Namaz kılmayan başörtülüler

Tedâvi için gittiğim hastahanenin personeli ile biraz sohbet etmişliğimiz vardı. Onlardan iki başörtülü hanımefendi ile konuşuyorduk.

Muhtelif şeylerden bahisle, bir ara yeri geldi, söz namaza temas etti. Sordum “Namaz kılıyorsunuz değil mi?” diye. İkisi de “Kılamıyoruz” deyince şaşırdım. Başörtülülerin namaz kılmayacağını pek düşünmüyordum demek ki…

Dedim ki; “Kardeşim, bakınız ikiniz de ne güzel başınızı örtmüşsünüz, Allah’ın emrini yerine getirip, bir farzı işlemişsiniz. Bu zamanda biraz zor işi yapıyorsunuz. O bakımdan sizi tebrik ederim. Ama namaz, başörtüsünden daha mühimdir. Biliyor musunuz? Başörtüsü de farz, namaz kılmak da… Ama aralarında bir fark var. Namaz, İslâm’ın, yâni Müslüman olmanın beş şartından biridir.” Tabiî, şaşırdılar. “Evet, biz Müslümansak, namaz kılmadan olmaz!” Biraz daha konuşup, bir şeyler anlattım, çok hoşlarına gitti. “Bizim bilmediğimiz şeyleri söylediniz, inşâallah, en kısa zamanda namazımızı kılacağız” dediler. Onlardan, daha eski tanıdığıma “Müslüman namaz kılar mı?” videosunu yolladım. Arkadaşına da göndermesini tembih edip yanlarından ayrıldım.

Hakikaten de, acâib bir vaziyetteyiz. Bir insanın, Müslüman olmasının ilk şartı, Kelime-i Şahadet getirmesidir. Ondan sonra da diğer dört şartı yerine getirmesi lâzımdır. Fakat bu beş şartı da âlimlerimiz, üçe ayırmıştır. Bunlardan her Müslümanın yapması îcab edeni; Kelime-i Şahadet getirmek. Namaz kılmak. Oruç tutmaktır.  İslâmın şartı her ne kadar beş ise de, mâlî vaziyeti kifâyet etmeyenler için üçtür. Üstad Hazretleri de, bunu Ramazan Risâlesi’nde, İslâm’ın beş şartının “birincilerindendir” diye ifade ediyor. Müslümanların ekserisi, ancak bu üç şartı îfa ederek, âhiret âlemine göçüp gidiyor.

Üstadımız, birçok yerde namazdan bahseder. Bunlardan en dikkat çekicilerinden biri de şudur: “Namaz dinin direği ve kıvamı olduğu gibi, zekât da İslâm’ın kantarası, yâni köprüsüdür. Biri dini, diğeri asâyişi muhafaza eden, iki İlâhî esastır.” Yâni Müslüman olmanın şartı olan namaz, çok mühimdir.

Dünyadaki Müslüman devletlerden birkaçını gezmişizdir. Oralarda gördüğümüz hâller ile Türkiye’deki hâller farklıdır. Meselâ; Mısır’da üç ay bulundum. Oradaki millet Arab. Ama iki dinli bir Arab. Ekseriyeti Müslüman, ekalliyeti de Hıristiyan idi. Yâni Müslüman nüfus, Hıristiyanlardan çoktu. Hattâ Hıristiyanlar da selâmlaşmada “Selâmünaleyküm” derdi. Biz orada Müslümanları şöyle ayırt ederdik. Erkeklerin namaz kılanları, kadınların da başörtülüleri Müslümandı. Ama Türkiye’ye geldiğimiz zaman, maalesef garib bir vaziyet var. Müslüman, ama dininin îcabını yerine getirmiyor.

Kırk seneye yaklaştığını tahmin ediyorum. Bir vesileyle, Ege vilâyetlerimizden birinde, iki turist (kız Portekiz, oğlan da Alman idi.) bir araya gelmiştik. Biz de üç Türk’tük. Akşama yakın, beraber yemek yeme vaziyeti hâsıl oldu. Baktım bunlar, turistlerle aynı masada içki istediler. Ben ayrı masaya geçtim. Akşam namazı yaklaşınca, yavaşça bizimkilere namaz için camiye gideceğimi söyledim. Tabiî, bu duruma turistler de dikkat kesildi. Ne yapacağımı merak etmişler. Bizimkilerden biri biraz da içkinin tesiriyle, kafayı bulmuş hâlde ellerini kulaklarına kaldırıp, aklı sıra istihzâvarî bir hareketle onlara hitaben “Osman namaz, Osman namaz!” deyince, Portekizli kız ona hitaben; “Ramazan! Ben Katolik, Helmut Protestan, Osman Müslüman. Sen nesin peki?”  deyince, yerinden kalkamayacak bir cevabla şaşırmıştı.

Namaz çok mühimdir. Müslüman insan, namaz kılacaktır. Bu onun, her türlü nimeti verdiği Cenab-ı Hakk’a karşı bir vazifesidir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*