilirdi her halde.

Evet, bu memleket, tek partiden, darbelerden ve onun vesayetindeki hükumetlerden çok çekti. Ancak son 70 yılın onlarca hükumetinin menfiliklerinin toplamından fazlası şu son on senede yaşandı dense abartı sayılmamalı.

İfsad komiteleri, faraza “ne yapalım, nasıl bir düzen kuralım” deseydi AKP döneminden daha münbit bir zemin bulamazdı her halde. Buna sebep; darbeciler dahil, bütün uluso(a)lcular, dine mesafeli kesim, bu güne kadar yapılan icraatları yapamaz, üç günde gönderilirdi. İşte bu yüzden AKP’nin iş başına gelmesinde destekleri olan ve BOP eş başkanı yapanlar için kaymaklı kadayıf dense yeridir.

Bu tezi doğrulayan hipotezler:

Kim diyebilirdi ki…

On binlerce insanın ölümüne sebep olan, evlere ateş düşüp ocakları söndüren ve sene- lerdir orduyu o bölgede meşgul edip trilyonlarca liralık ekonomi kaybına uğratan PKK, dağdan halayla karşılanacak, ellerini kollarını sallaya sallaya yol kesecek, kolluk kuvvetleri onları yakalamak istediğinde (valilerin itirafıyla) yukarıdan gelen emirle onlara dokunulmayacak..

Kim diyebilirdi ki…

Emperyal güçlerin, global çetelerin çökmesi ve parçalanma planlarına dur demek, diplomasî ile çözüm üretmek yerine “tarihi bağlarımız var, bizde orada olmalıyız” diyerek Türkiye’nin de katılması ve asırlarca içiçe yaşamış komşu ülkenin içişlerine müdahele edip (haklı da olsa) devlete baş kaldıran çetelere silâh ve lojistik destek vererek, Suriye’nin kan gölüne çevrilmesinde ve 9 mil- yon mültecinin 4/5 milyonu Türkiye’ye, bir o kadarı da Avrupa’ya ilticaya mecbur eden politikaların, İslâm birliği diyen bir hükûmet tarafından hayata geçirilmesi…

Kim diyebilirdi ki…

12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat’ta tutuklanan, yargılanan, tehcire zorlanan cemaatler ve kanaat önderlerine topyekûn sahip çıkılırken, özellikle 28 Şubat’ta bütün dindar/demokratlar yapılan tehcir, zulüm ve kıyımlara bir ve beraber karşı dururken, 17/25 Aralık’tan sonra sol cenah “durun bakalım, evet, biz cemaat ve tarikatlara karşı durduk, kamuda olmaları bizi rahatsız ediyor ancak o kadar da değil, çoluk çocuğa, kadına, işçiye memura, manava yapılan zulümlere” karşı dururken dindarlar, darbecilerin yapamadığı bölünmelere teşne oldular.

Sahi kim diyebilirdi ki, dindarlar ve cemaatler birbirini yiyecek, terörle, hainlikle suçlanacak?

KHK’lı olan, hapse atılan evlâdını, gelinini yok sayan, akrabasıyla alâkasını kesen, sene-lerdir çok sevdiği insanları dışlayan, terörist diyen dindarları gördü bu memleket.

Acı olan da budur, Süfyanizm’in bir asır yapamadığını, dindarları ve cemaatleri kullanarak yaptılar.

Binlerce tahribatın içinde en büyüğü de bu olsa gerek..

Yapılan tahribatların sadece bir kaç misalini yazabildik. Bu dönem için kitap ve kitaplar yazılacak elbet. Biz sadece ucundan tutup ta-rihe not düştük.

AKP elbet gidecek, gitmez algısı kırıldı, Dünya Sultan Süleyman’a kalmadı, bunlara da kalmayacak.

Ancak yeni gelecek hükûmetlerin işi zor, zira 19 senelik tahribatı tamir etmek epey zaman alacak. Bunun da en önemli yolu Türkiye’nin topyekûn bir helâllik alması, geçmişiyle yüzleşmesi lâzım.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*