Hatalarımızı konuşalım ama…

Evet, yeri geldikçe hatalarımızı da konuşalım ama, manevî ve fikrî cihad meydanında olduğumuzu da göz ardı etmeyelim. Kendi kendimizi muhasebe ve sorgulamanın da yeri var, zamanı var.

Büyük ve köklü bir camianın, kendince görebildiğin hatalarını güya düzeltmek adına sosyal medyada, orada burada ulu orta ilan edersen, niyetin iyi de olsa en büyük hatayı sen işlemiş olursun.

Dosdoğru istikamet üzerinde yol alındığının en güzel göstergesi olabilecek ilk ve sonbahar meşveretleri ne güne duruyor?

Unutmayalım ki, nefis bahar havalarını bize soluklandıran bu muhasebeli meşveretler, gelecek baharların da müjdecisidirler, inşaallah!

Bu meşveretlere katılanların her birisi temsilcimizdir, arkadaşımız-ağabeyimiz ve kardeşimizdir. Ama “adamımız” da, “reisimiz” de, “şâhımız” da “şahs-ı manevî” ve meşverettir.

Hatasız kul aramak hatadır. Hele hele hatasız fedakâr aramak, hatasız gazeteci aramak daha büyük hatadır.

Hele bu gazetecilerden ön cephede ehl-i dalaletle, ehl-i nifakla, fesad şebekeleriyle, “siyasalcı”larla ve hücuma geçmiş bilumum güruhla göğüs göğüse mücadele edenlerin şahsî hatalarına bakmak, affedilmez bir hatadır.

Ey ön cephede bu mukaddes dâvanın yükünü ve sorumluluğunu omuzlayanlar!

Kamu efkârı önünde fikrî ve manevî mücahedenizde “hasbelbeşer” sizden sudûr edebilecek “hata”larınızı; ön cephede göğüs göğüse çarpışırken aldığınız “yara”lar olarak görmek isterim! Yeter ki neşriyatımızın ve fikriyatımızın özüne sadık kalınsın! Yeter ki iman ve Kur’an hakikatlerine, hak-hukuk ve adalete aykırılık olmasın! Yeter ki “Şahs-ı manevî” ruhu incinmesin! Yeter ki hakkın hatırı âli tutulsa da, şahısların hatırı da hak namına gözetilsin, onların hatırlarının da kırılmamasına azamî ihtimam gösterilsin!

Meşru dairede ve sistem içinde kalınarak yapılan müsbet ve yapıcı tenkidlerden değil rahatsızlık, bilakis bu tenkidlere ihtiyaç bile duyulur. Ama bir nokta daima hatırda tutulmalı..

Böyle ön cephede mücadele verenlerimizi yıpratacak söz ve hallerden sakınılmalı. Ve en çok da kendileri böyle hallerden kendilerini sakındırmalıdırlar.

Bir zaman sosyal medyada hücuma maruz kalan bir yazarımızla ilgili birisiyle bir muhaveremiz oldu.

Yazarımızla alâkalı haksız ve mesnetsiz bir ithamda bulunan bu şahsa sordum: “Ben bu yazarımızı şuurlu bir dâva adamı ve halis bir nur talebesi olarak görüyorum. Onun lisan-ı haline ve yazdıklarına bakarak mahşerde de Huzur-u İlahî’de aynı şahitliği yapmaya hazırım. Sen de bu iddianla Huzura çıkmaya hazır mısın? Ve “Huzur”da buluşmak üzere anlaşıp vedalaştık.

Eğri büğrü çıkıntılı bir ağaç parçasını düzgün bir tahta haline geitirmek ne kadar ustalık işi ise, ağızdan çıkan bir bir sözü yahut yazılan bir cümleyi eksiğinden ve fazlasından azade kılmak da, ondan daha büyük bir ustalık ister.

Bilhassa meşveretlerde buna şahit oluruz. Nur lisanında buna, “hakikatı rendeçlemek” denir. Bunu yaparken yanlış da anlaşılabilirsin. Fikirde müttefik olduğun birinin hakikat beyanına yaptığın “rendeçleme”, muhalefet gibi anlaşılabilir. O vakit bir “rendeçleme” de yanlış anlaşılmaya gerekebilir.

Ama bazen de muhtevası ve özü doğru olan bir sözün şurasını burasını rendeçlemeye kalkışmamak daha doğrusu olabilir.

Bu hususta merhum Âkif’imizn güzel bir beyanı var. Der ki:

“Budur cihanda en beğendiğim meslek;

Sözün odun olsun hakikât olsun tek!”

Son olarak “Mu’cizat-Kur’anîye” risalesinden tatlı bir beyanı arz edelim:

“Fakat nasılki yeknesak, düz bir ağacın gövdesinden bir kısım çıkıntılar, sivricikler çıkar. Lâkin ağacın tenasübünü bozmak için çıkmıyorlar. Belki, o ağacın zînetli tekemmülüne ve cemaline medar olan meyveyi vermek için çıkıyorlar. Aynen bunun gibi, şu esbab dahi, Kur’anın selaset-i nazmına kıymetdar manaları ifade için sivri başlarını çıkarıyorlar.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*