Namazın vakti geçiyor!

Namaz ile alâkalı bu sütunlarda çok yazı yazdık, yazacağız da inşâallah! Kâinatta imandan sonra en büyük hakikat olan namaza, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri tarafından da çok tahşidat yapılmış, Risalelerin birçok yerinde namazdan bahsedilmiştir. Evet, namaz gerçekten hem çok mühim, hem de ‘az bir masraf’ ile kazanılır bir ibadettir.

Değer biçilmez bir hazinedir.

Şöyle gözümüzü bir dakika kapatalım, bakalım ne göreceğiz? Hiçbir şey, değil mi? Evet, gözümüzü açtığımızda ise, kâinatı görebildiğiniz bu, ruhun harika penceresini bizlere kim vermiştir? Allah değil mi? Birçok fabrika tarafından yapılabilen gözlüklere bir fiyat verip alıyoruz. Ki, onları yapan birçok kimse var. Ama gözümüzü yapan bir tek usta var! O da, kâinatı yoktan var eden Rabbimizdir. Peki gözlüğü yapana bir fiyat veriyoruz, gözü yapana bir fiyat vermeden olur mu? Evet, gözü insana veren Basir-i Hakikî, insandan mühim bir fiyat istiyor. Bizler, yapımız icabı, bize bir şey hediye edildiğinde, ihsan edildiğinde, illâ ki ona bir karşılık vermeğe çalışırız. İşte burada da Rabbimizin bizden istediği tek şey var. O da, göz dâhil, verdiği birçok nimete karşı, sadece kendisine ibadet etmemizi istiyor Rabbimiz. İbadetin en şâmili, en genişi, bütün ibadetleri de içine alabileni ise namazdır.

Zaten, akıllı ve şuurlu bir Müslüman namaz kılmadan yapamaz, namazlarını kılıyordur çok şükür. Ama bu namaz kılma hususunda da tabiî, dikkat edeceğimiz bazı şeyler var. Bunların birçoğunu Peygamberimiz (asm) bildirmiştir. Meselâ, hırsızlıkların en kötüsünün “namazdan çalma” olduğunu söylüyor. Evet, hakkıyla kılınmayan, adâb ve usulüne riayet edilmeden kılınan bir namaz, adeta yemekleri lokma lokma yemeyip, onun zevk ve lezzetini tatmayıp, bütün yemeği mideye boşaltmak gibi bir şey olur her halde. Namazdan istenilen haz ve lezzeti almak için, namazları “adam” gibi, tâdil-i erkânına uygun bir şekilde kılmalıyız. Yoksa tavuğun yem yemesi gibi olursa, tam istenen namaz olmuş olmaz. “Kıyam” dediğimiz ayakta duruşta, rükûda, rükûdan kalkınca, secdelerde, iki secde arasındaki oturuşta yapılır tâdil-i erkân. Yani acele etmeden, yavaş yavaş, arada okunması icab eden duaları güzelce yapmaktır.

Bir de tabiî, en mühim şey, namazı vaktinde kılmaktır. İşte işin burasında şeytana aldanan nefis, giren vaktin geçtiğine değil de, gelecek namazın vaktine kendini ayarlıyor. “Öğlenin vakti geçeli iki saat olmuş” demiyor da, “Daha ikindiye yarım saat var” diyor. Hâlbuki karnımız acıktığında, yemeği hemen yiyoruz. Onu tehir etmiyoruz. Aynen onun gibi, namazları da ilk vaktinde kılmak en güzel olanıdır. Zaten Hz. Peygamber’in (asm) namazı cemaatle kılmaya teşvik etmesinin ve böyle yapılınca 27 derece daha fazla sevap kazanılacağını bildirmesinin en büyük sebebi de bu olmak gerektir. Yani, namazı vaktinde kılmak. Bazen, vaktinde namaz kılmayıp da geciktirenlere şöyle bir misâl veriyoruz. Diyoruz ki, “Yemeği tabağa koymuşlar, ama siz sıcakken yemeyip bekletiyorsunuz, soğuyunca yiyorsunuz. Öyle oluyor ki, tabağın üstünde yağ donuyor. Bu haldeki bir yemeği yer misiniz?” Hiç kimseden ”Evet yeriz” diye cevap alamıyoruz. İşte namazı da vaktin evvelinde kılmak hususunda hassasiyet gösterirsek, gerçekten dört başı mamur bir namaz kılmış oluruz.

Tabiî, bu namazı vaktinde kılmanın bir de kış mevsimi vardır. Yazın namaz vakitleri arası uzunken, kışın daha az ve dardır. Eğer abdest silâhımızı her zaman bulundurursak, bu mevsimlerde namazımızı vakti geçmeden kılabiliriz. Cenâb-ı Hak, kıldığımız namazlarımızı usûlüne göre kılmayı nasib etsin. Kıldığımız namazları kabul etsin. Namaz kılmayanlara da inşaallah hidayet lûtfedip, kılmalarını nasib etsin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*