Kâbe’yle ilk karşılaşmam…

Image
HAC NOTLARI-2
Otelden bir saat kadar yürüyerek Mescid-i Haram’a yaklaştık. Yatsı ezanı okunuyordu, çok kalabalık olduğundan, ancak Kâbe’ye giden yolda yatsı namazını cadde üzerinde kılabildik. Takvimler 29 Zilka’de 1426/ 31 Aralık 2005 Cumartesi’yi gösterirken, saat 20.30’da Kâbe-i Muazzama’yı gördüm. “Aman Allah’ım! Bu Kâbe mi?” diyebildim. Rüyada mıydım, yoksa cennete mi gelmiştim? Şaşkınlıktan ve sevinçten ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi bilemez haldeydim. Yılların hayali hakikat olmuş ve ben şu anda Kâbe’nin karşısındaydım.

Elhamdulillahi Rabbi’l-âlemin! O anda, küçük kızım Zeyneb’in “Babacığım, Kâbe’yi görür görmez bana duâ et!” tenbihi kulaklarımda çınladı. Gözlerim yaşararak duâ ettim. Hemen hocaların nezaretinde ilk tavafımız olan ziyaret tavafına başladık. Kırk beş dakika kadar sürdü, bitince iki rek’at tavaf namazı kılmak için yöneldik. Ama nereye, hangi yöne? Kâbe’ye müteveccihen namaz kılan Müslümanlar, artık her yöne dönebiliyorlardı. Doğu, batı, kuzey, güney… Kâbe’yi karşına aldığında hangi yön olursa olsun, fark etmiyordu. Daha sonra zemzem suyundan, cennetten kaynayan o eşsiz menbadan su içtik. Safa ile Merve arasında sa’y yaparken, Hacer validemizin iki tepe arasında yavrusuna su bulmak için çaresizce koşmasını hatırladım. İbadetlerimizi tamamladıktan sonra, gece otelimize döndük. Tıraş olup, ihramdan çıktık.
Artık Mekke’deydik. Kâbe ile iç içeydik. İbadetimizin en güzelini yapıyorduk. Ve tevafuklar da başlamıştı artık. 1 Zil’hicce 1426/ 1 Ocak 2006’yı gösteriyordu takvimler. Yani; hicrî yılın, Hac ayının ilk günüyle, milâdi yılın ilk günü beraber başlamıştı. Aynı zamanda bu milâdî 2006 yılının içerisinde iki hac mevsimi, yani iki Kurban Bayramı denk geliyordu. Ve aynı gün, Mekke’nin Peygamberimiz (asm) tarafından fethinin de yıldönümüydü. Kur’ân hatmini Kâbe’nin üst katında Kâbe’ye bakarak okumaya devam ettim. Artık; namaz, tavaf, tesbih, zikir, Kur’ân, Cevşen, risâle okumakla geçiyordu, o nurlu beldede nurlu vakitler.
Hocalarla da gelmiyorduk, kendimiz öğrenmiştik ibadetin usulünü. Diyanetin verdiği kılavuz kitaptaki malum şaft duâlarının dışında; Cevşen, tesbihat okuyarak tavaf yapıyorduk.
Ve beklenen an gelip çattı. Arafat’a çıkacaktık. “Hac Arafat’tır!” hadis-i şerifi mucibince, artık hacı olacaktık inşâallah! 8 Zil’hicce, saat 15.30 civarında otelimizde yeniden ihrama girdik. Ancak saat 20.35’de otobüsler hareket edip, 21.40’ta Arafat’a gelebildik. Çadırlarımıza yerleştik. Hazret-i Âdem ile, Hz. Havva validemizi hatırladım. Onların cennetten ihrac edildikten sonra, ayak bastıkları dünya toprağında buluştukları mekândaydık. Peygamber aleyhissalâtü vesselâm canlandı birden gözümün önünde. Arkasına Arafat tepesini almış, sanki Veda Hutbesini okuyordu.
O gece çok mühim bir geceydi. Evet, çok yorgunduk, ama kendi kendime “Rabbim inayet etsin, bu geceyi uyumadan ibadet ve duâ ile geçireyim inşâallah!” dedim. Çadırda biraz uzandıysak da, uyku tutmadı. Oda arkadaşım Selman kardeşime ”Haydi kalk dışarı çıkalım” dedim. Birkaç kişi daha katıldı bize. Çadırlarda uyuyanlar falan var diye biraz ses gelmeyecek yere çekildik. Orada biraz risâle okuduk. Cevşen, tesbih, Kur’ân vs. gibi ibadetlerimizle sabahı yapmıştık uyumadan elhamdülillah.
Ve beklenen gün geldi: 9 Zilhicce Pazartesi’ydi bugün. Yıllarca beklenen ve özlenen hasretin en büyük rüknü de bugün gerçekleşiyordu. Artık heyecan doruktaydı. Bugün vakfe yapıp hacı olacaktık inşâallah. Yine ibadetlerimize devam ettik. İyi ki cüzlerimi getirmişim. Ben, cüzlerimi okuyarak mutad hatmime devam ederken, bazı hacı arkadaşlar benden, okumadığım diğer cüzlerden alarak okuyorlar ve “Yahu, ne iyi akıl etmiş de böyle cüz cüz getirmişsin, çok iyi olmuş” diyorlardı. Elhamdülillah vakfemizi yapıp, hacı olmuştuk.
Arafat’tan yaya olarak Müzdelife’ye gelip, biraz da orada durarak, akşam ve yatsı namazlarını, yatsı namazı vaktinde, peş peşe “cem-i tehir” şeklinde kıldık. Tabii öncesinde yaptığımız “cem-i takdim” de, bu da Peygamberimizin (asm) sünnetlerindendi. Müzdelife’den de şeytan taşlama işi için taş topladık. Ve oradan da hareketle Mina’ya geldik. Çok yorucu bir yolculuktu, yaya gelmiştik. Hani “Hac meşakkattir” diyordu ya Peygamberimiz (asm), gerçekten de öyle olduğunu anladık.
O gün Kurban Bayramı günüydü. Yani 10 Zilhicce. Fakat, orada biz bayram namazı kılmamıştık. Hac farizası esnasında kılınmıyormuş. İkindi civarında Mina’dan çadırlardan ayrılarak, şeytan taşlama yerine iki saatte gidebildik. İkinci gün, büyük şeytanı da taşlayıp (bu amelle, insan gerçekte kendi nefsindeki şeytanı taşlıyor ve onun emrinde olmayacağını gösteriyor) otelimize döndük. Tıraş olup ihramdan çıktık.
Artık; başta tavaf olmak üzere, ibadetlere devam ediyor, mümkün oldukça beş vakit namazı Kâbe-i Muazzama’da kılmaya gayret ediyorduk. Bulunduğumuz Mesfele bölgesi Kâbe’ye 3-4 km. mesafede olduğundan, genellikle; gece-gündüz devamlı çalışan otobüslerle gidip geldiğimizden, birkaç defa namaz vakitlerinde gidemedik ve bulunduğumuz yerde kıldık, ama bana çok dokunmuştu bu durum. Düşünün! Kâbe’desiniz, namazı orada kılamıyorsunuz. Olacak şey miydi? Neyse, yine de şükrederek ibadetlerimize devam ediyorduk.

-DEVAM EDECEK-

 

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*