İslâm güneşi ve Ortadoğu

Bediüzzaman Hazretlerinin, Hutbe-i Şâmiye isimli eseri dikkatlice okunursa, Ortadoğu’daki bugünkü hareketlilik ve son yüz yıllık maceranın ana hatları hemen fark edilecektir. Biz genellikle Şam ifadesini şehir olarak kullanırız, ancak Risâle-i Nur’da geçtiği gibi Şam-ı Şerif, Suriye, Lübnan ve civarını içine alan geniş ve önemli bir bölgedir. Ortadoğu’nun ve İslâm dünyasının kapısıdır.

O hitabede, İslâm dünyası ve geleceği ile ilgili bahislerin yanında, hususî olarak Araplarla ilgili ikazlar ve müjdeler de vardır. Arapların da saadetinin ve fecr-i sâdıkının yakın olduğundan bahseder. Bunun en önemli esaslarından birisinin de İslâm’a uygun bir hürriyet ve meşrûtiyet-i meşrûa olduğunu ifade eder. Bugün bu tâbirleri bazı eksiklikleri ile birlikte demokrasi ağırlıklı olarak içine alıyor.

Şimdi Ortadoğu kaynıyor. Bediüzzaman Hazretleri istibdat ve baskının sârî yani bulaşıcı olduğunu ifade eder. Bir uçtan bir uca kaynayan İslâm dünyasına bakınca hastalığın çaresi olan hürriyet ve demokrasinin de bulaşıcı olduğunu görüyoruz. Memleketleri neredeyse bir ömür boyu baskı ve istibdatla ezen özellikle dinî faaliyetlere göz açtırmayan yönetici ve komiteler birer birer dökülmeye başlıyor. Halk artık hürriyet ve demokrasiye her şeyden daha çok ihtiyacı olduğunun heyecanı içinde… Evet, mesele halkın istediği zaman, istediği yöneticiyi iktidara getirebilmesi ve gerektiğinde de onu indirebilmesidir. Halka güvenmek gerekiyor. Müslüman halk şerde ve yanlışta ittifak etmeyecektir, yeter ki hür iradesine müsaade edilsin.

Bediüzzaman Hazretleri daha sonra ilâve ettiği dipnotta, İslâm Âleminin uyanışını ve saadetini dünya savaşları ve istibdat rejimleri gibi engellerin geciktirdiğini söyler. Malûm medeniyetler ve hâkimiyetler inişli çıkışlıdır. Tarihe bakıldığında yıkılmaz denilen devletler ve yöneticiler de zamanı geldiğinde tarihin tozlu raflarına kaldırılmaktan kurtulamamışlardır. Bu sebeple hâkim güçler tarih boyunca güç kendilerinde iken, kendi ömürlerini uzatmaya ve geleceğin muhtemel güçlerini de daha başını kaldırmadan ezmeye çalışmışlardır. Bu ezilenlerin başında şüphesiz İslâm dünyası vardır. Batı dünyası kendisini toparlamaya başlayan ve tekrar eski ihtişamına kavuşacağından çekindiği Osmanlı ve arkasındaki İslâm dünyasını Birinci Dünya Savaşı ile otuz küsûr devlete bölerek istediği gibi yönetti. Aslında devlet tâbirinden çok emirlik ve bir çeşit eyalet demek daha doğru olur. Bazı hilelerle getirdiği yöneticileri de darbe, savaş ve işgal tehditleri ile devlete ve halka kabul ettirdi. Nitekim On Altıncı Lem’a’da şöyle bir ifade geçer: “Zâten o mütemerrid ecnebîlerdir ki, münafıkları ehl-i imana musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler.” Ancak her kışın bir baharı vardır. İslâm dünyasındaki yüz yıllık Batı hâkimiyeti ve istibdadının ve onların temsilcisi yerli diktatörlerin de sonu yavaş yavaş gözükmeye başladı. Bediüzzaman Hazretleri ve birçok âlimin o zamanın bir nev’î deccal fitnesi dediği Cengiz ve Hülâgu istilâsı ve fitnesi de ancak bir asırda temizlenebilmiştir. Onun için sabırlı olmak ve asla ümit kesmemek gerekiyor.

Şüphesiz medeniyette bu kadar geri kalmamız, Batı hâkimiyeti ve insan haysiyetine yakışmayan baskıcı rejimleri tamamen Batı ile açıklamak yanlıştır. İç dinamikler, Batının yetiştirdiği kadrolar, zamanın değiştiğini fark edemeyenler, tefrika, ihtilâflar ve cehaleti unutmamak gerekiyor.

En önemli eksiklerden birisi de Bediüzzaman Hazretlerinin hürriyet ve demokrasi vurgusu zamanında anlaşılamamıştır. Demokrasi ve hürriyetin gelmesi hâlinde ellerindeki iktidarlarının gideceğini düşünen hâkim güçler gerek İslâm dünyasında, gerekse Türkiye’de Risâle-i Nur hareketine büyük bir baskı uygulamışlardır. Fitne her zaman olduğu gibi, iki taraflı çalışmıştır: Dinden uzak kesime: “Demokrasi gelirse, İslâmî rejim gelir”; diğer tarafa ise “Demokrasi ‘küfür rejimi’” demiştir. Hem dine uzak kesimi, hem de dindar kesimi demokrasi karşıtlığında bir araya getirerek toplumları neredeyse bir asır istediği gibi yönetmiştir. Yani statükonun devamında içtekiler ve dıştakiler bilerek veya bilmeyerek ittifak etmişlerdir.
Bugün Ortadoğu’daki hareketliliğin birkaç boyutu var. İslâm dünyasının, İslâmî değerlerin terk edilerek Batı’yı taklid etmenin diktatörlükler ve zulümden başka bir şey getirmediğini, hem dünyada hem de âhirette hüsran ile sonuçlandığını görmesi uyanışın önemli adımlarındandır. Batıdaki değişim, insanlığın ve İslâm dünyasının uyanışı gibi faktörlerin bir araya gelmesi de Ortadoğu’daki hareketliliği tetikledi. Risâle-i Nur’da ifade edildiği gibi Batı ikidir. Yönetimlerde tesiri az da olsa, insan haklarına saygılı, İslâm dünyası ile bir problemi olmayan bir kesimin varlığını unutmamalıyız. İslâm dünyasına olan düşmanlığın artık bir işe yaramadığı, hatta kaybettirdiği ortaya çıkınca, İslâm’a ılımlı yaklaşanlar biraz mevkî kazandılar ve taktik değişmeye başladı. Barajı tamamen kapatırsanız sonunda patlayarak her şeyi yıkacaktır. Bu sebeple, her otuz-kırk senede birkaç kapak açılır. Önce işgal ve yabancı bir vali… Daha sonra yerli bir diktatör ve en nihayetinde çare kalmayınca demokrasi… Evet, şimdi demokrasi zamanı…

Bilindiği gibi dünya savaşlarından sonra, ilk demokrasi ve hürriyet dalgası 1950’li yıllarda Türkiye’de başlamıştır. Soğuk savaşın da tesiriyle uzun süren bir suskunluğun arkasından, Sovyetlerin çökmesi ve komünist liderlerin tek tek yıkılması ile tekrar başlamıştır. Ancak gerek Batının desteğini alamaması ve gerekse yanlış metodlar sebebiyle Ortadoğu ve Orta Asya aynı performansı gösteremedi ve gecikti. Ayrıca petrol ve İsrail dolayısıyla Batı, var gücüyle Ortadoğu’yu kavradı ve bırakmamak için her yolu denedi ve denemeye devam edecek… Ancak nereye kadar…
İslâm dünyasında bazı dindarların, din adına siyasete girmeleri, hem içerde hem de dışarıda bir kısım çevreleri ürkütmüş hem demokrasinin gecikmesine, hem de dindarların zarar görmesine sebep olmuştur. Risâle-i Nur’daki müsbet hareket ve siyasete mesafeli durmak önemlidir. Bu sayede toplum, dindar insanların halis niyetini daha iyi anlamış, fitnelere inanmamış, demokrasi talebinden vazgeçmemiştir. İslâm dünyasındaki en büyük tahribat Türkiye’de yapılmasına rağmen, Risâle-i Nur’un bu metodu sayesinde, hak ve hürriyetlerde ve demokraside büyük mesafeler alınmıştır. Tarihî mirası ve demokrasi sayesindeki bu kazanımlar, İslâm dünyasına da model olmuştur. Bediüzzaman Hazretlerinin “Mekke’de de olsam buraya gelmem lâzımdır” sözünün hikmetlerinden birisi de budur.

Şimdi Ortadoğu’da dinî gruplar artık müsbet harekete ve esas vazifeleri olan dinî hizmete dönüyor, siyaseti halka bırakıyorlar. Halk artık daha büyük bir çoğunlukla ancak daha sert bir üslûpla haklarını aramaya başladı. Eğer bunlar dinî bir hareket olsaydı, içte ve dışta bütün şer kuvvetler ittifak eder demokrasi ve hürriyeti boğarlardı.
Müjdelendiği gibi İslâm güneşinin önündeki engeller tek tek kalkıyor. İslâm dünyasının ve Arap âleminin saadeti ve fecr-i sâdıkı adım adım gerçekleşiyor. İnşâallah bu büyük değişim kansız, kavgasız ve masumlar zarar görmeden sonuca ulaşır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*