Bediüzzaman´ın haykırışı ve gerçek hürriyet kavramı

Yirminci asrın başlarında bir ses yükseliyordu Anadolu’nun bağrından. Elbette yeniydi bu fikirler. İlhamdan da öte, Kur’ân nurlarından gelen “SÜNUHATTI” bu haykırışın kaynağı. Onun içindir ki: mazi ile hal (mevcut durum ile) ve istikballe ilgili idi bütün söylenenler.

Dinlemediler. Dinlemek istemediler. Dinlettirmediler kimselere.

Peki ne demişti, “Bizimkilerin meftun oldukları, taklit etmek için can attıkları, gece gündüz “onlara” benzemek için her şeylerini, geçmişlerini inkâr etmek için can attıkları: “AVRUPA MEDENİYETİ!” için!

Başta ikiye ayırmıştı o­nu ve notunu iyi düşmüştü:

“Yanlış anlaşılmasın Avrupa ikidir. Birisi İsevîlik din-i hakikisinden aldığı feyiz ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nafi sanatları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden bu birinci Avrupa’ya hitap etmiyorum” diyordu.

Açıklık getiriyordu fikrine. Haklının hakkını teslim ediyordu. Ve diyordu ki:

“Belki felsefe-i tabiîyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehasin zannederek beşeri sefahate ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitap ediyorum” diyordu.

Ve bütün zerratıyla haykırıyor, bu haykırış şimdilerde birilerinde değil, bütün insanlığın hayret, dehşet ve şaşkınlığı içerisinde başlarında bomba olup patlıyordu.

O müstesna zatın İşte açık ve net tarifi bu “medeniyet !” için:

“Ey küfür ve küfranı dağıtıp neşreden bedbaht ruh!”

“Ey beşerin nefs-i emmaresi!”

“Ey sefahat ve dalâlette bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış Avrupa!”

“Ey ikinci, bozuk Avrupa!”

“Ecnebilerin tağutlarıyla ve fünun-u tabiyeleriyle dalâlete gidenlere ve o­nları körü körüne taklit edip ittiba edenlere binler nefrin ve teessüfler!”

“Ey divane baş ve bozuk kalp!” (Lem’alar 17. Lem’a, 5. ve 6. Notalar, sh: 119-126 Yeni Asya Neş.)

“Arzî” ve “Kur’ânî” demokrasinin en çıplak farklılıkları bir defa daha ortaya çıktı.

“Hayran“ olmamız için herşeyin yapıldığı “Batı medeniyetinin” “süper gücünün” bulaştığı şu son “vahşet“ ve “dehşetin” tüyler ürpertici rezaletlerini ve o­nların “borazanı” niteliğindeki “dahili uzantılarının” marifetlerini! Yedi milyara yakın insanlık nefretle seyrediyor.

Sözüm o­na, “Demokrasinin beşiği olarak bilinen İngiltere ve Amerika’nın “demokratlığı kendilerinden menkul. İşte bu kadar. Yolun sonu geldi. Bütün insanlık ayakta. Ama “güçlüye” karşı şu anda yapacak pek başka bir şey yok. Sadece halis duâlardan başka.

ABD Başkanı Bush ve İngiltere Başbakanı Blair tam olarak “Batıyı” temsil ediyorlar. Çünkü idealleri ve birinci derecede amaçları “menfaat!” Tarihin şahadetiyle malûmdur ki, Avrupa felsefesi bunu gerektiriyor: “Güçlüysen haklısın, menfaatin için her şey mubahtır.” Batıda hiçbir zaman Kur’ânî mânâda bir demokrasi olmadı. Olamadı. Ve olamayacak da! Tarihler böyle bir şeyi kaydetmedi. Tam da felsefelerine uyan “başkanlar” ama bu topraklarda “demokrasi” o­nların yadigârı olarak bize anlatılıp öğretildi. Bu nasıl demokrasi ki petrol için milyonlarca canı yok etmek gerekiyor. o­nlara ve o­nlar gibi düşünenlere mübarek ola bu tür demokrasi!

İşin başka önemli bir noktası ise, diktatör Irak Devlet Başkanı Saddam İslâmı temsil etmediği gibi, sıkıştığı zaman da dini istismar ediyor. Çünkü İslâm tarihinin şehadetiyle sabittir ki: İslâm devletlerinin idarecileri kendi halklarına da, tebaalarına da, komşularına da zulüm etmemişlerdir. o­nun için Saddam zaliminin ve diktatörünün “densizliklerini” tasvip etmek mümkün değildir. Ama masum Irak halkının günahı ne? İki zalimin günahını “masumlar” çekiyor.

Son hadiseler de göstermiştir ki: Asrın başında, gerçek meşrûtiyeti ve hürriyeti;

“İnsana karşı hürriyet, Allah’a karşı ubudiyeti intac eder (netice verir)” (Münâzarât, sh. 58) ve “Demek iman ne kadar mükemmel olursa o derece hürriyet parlar” (Age, s. 59) diyerek tarif eden, asırların alimi Bediüzzaman’ın bütün mesaisini neden “iman” üzerine merkezileştirmiş olduğunu galiba şimdilerde daha iyi anlıyoruz.

Kendi öz meselelerimizi bırakıp, “dış dünyanın” cazibesine kapılarak, birilerinin “medeniyet robotu” yapma projesine bir şekilde “alet olma” bahtsızlığının kurbanı olduk. Gerçek “hürriyet” ve “demokrasi” için gün yine “doğudan” doğacak ve doğmalı. Bu büyük hakikati şimdiye kadar “atladık” ne olur bundan sonra atlamayalım.

Bari bu hadiseler dileriz Mevlâ’dan ki ehli imanın gözünü açar. Duâlarımız masumların kanlarının daha çok akmaması, bütün zalimlerin zulümlerinin de en kısa zamanda sona ermesi için olsun.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*