Manevî himaye

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) ile, sonraki asırlarda manevî vârisleri olarak gönderilen müceddid, kutub ve âlimlerin, ümmetin mukadderatı ve gidişatıyla yakından alâkadar olduklarını, hattâ bu çerçevede bazı zevat ve hadiselerle özel olarak ilgilendiklerini biliyoruz.
Birinci Dünya Savaşı devam ederken her asrın temsilcilerinden teşekkül eden nuranî ve muhteşem meclisteki müzakerelerin anlatıldığı “Rüyada bir hitabe” buna bir örnek (Tarihçe, s. 205).

İmam-ı Geylânî, Mâruf-u Kerhî ve Hayatü’l-Harranî (k.s.) gibi, vefatlarından sonra da, ikinci hayat tabakasındaki Hz. Hızır’a benzer bir nevi hayata mazhar olan evliyaların tasarruflarının devam ediyor olması da (Barla Lâhikası, s. 536).
Gavs-ı Âzam olarak da anılan Hz. Geylânî’nin, sekiz yüz sene öncesinden çağımıza nüfuz eden nazarıyla Üstada gösterdiği çok özel alâka ve teveccühün ilginç bir örneğini birlikte okuyalım:
“Ben sekiz-dokuz yaşında iken, (…) ‘Yâ Gavs-ı Geylânî’ derdim. Elimden bir ceviz gibi ehemmiyetsiz birşey kaybolsa: ‘Yâ Şeyh! Sana bir Fatiha, sen bu şeyimi buldur.’ Acaiptir ve yemin ediyorum ki, bin defa böyle Hz. Şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiş.” (Lem’alar, s. 77)
Bu alâka ve teveccühün, Üstadı çocukluğundan son ânına kadar kucaklayacak manevî bir himaye anlamına da geldiğini, Hz. Gavs’ın Risale-i Nur’a işaret ettiği kasidesindeki şu ifadelerde görüyoruz:
“Yâ Said! Ahirzamanın fitnelerine yetişip düştüğün zaman, benim dua ve himmetimi kendine vesile ve şefaatçi yap. İnşaallah, senin herşeyinde ve her işinde uzun bir zamanda, yani tufuliyet (çocukluk) zamanından tâ ihtiyarlığın vaktinde işkenceli esaretine kadar, (…) Allah’ın izniyle ve kuvvetiyle senin imdadına yetişeceğim.” (s. 112)
Bu ifadelerle haber verilen manevî tasarruf ve himayenin Üstadın hayatında görülen çarpıcı örnekleri, Sekizinci Lem’a’da genişçe anlatılıyor.
Ve bu himaye Üstadla sınırlı değil. Nitekim o bahiste Gavs-ı Âzam’ın Hulûsi, Süleyman, Bekir, Sabri, Asım, Hüsrev, Refet gibi saff-ı evvel talebelere de işaret ettiğini yazıyor Üstad (s. 90 ve 96)
Dahası, aynı himaye, Nur hizmetini Üstaddan sonra devam ettirecek nesiller için de geçerli:
“Kendisi (Üstad) bu dünyadan gitse de, onun yerinde onun talebeleri ve âsârı (eserleri) o inayete ilâmâşaallah mazhar olmasına…” (s. 113)
Bu bağlamda bir başka müjde de şöyle:
“Kur’ân’dan muktebes olan (alınan) Risale-i Nur etrafında toplanan, bütün kuvvetleriyle Kur’ân’ın hizmetlerine çalışan hizbü’l-Kur’ân’ın faaliyeti ve dalâlet ve zındıkaya manen galebe ettikleri bir zamana tevafuku ise, istikbalde tam galebelerine bir ima-i gaybîdir (gaybî bir işarettir)…” (s. 107)
Ama bütün bu ferahlatıcı ve şevk verici müjdelerin tahakkuku çok önemli bir şarta bağlı. O da en azından her on beş günde bir okumamız tavsiye edilen İhlâs Risalesi’nde, Gavs-ı Âzam gibi Hz. Ali’nin de (r.a.) bu hizmete yönelik alâka ve müzaheretine atıf yapılarak şöyle ifade ediliyor:
“Hz. Ali (r.a.) o mu’cizevâri kerametiyle ve Hz. Gavs-ı Âzam (k.s.) o harika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar. Ve himayetkârane tesellî verip hizmetlerinizi manen alkışlıyorlar. Evet, hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri ihlâsa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların tokadını yersiniz. Onuncu Lem’a’daki şefkat tokatlarını tahattur ediniz (hatırlayınız). Böyle manevî kahramanları arkanızda zahîr (yardımcı), başınızda üstad bulmak isterseniz, ihlâs-ı tammı kazanınız.” (s. 394)
Tam ihlâsı kazanmanın sırrı da “Onları kendi nefislerine tercih ederler” mealindeki Haşir Sûresi 9. âyetinde övülen sahabe hasleti. Ve oradan hareketle Üstad bizlere “Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i şahsiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz” tavsiyesinde bulunuyor.
Hz. Ali’nin (r.a.), Gavs-ı Âzam’ın (k.s.) ve de Üstadın manevî himayesine lâyık ve mazhar olabilmenin yolu, bu ölçülere uymaktan geçiyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*