İntihar

Türkiye’nin içinde bulunduğu keşmekeş devam ededursun. Türkiye generallerin nasıl serbest bırakılıp sonra nasıl tekrar tutuklama kararının çıktığını tartışadursun. Kendi çocuklarına kıyan bir sistem patırtıyla tüm günahlarını örtüveriyor. Köşe başları için çatışanlar günahlarını âlâyu vâlâ içinde gölgeliyor. Her fırsatta kamuoyunun önünde olanlar, menfaat kapışmalarında milleti ayağa kaldıranlar varsın görmesin.

Gün geçmiyor ki, ülkemin dört bir yanından gencecik insanların hayatına kıydığı haberleri gelmesin, yüreklere kor düşüren hikâyeler duyulmasın.

Dersane parasını ödeyemedikleri için icralık olan ve hapse düşen bir annenin gururlu oğlu, henüz on sekizinde canına kıyıveriyor. Üniversite sınavının ağır stresine dayanamayıp depresyona giren bir başka kızımız, kurtuluşu ölümün kollarında arayıveriyor. “Hayata tutunamadığım için özür diliyorum” diye not bırakarak intihar eden on yedi yaşındaki lise son sınıf öğrencisi bir başka kızımız da üçüncü sayfa haberlerinde kalakalıyor. Dünyanın pisliğini, kokuşmuşluğunu suratımıza çarpmak istercesine, bütün dünyadan intikam alırcasına “Ben gidiyorum, size kolay gelsin” notuyla veda ediyor bir başka kızımız da. Hayata bağlayamadığımız, hayatın temiz yüzünü gösteremediğimiz, meyvelerini tattıramadığımız çocuklarımız… Fani insanın ebede namzet, ezelî ve ebedî bir zata muhatap olduğunu söyleyemediğimiz, kâinatı emrine sunan ezeli zatın sevgili bir kulu olduğunu anlatamadığımız çocuklarımız… Arzın halifesi olarak yaratıldığını, ne kadar kıymettar olduğunu hissettiremediğimiz çocuklarımız kendilerini hakir görerek hayatlarını sonlandırıyorlar, kendi kendilerinin katilleri olarak Kudret edibinin en güzel şiirine yazık ediyorlar.

Ne acıdır! Her gördükleri boşluğu sakil cüsseleriyle doldurmayı marifet sayan haramzadeler, küçücük kalplere giremiyorlar. Taş kesilmiş kalpler vicdansızlıklarını her yere bulaştırıyor. Anlayamadığımız, anlamaya çalışmadığımız gençlerimiz dünyaya geldiklerine bin pişman, nefret hisleriyle aramızdan kaçıyorlar.

Hani, belki bir gün sorarlar “Bize nasıl kıydınız?” diye. Bilmem sorar mıyız kendimize “bunca cürmü nasıl işlettik?” diye. Canına kıyan, hayatlarının baharındaki bu gencecik insanlar mıdır, yoksa Hulagu tavrıyla bağbağban demeden çiğneyen, baharı yok sayan bizler mi? Anayasa değişikliğiyle memlekete demokrasi gelecekmiş. Ergenekonların köküne kibrit suyu dökülecekmiş. İçimizdeki Ergenekonların yol açtığı kıyımlar ne olacak, sorabiliyor muyuz kendimize?

İntihar… Kendisine verilen en büyük emanete, kendi hayatına karşı bir eyleme girişmek. En zor şartlarda bile kendi hayatını devam ettirmeye yönelik bir fıtratı çiğneyerek emanete hıyanet etmek. İnsanlık tarihinin her döneminde rastlanan intihar olgusunun son günlerde bizim canımızı fazlasıyla yakıyor olması ne acıdır. Ülkemizde, son yılda meydana gelen yaklaşık üç bin intiharın yarısının otuz beş yaş altı olması ne büyük bir günahın habercisidir. Sönen hayatların hesabı nasıl sorulur, bu vebalin altından kim, nasıl kalkar? Ekonomik nedenlerden başlayarak bir dizi psikolojik sebeplere dayanan gerekçeler bu günahı temizlemeye yetmiyor.

Çektiği tarifsiz eziyetler sonrasında “Eğer dînim intihardan beni menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti” diyen üstadımızın hayat algısıyla tanışmaya ihtiyacımız var. Bu tanışma gerçekleşmezse çok canlar yanacak. Hayatın tekellüfü karşısında kendi canına mı kıymak, bu can kıyışları görmezden gelerek ahlâksız bir vurdumduymazlığın içinde mi yüzmek… Hangisi intihardır, daha büyük günahtır, bilemiyorum.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*