Mensubiyet imtihanını geçmeden dâvâ adamı olunmaz

Bir aileye, bir köye, bir şehre, bir memlekete mensup olmak ne güzeldir.

Sonra bir cemaate, bir cemiyete mensup olmak ne kadar anlamlıdır.

Sonra bir dine, bir dâvâya mensup olmak ne kadar yüceltiyor insanı.

Ve bir Yaratıcıya intisap etmek, O’na ait olmak, ne büyük şereftir.

İnsan ne de çok anlamlı bağların, bağlantıların içinde buluyor kendini.

‘Mensub’; bir şeye veya kimseye nispeti olan, alâkası bulunan, bir şeyle ilgili olandır. Yani onunla anılan, onunla birlikte değerlendirilen; ait olduğu şeyin bir parçası olan, onu tamamlayan, onu taşıyan, onu yaşayan, onun için yaşayan, ona dikilmiş, görevlendirilmiş gibi anlamlardadır.

‘Ait olmak’ duygusu ne kadar da anlamlıdır. Bu duyguyla kalbî, aklî, vicdanî, dinî bağ oluşuyor. Pek çok şey ona göre konumlandırılıyor. Meselâ akraba olunca, hükümler değişiyor. Ait olunca sorumluluklar değişiyor. Mensup olunca, bağ değişiyor, fedakârlık değişiyor. Mensup olunca hareket, tavır, tutum, hal değişiyor.

Sağlıklı mensubiyetin derin kökleri bulunuyor. Kolay kolay kopmuyor bağlar. Onun için kolay terk edenin derin, köklü bağlarından söz edilemiyor.

Hani, ‘dört elle sarılmak’ tabirimiz var ya, hani ‘gözün kulağın üzerinde olsun’ tabirimiz var ya, hani, fedakârlık ölçüsünü ifade eden, ‘gözünü kırpmadan canını uğrunda feda etmek’ tabirimiz var ya…

Bütün bu adımlar, güçlü ait olmak duygularının tezahürleridir.

Bir de, ‘pamuk ipliğiyle bağlı olmak’ veya ‘çelik halatlarla bağlı olmak’ tabirleri var. Aidiyet duygusu da bu bağın gücü oranında kendini gösterir.

Öylesine söylenmiş bir cümle ile bütün bağlantıları koparmak nasıl bir bağdır? Menfaat artınca ön saflarda, menfaat azalınca uzaklarda durmak nasıl bir bağdır? Küçücük bir zarar görünce bir daha oralara ayak basmamak nasıl bir bağlanmaktır?

Bir dâvânın mensubu olmak, o dâvânın çilesini çekmekle anlaşılır.

İyi gününde yanında, kötü gününde karşında olmak nasıl bir anlayıştır? Hani kötü gün dostu olmak?

Asıl kahraman, kötü günlerde belli olur.

Mensup, kimse kalmadığında da orada olabilendir.

Dâvâsında fani olmak, mensubiyetin gücüyle anlaşılır.

Her türlü maddî ve manevî zararlar söz konusu iken, çile-gam, keder acı çekerken; ‘dâvândan vazgeç seni nimetlerle donatalım, ne istersen sana takdim edelim’ denirken, hiç tereddütsüz, ‘la ilahe illeallah’ diyenler, mensubiyetlerinin gücünü göstermişlerdir.

‘Bir elime ayı, bir elime güneşi verseniz, beni bu hakikat dâvâsından vazgeçiremezsiniz.’ diyen yüce Peygamber (asm), mensup olmanın, onun uğrunda neleri göze almanın gerekliliğini göstermiştir.

Mensubiyetin derecesi, onun uğrunda feda ettikleriyle anlaşılır.

‘Aramadılar’ diye küsenler, ‘vermediler’ diye uzaklaşanlar, ‘bir cümle kursalar da küssem’ diye nazlananlar; mensubiyetini, aidiyetini onun bunun tavrıyla, tutumuyla, bakışıyla, kaş göz hareketiyle değerlendirenler ne kadar zayıf bir bağ içinde olduklarını izhar ediyorlardır.

Kapıdan kovsalar pencereden girenler; pencereden atsalar, bacadan girenler bir mensubiyetin gücünü, tutumunu gösteriyorlardır.

Neyi kazandığınız, neyi terk ettiğinizden anlaşılır.

Mensup olmak, uğrunda maddî ve manevî bir hayatı hakir görecek kadar bağlı olmak, bağımlı olmak anlamına gelir.

Mensup olmak, onda fani olmaktır.

Mensup olmak, ağır imtihanlardan geçmek demektir.

Mensubiyet imtihanını geçmeden, dâvâ adamı olamazsınız.

Sebahattin Yaşar

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*