Ebedî âlemde yolumuzu bekleyen var!

“El-mevtü hakkun” hakikati her gün gözümüz önünde binler cenaze ile hakikatini bize haykırmaya devam ediyor. “Allah’tan geldik ve sonunda yine O’na döneceğiz” âyetiyle bir kez daha uyandık. Ölüm hakikati kendini bu kadar çok göstermesine rağmen nefis hep kendine uzak görüyor. Mevsim itibarıyla sonbahar, tam da kâinatın ölüme hazırlandığı, bir nevî sekerat hâlidir aslında.

Bitkiler, ağaçlar, hayvanlar bu mevsimde toprak altına girerek ölüm halini alıyorlar; bir dahaki baharla yeniden haşrolmak üzere. Tam da hazan mevsimi ki insanlar içinde bu mevsim yoğun olarak ölümlerin yaşandığı bir mevsim. İman sahibi bizler için elbette ki ölüm yokluk değil, hiçlik değil, ademe gidiş ya da ebedî firak değil. Ahiret inancı olmayan insanlar içinse durum çok vahim. Eğer imanımız olmasaydı her halde dayanmak çok güç olurdu.

Dört gün arayla ailemizin en önemli iki parçasını ahirete yolcu ettik. Babaannem ve dedem… Bayramın 1. günü rahatsızlanan babaannem, hastaneye götürüldüğünde beyin kanaması teşhisi ile yoğun bakım ünitesine alındı. Her gün bir ümit başladık beklemeye. Kimi umut verici, kimi ümidi kesip bitirecek haberlerle tam on beş gün bekledik. Dedem üzülmesin diye de ona söylemedik. Müşahede altında deyip geçiştirmeye çalıştık. Çünkü çok üzülüyordu; kaldıramaz düşüncesiyle idare ettik bir süre. Ancak hakikî ahiret eşleri kalben birbirine çok bağlı olurmuş. Hissediyordu, ama ne çare! Bir gün sabah erkenden kalkıp hazırlandı. “Bu sefer ben de görüşe gideceğim” dedi. Tek kişi alıyorlardı. Bunu bahane edip götürmüyorduk. Ama bu sefer ikna edemedik. O gün görüşe gitmiş ve durumu anlamıştı. “Kadın ölüyor, siz benden neyi saklıyorsunuz” diyerek gözyaşlarına boğulmuş. Onu tanıdığımdan beri ağladığına hiç şahit olmamıştım. Gözümde koca bir çınar gibiydi. Yıkılmaz, cesur, sağlam bir adamdı dedem. Yıllara meydan okumuş, her musîbete eyvallah demiş, ayakta kalmıştı. Ailesinden kimse kalmamıştı. Bir yetmiş yıllık hayat arkadaşı, bir de evlâtları vardı. Ama bu durum koca adamı yıkmıştı adeta. Artık o günden sonra her gün ağlar olmuştu. “Bana iyi deyip geçiştiriyorsunuz” diye kızıyordu. Böylece bir onbeş gün daha geçti. Olumlu bir gelişme olmayınca “Öldü siz bana söylemiyorsunuz” diyordu. Belki vaktin geldiğini anlamıştı. Babaannemi son gördüğünde onunla dertleşmiş, teselli vermişti. Ama buruk bir teselli idi. Eskiler ölecek insanı durumundan anlarmış. O da anladı ve zaten en başından beri diyordu “Ona bir şey olursa, ben ondan önce giderim” diye. Allah Allah! Aynen öyle de oldu. Allah’ım nasıl bir bağlılıkmış, hepimiz hayrette kaldık. Bir gece rahatsızlanmış. Gece yarısı sabaha doğru hastaneye götürmüşler. Ameliyat olması lâzım çare yok demişler. Apar topar ameliyata almışlar. Ve iki gün sonra “Rahmet-i Rahman”a kavuştu. Haber hepimizi şok etti. Acı haber tez duyulurmuş. Biz de duyduk! Gider gitmez onu bulduğum yer, morgda bir soğuk oda oldu. Bir anda koca bir hayat gözlerim önünden akıp gitti. Ertesi gün yıkandıktan sonra yepyeni elbiseleri (!) içinde o kadar mutlu bir görüntüsü vardı ki; adeta melekleşmiş bir sima. Onu o anda Üstadıma havale ettim, çıktığı bu meçhul yolculukta arkadaşsız bırakmamasını istedim. Ve son yolculuk, musalla taşındaki yeşil örtülü vasıtası idi. Allah rahmetiyle kuşatsın inşaallah. Âmin..

Acımız büyük ve henüz çok taze iken ikinci bir haberle bir kez daha “İnnâ lillah…” dedik. Tam dört gün sonra bu sefer “Rahmet-i Rahman”ın yolcusu babaannem idi. Kalbi ayrılığı hissetti belki de ki kalbinden rahatsızlanmış ve bir gece önce kalp yoğun bakım ünitesine alınmıştı. Sabır imtihanımız büyük idi. Beklenen birşey olmasına rağmen yine de insanın donup kaldığı bir andı. Ve yine yoğun bakım odasından sonra onu da bulduğum yer; soğuk bir morg odası oldu. Yıkarken ibretle kendi sonumuzu da tahayyül ettik. Ne de olsa bir gün biz de o yolun yolcusu idik. Elbiselerini (!) giydirirkense artık son vazife helâlleşmekti. Ahirette buluşmak üzere onu da omuzlara havale ettik. Allah onu da rahmetiyle kuşatsın her daim inşaallah. Âmin.

Bir kaç gün sonra, âlem-i berzaha açılan bir kapı hükmündeki kabristana gittik. Alışılmışın dışında artık farklı bir evde ziyaret ettik ikisini. Tuhaf bir tevafuktu ki mezar yerleri bile yan yana idi. Allah burada ve kabirde ayırmadı, inşaallah cennetinde de ayırmasın onları. Âmin. Bir de genç yaşında ölen evlâtları vardı bu ziyarette; babaannemle aynı mezarda. Acısını hiç unutamadıkları evlât hasreti onları aynı mezarda buluşturdu.

Yıllarca babaannemden duyduğum duâlar bugün gerçek olmuştu. Demek makbul bir duâ imiş. “Kızım” derdi, hâlâ kulaklarımda. “Allah acımızı göstermesin birbirimize. Bir gün arayla alsın yanına” derdi. Ben de gülerdim sanki böyle siparişle mi oluyor bu iş diye. Tekrar derdi: “Üç gün yatak, dördüncü gün toprak” derdi. Kısmen öyle oldu. Birbirlerinin acısından haberleri olmadı. Allah onlara bu acıyı yaşatmadı çok şükür. Kolay değil tabiî, yetmiş yıllık evliydiler. Daha çocuk denecek yaşta evlenmişlerdi. Banaannem 14, dedem 17 yaşındaymış. O zamanlar oyun çağında evlilik gibi hayatın büyük gerçeği ile tanışmış ve her hal üzere birbirlerine destek olmuşlar. Her acıya birlikte göğüs germişler. Son acıyı birlikte yaşamış, ama birbirinden habersiz olarak… İnşâallah bunda ki rahmet onların ebedî hayatında da onları hiç bırakmaz. Aradan geçen zamana rağmen acımız kolay dinmiyor. Onları çok özlüyor ve ebedî olarak ayrılmamak üzere buluşacağımız gün için geriye saymaya devam ediyoruz. Ne de olsa ömür dakikaları artmıyor, eksiliyor her nefeste. Allah iman ve istikametten ayırmasın. Âmin. Bu vesileyle, acımızı bizimle paylaşan ve taziye mesajı ileten ve Yasin ve hatimlerle duâ eden herkesten Allah razı olsun. Ve tekrar babaannem ve dedeme binler rahmet etsin, mekânları Cennet olsun, yoldaşları başta Resûlullah ve Üstadımız olsun ve Risale-i Nur şefaatçi olsun. Bu yazı da binler dillerle rahmete vesile olsun inşaallah… Ruhları için el-Fatiha…

Not: Gazetemiz yazarlarından Hüseyin Gültekin Ağabey’in kalp krizi geçirdiğini öğrenmiştik. Geçmiş olsun der, Allahtan acil şifalar dilerim. Ayrıca Kırşehir’den Şahin Tokmak Ağabey’in de annesi vefat etmiş. Allah’tan rahmet ve mağfiret diler, yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ederim.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*