Cehâlet mi?

Kanunsuz başörtüsü yasağı konusu geçen ay hararetli bir şekilde tartışılmış, meselenin çözümü noktasında mutabakata varılacağı konusunda “iyimser” tahminler yapılmaya başlamışken, mesele kilitlendi ve çözümü için yine ileri bir tarih işaret edildi.

 

YÖK İstanbul Üniversitesi’nde derslere şapkayla giren bir öğrencinin zorla dersten çıkarılmasıyla ilgili gelen şikâyet üzerine, öğrencilerin herhangi bir sebeple dersten çıkarılamayacağı, bu durumda ancak tutanak tutulabileceği konusunda ilgili üniversiteye bir yazı göndermişti. Peşinden yine YÖK, Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı (ALES) sonrasında ÖSYM tarafından düzenlenen diğer sınavlara da başörtüsü ile girilebileceği yönünde bir karar almıştı. YÖK’ün bu kararları bazı üniversitelerde ve sınavlarda uygulanamamış olsa da, bir yumuşama olmuştu. Meselenin anayasal ya da yasal düzenleme ile çözülemeyeceği kabul edilmişse de konunun yeni anayasa ile birlikte halledileceğinin söylenmesi meselenin çıkmaza sürükleneceği endişesini meydana getirmişti.

«««

Tâ ki, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül’ün İngiltere’de, ilköğretim okullarında başörtüsünün olup olmayacağı konusunda, “Bu konuda yaşanan bir cehalet varsa biz bunu da ortadan kaldıracağız. İlkokul öğrencisinin kendi isteği ile başörtüsü takması gibi bir şey söz konusu olamaz. Bu konuda karar verecek yaşa geldiğinde kararını verir” şeklinde konuşması yasağı bir kez daha gündeme getirdi. Cumhurbaşkanı Gül’ün de eşinin bu sözlerine katıldığını açıklamasından sonra tartışma başka yönlere kaydı ve “Başörtüsü sorunu, ilkokul çağındaki çocuklar gündeme getirilerek kapatılmaya mı çalışılıyor?” sorusunu akıllara getirdi.

Meseleyi referandum kampanyasında gündeme getirip, “başörtüsü meselesini biz çözeriz” şeklindeki beyanatlarından sonra, başka kanunî değişiklikleri de gündeme getirerek, bir nevî ipe un sererek konunun kapanmasına yol açan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu haftaki grup toplantısında partili bir bayanın kendisine hediye ettiği “yemeni”yi boynuna takarak konuşmasını sürdürmesinden sonra mesele tekrar gündeme gelmişti.

Peşinden de Başbakan Erdoğan yine bir soru üzerine, genel seçimlerden sonra yapılacak yeni anayasayla “bu tür konular”ın netliğe kavuşacağı düşüncesinde olduğunu söylerken, “Ben özgürlüklerin tanımı noktasında bireysel açıklama yapma noktasında değilim. Çünkü, özgürlüklere olan inancım çok farklı” şeklindeki sözleri ile kafaları karıştırmıştı. Zira, Abdullah Gül, “Eşinizin ilkokulda başörtüsü ile ilgili olarak bazı açıklamaları olmuştu. Siz, ‘katılıyorum’ demiştiniz. Dün Başbakan, ‘Bireysel yorum yapmam’ dedi…” şeklindeki soruya cevap verirken, “Sayın Başbakan’la özgürlük anlayışımızda bir farkımız yoktur” deme gereğini hissetti.

Bu arada Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun Hayrünnisa Gül’ün “ilköğretim başörtüsü” ile ilgili sözlerine destek verirken, ilk ve orta öğretim kurumlarında, öğrenci ve öğretmenlerin kıyafetlerini belirleyen, okullara başı açık gidilmesi gerektiğine yönelik yönetmelik olduğunu hatırlatmıştı. Çubukçu, “Ben Millî Eğitim Bakanı olarak ilk ve orta öğretim okullarındaki kılık kıyafet yönetmeliğinin açık olduğunu hatırlatıyorum” diyerek aslında kamudaki yasağın bir yönetmelikten ibaret olduğunu itiraf etmişti.

YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan ise, başörtüsü sorununun bittiğini ve kendilerinin artık “o işe” karışmayacağını söylerken, “Biz üniversiteler tarafını hallettik gibime geliyor. Üniversite zaten istiyor bunu. Herkesin üniversitelerde başörtüsünün serbest olması konusunda konsensüsü var. Bütün partilerin var, halkımızın da var. Bence bitmiştir” demişti. Hatta üniversite rektörlerinin yüzde 98’inde bir konsensüs olduğunu söylemişti.

«««

Peki gerçekten mesele çözüldü mü? Herkes inancı gereği başını örtüp üniversiteye gerebiliyor mu? Bir takım üniversiteler hariç girebiliyorlar. Ama “derse türbanlı girdi” diye tutulan tutanakların akıbeti hâlâ meçhul.

Diğer yandan madem mesele çözüldü, o halde Erdoğan’ın çözümü seçim sonrasında yapılacak “yeni anayasa”ya havale etmesi de neyin nesi?

Geçmişte yasak konusunda sıkıntı çeken, eşi ile birlikte gittiği üniversiteye kaydını yaptıramayan First Lady’nin, bu konuda görüşlerini söylerken, “cehalet”, “bu yaştaki çocukların öğrencinin kendi isteğiyle başını örtemeyeceği” gibi sözlerle meseleye yaklaşmasına hâlâ anlam verilemiyor. Bu sözlere üniversitede görev yaptığı dönemlerde acımasızca yasağı uygulayan, şimdilerde ise CHP’li milletvekili olan insanların destek vermesi de bu sözlerin kimleri sevindirdiğinin göstergesi oluyor. Zira bu sözler CHP Genel Başkanının “İlköğretimde türbanın özgürlüğü olmaz, çocuklar devletin koyduğu kurallar içinde okullarına devam ederler… İlkokul yaşındaki çocuklara indirgenmesi gerçekten de ülkenin geleceği açısından son derece tehlikelidir” demesine fırsat vermiş oldu.

Meseleyi cehâletle izah etmek yerine, özgürlükler ve inandığı gibi yaşama açısından bakmak gerekmez miydi? Yasakçıları sevindirmek de neyin nesi?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*