Hayat mucizesi bilgi hazinesi: DNA-2

İlim, duyulara ve vasıtaları doğru kabul etme esasına dayanır. Tesadüf ve ihtimaller üzerine bina edilmez.

İnsan aklının, Allâh hakkında anlayabileceği şey, mutlaka bir araştırma ve bilginin sonucu olmak zorundadır. Bilgiden önce araştırmanın gelmesi gerekir ki, bilgi gerçek bir bilgi olsun. Ve elde edilen o bilgi, araştırmanın tabi-î bir sonucu olsun.

Şüphesiz ki, ilmin de dereceleri vardır. Meselâ sağlam, kesin ve kat’i olarak bilmeye yâkin denir. Bu marifet ve dirayetin (akılla anlamanın) üstünde olan ilmin sıfatıdır. Buna, ilm-i yâkin denir. Aynel-yakin: Göz ile görür derecede, müşahede ederek bilmektir. Meselâ, uzakta bir duman görüyoruz. Orada bir ateşin var olduğunu biliyoruz, demektir. Bu bilme derecesine; ilm-el yâkin denir.

Ateşe yaklaşıp gözümüzle görürsek, ona ayn-el yâkin bilmek deniyor. Daha da ilerleyerek bütün hislerimizle ateşin varlığını anladık ve ateşin yakması vesair sıfatlarını bildik ise; buna da hakk-el yâkin denir.

Ömer Nasuhî, Hakk-el yakin hususunda şunu ifade etmiştir. “Abd’in yani bir kulun, bir insanın; Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarında fani olup, kendisini O’nunla ilmen ve şuhuden ve halen bekâ bulmasıdır.” Yani tabir caiz ise; Allâh’la ilmen ve ruhen samimi bir iletişim içerisinde bulunmak, adeta bütünleşmek, O’nda fani olmaktır, varlığını O’nun varlığında yok bilmektir.

Peki, hakkal-yakin mertebesinde ilme sahip olmak ve o derecede Allâh’a iman etmek, mümkün müdür? diye sual edilirse eğer; elbette vardır, diye cevap verilebilir. Şöyle ki:

Hz. Ali’nın, “Vallâhi, eğer perde-i gayb açılsa, yâkinim ziyadeleşmeyecektir.” demiştir. Yani, Zat-ı Ulûhiyetin (Allâh’ın) üzerindeki gayb perdesi kalksa, yani gözümle de müşahede etsem, veya dokunarak bütün duygularımla bilsem, yine yâkinim, imanım ziyadeleşmeyecektir. Yani, o derece kesin bir bilgi ile biliyor ve inanıyorum, demektir.

Ve keza, Hz. Ali ile ilgili önemli bir mesele: Hz Ali bir kafiri yere atmış, kılıcını çekip keseceği anda; o kâfir O’na tükürmüş. Ali o kafiri bırakmış kesmemiş, öldürmekten vaz geçmiş. O kafir ona demiş, “Beni neden kesmekten vazgeçtin?” Hz. Ali ona “Seni Allâh için öldürecektim; fakat bana tükürdün, hiddete geldim, nefsimin hissesi karıştığı için ihlasım zedelendi, onun için seni kesmedim.” dedi. O kâfir ona dedi; “Gayem, beni çabuk kesmen için, seni hiddete getirmekti, madem dininiz bu kadar safi ve halistir, o din haktır.” dedi(1)

Bu hadisede en önemli nokta şu olsa gerektir. Hz. Ali’nin, o tükürüğün hemen akabinde kılıcını indirip o kafiri öldürmekten vazgeçmesi; o zaman aralığı olmaksızın, o yargıya varması, o dengeyi (muameleyi) sağlaması, Allâh’la bütünleşmiş olması, yani fena fillâh olması, yani vücudunu mucidine feda etmesi, Allâh’ın varlığında yok etmesi derecesinde, bilgiye ve imana sahip olmasıdır. İşte buna; hakkal-yakin bilgisi ile, Allâh’a iman etmenin bir derecesi, küçük bir numunesi, denilebilir.

Evet vahdet; insanın, mana olarak gönlünü, kalbini yaratanına yöneltmesi, birlik usulüyle bir merkezde, bir elden, her şeyin bir tek kanunla yapıldığını, işlediğini ve bu nazarla kâinata ve bütün varlıklara bakıldığında, bir kolaylık olduğunu görecektir. Aksi takdirde kesrette, yani karışıklık içerisinde, kaybolma mukadder olacaktır.

Çoğu zaman insana bakıldığında, sadece beden, fizik varlığından ibaret zannedilir. Ancak varlık, bilinç ve şuur düzeyine geçince, yani beden, zihin ve ruh, birlik bilincine yükseldiğinde ve şuurla evrene baktığında; insan ulvi bir varlık haline dönüşür ve en ulvi bir dereceye çıkar.

Aslında var olan her şey, “Öz”ün zuhurundan ibarettir ve zamanla insan, öz’ü ile yani öz varlığı ve öz mahiyetiyle özdeşleşir.

Öteden beri anlatıla geldiğimiz her şey, yani kâinat mükemmel bir sistem, bir düzen üzerine kurulmuştur. Evren canlıdır ve evrende bulunan her canlı, birbirine enerjisel bağlarla bağlıdır, yani münasebettardır. İşte evrendeki bütün bu tasarruflar ve faaliyetler, bu İlâhî vahdet kanunları çerçevesinde cereyan etmektedir. İnsanlar uyku halinde, rüya âleminden uyanıp, bu hakikati fark edip idrak ettiğinde, kendi levh-i mahfuzumuz olan DNA’da kayıtlı olan gerçekliğe uyanırız. İnsan bu uyanıştan sonra bir şuur ve bilinç haliyle ve farkındalıkla seyre başlar evreni ve bütün varlıkları.

Ve bu seyir yolculuğunda tesadüfe yer olmadığına da yakin derecesinde şahidlik edersiniz. Bu ilâhî sistemdeki liyakatınızı, yerinizi, ehemmiyetinizi ve misyonunuzu anlarsınız. Bundan hareketle insanın yaratılış amacı nihayetli olan âlemden; sonsuz olanı (ezeli ve ebedi olanı) idrak etmek ve O’na iman edip, ibadet etmektir. Zira Allâh’ın varlığının sonu yoktur. O, hayy’dır. O, daimi bir hayat ile diridir.

Maddenin özünü bilmek ayrıdır, görmek ayrıdır ve öz’e karışıp orada varlığını bulmak büsbütün ayrıdır. İşte buna “hakkal-yakin” derecesinde bilmek ve öz’e vâkıf olmak ve idrâk etmektir.

Buna zihin ve beden hayvanîyetinden çıkıp, bilinç ve ruhun derece-i hayatına çıkmak denilir ki; Allâh, özellikle düşünmenin, tefekkürün yollarını izleyen insanlara ve gerçeği tanıma arzusunda olanlara; bu hakkal-yakin kapısını hep açık tutmuştur. “Ve her varlık, her şeyi, her haliyle kuşatan bir kaderi anlatır; kendi intizamının ve güzelliğinin diliyle..”

Daha önce ifade ettiğimiz üzere, Watson ve Crıck adındaki ilim adamları, hücre içindeki gizli evren, DNA’yı keşfettiklerini dile getirmiştik. Ancak, içinde bulunduğumuz şu ana doğru, zaman ilerleyip geldikçe; ilmîn inkişaf ve gelişmeleri doğrultusunda, bu sefer Dr. Francis COLINS ve Craig VENTERL, DNA’nın şifresini çözdüler.

Aman ya Rabbi ! Bu ne kadar da muhteşem bir şeymiş, gözle görülmeyen bir hücrenin içinde ve yine o mesabede küçücük; ancak gelişmiş, büyük mikroskoplarla görülebilen, bir tek DNA’da gizemli bir evrenin olduğunu müşahede ediyoruz.

Aslında DNA; hücrelerin matematiksel şifreleridir. Bir mağarada iki düzenli çizgi gördüğünüzde bunun akıllı, şuurlu bir varlık tarafından çizildiğini söylüyorsunuz. Bir gram DNA içerisinde 1 Trilyon CD’lık bilgi bulunduğunu bilim adamları tarafından ifade edilmektedir. Ya da başka bir deyimle; bir gram DNA’ya 100 milyon saatlık full HD film kaydedilebilir. Bunu tesadüflere veya başka şeylere bağlamak mümkün müdür? Böylesi bir iddia, ancak hamakat eseri olabilir. Akılla bağdaşır tarafı yoktur. DNA’daki bu mucizevî bilgi hazinesi; ancak Allâh’ın âzametine ve sonsuz ilmine delalet eder.

Kesin bir ifade ile; “Kâinat’ta tesadüfe, tesadüf edilmemiştir.”

İbrahim suresinde Allâh:

“Peygamberleri onlara, gökleri ve yeri yaratan, var eden; Allâh hakkında şüphe olunur mu?”(2) buyurmuştur.

Bir Hadis:

“CEHALET KÜFÜRDEN, FUKARALIK ATEŞTEN SUZANDIR (DAHA YAKICIDIR)”

Ve İbn-i TEYMİYE:

“ALLAH, ÂDİL OLAN BİR DEVLETİ AYAKTA TUTAR, KÂFİR DAHİ OLSA.

ALLÂH, ZÂLİM OLAN BİR DEVLETİ AYAKTA TUTMAZ, İSLÂM BİLE OLSA.” buyurdu

Dipnotlar

(1) Mektubat s.270
(2) İbrahim 14/10

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*