Risale-i Nurda Big Bang (yaratılış ) Teorisi

Giriş

Geçen yüzyılın başlarında dinsizlik cereyanları çok büyük bir taraftar kitlesi toplamayı başarmışlardı. Bilimsel sahada Darwinizm, sosyal ve içtimai sahada ise Marksizm ve sosyalizm gibi dinsizlik akımlarının dayandığı istinat noktaları ve temeller ise materyalizm, tabiatçılık ve tesadüfçülük gibi dinsizlik fikir ve akımları idi.

Bilhassa materyalist felsefe dinsizlik akımları üstünde çok etkili oluyordu. Bunların dayandığı temeller ise maddenin ezeli ve ebedi olduğu tezi üzerine dayanıyordu. Newton’un, kendisi ilahi bir yaratıcıya inanmasına rağmen, ortaya attığı fikriler materyalistler tarafından istismar edilerek din dışı fikirlere temel oluşturuyordu.

Zira Newton mutlak zaman ve mutlak mekan etkisi ile tıkır tıkır işleyen bir kainat modeli ortaya koymuştu. Fakat materyalistler kainatın bu ilahi ilişkisini yok sayıp, kendi kendine işleyen, öncesi ve sonu olmayan, yani ezeli ve ebedi bir kainat modeli ile atomların tesadüfen bir araya gelip eşyayı teşekkül ettiğine inanan bir dinsizlik fikri ile, adeta maddeye bir ilahlık ve ezeliyet verip binlerce insanın inancını kaybetmesine vesile olmuşlardı.

İşte gerek İzafiyet Teorisi, gerekse Big Bang Teorisi materyalistlerin maddeye ve kainat ezeliyet veren bu sapkın düşüncelerini yerle bir etmiştir. Çünkü İzafiyet Teorisi hiçbir şeyin, zamanın ve mekanın dahi sabit olmadığını, mutlak zaman diye bir kavramın kabul edilemeyeceğini ispat ederek materyalistlerin mutlak zaman kavramını kökünden silip atmıştır.

Aynı şekilde Big Bang Teorisi de kainatın bir noktadan başladığını ve bir gün gelecek bir noktada biteceği fikri ile dinsizlik akımların fikir cephelerini silip süpürüp dinsizlik çöplüğüne atmıştır. İşte ortaya atılan bu teoriler dinsizlik cereyanlarını fikren öldürmüş olduğundan, bu gün küfür yolunda gidenler ancak gözünü kapayarak inatla yollarına devam etmek zorunda kalmışlardır. Yani dinsizliğin fikir cephesi savunulamayacak bir şekilde yenilgiye uğramıştır.

İşte biz de bu kısa çalışmada Big Bang teorisinin Risale-i Nurdaki yansımalarına kısaca temas edeceğiz. Kainatın yaratılışında Risale-i Nur ne diyor, kısaca ona bakacağız. Zira Big Bang Teorisinin temelleri ta bin dört yüz öncesinden hadis-i şeriflerde beyan edilmiş bir hakikattir. Risale-i Nur da bu hakikatleri izah ve şerh etmiş bir tefsir kitabıdır.

Big Bang Teorisinin kısa bir izahı

Big Bang teorisi şu gördüğümüz kainatın 13.8 milyar yıl önce bir tekillik noktasından başladığını ve genişlemeye devam ettiğini ifade eder. Rus matematikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı fizikçi papaz Georges Lemaître tarafından temelleri atılan teori, George Gamow ve çalışma arkadaşları tarafından düzenlenerek bu günkü hali ile bilim dünyasına sunulmuştur.

Bu teori daha sonra 1929’da Edwin Hubble’ın gözlemleri ile doğrulanmıştır. Bu gözlemlerde galaksilerin bir birinden hızla uzaklaştığı tespit edilmiştir.

Ancak bu teorinin bilim dünyası tarafından geniş kabul görmesi ise “Kozmik mikrodalga arka alan ışınımı” denen olayın keşfinden sonra olmuştur:

“Kozmik mikrodalga arka alan ışınımı, fon ışıması veya fon radyasyonu; 1964 yılında keşfedilen ve bütün evreni dolduran bir elektromanyetik dalgadır. 2,725 kelvin sıcaklığındaki kara cismin ısıl ışınımına denk gelen eden 160,2 GHz frekansında ve 1,9 mm dalga boyunda olduğu COBE uydusu tarafından havaküre (atmosfer) dışında hassas olarak ölçülmüştür. Fon ışıması, evrenin en uzağından yani Büyük Patlama’dan geldiği düşünülen elektromanyetik ışımadır. Bu ışımayı birçok radyo astronom ve fizikçi Büyük Patlama’nın en büyük kanıtı sayarlar.”(Kaynak)

Kısaca özetlemek gerekirse şu dünya ve kainat bir tekillik noktasından yaratılarak bu günkü halini almıştır. Yani kainat bir noktadan yaratılmış ve Entropi kanununa göre bir zaman sonra büyük bir ölümü yaşayacaktır. İşte bu nedenle Big Bang Teorisine “Yaratılış Teorisi” de denmektedir. Bu teori bu gün için bilim dünyası tarafından kahir bir ekseriyetle kabul görmektedir.

Tekillik noktasında ilk olarak yaratılan nedir?

Big Bang Teorisi bu kainatın bir tekillik noktasından yaratıldığını kabul eder. Bu ilk noktaya da çok yüksek bir ısıya sahip ve kainatın tüm kütlesini içinde barındıran bir madde olarak tanımlar. Fakat bu kabul oldukça yetersiz ve eksik bir kabuldür. Çünkü ilk olarak yaratılanın mahiyetine ait açık ve net bilgileri İslam ihtiva etmektedir.

İşte o bilgi:

“Ey Allah’ın Resulü! Anam-babam sana feda olsun, Allah’ın her şeyden önce ilk yarattığı şeyi bana söyler misiniz?” diye sordum. Şöyle buyurdu:
“Ey Cabir! Her şeyden önce Allah’ın ilk yarattığı şey senin peygamberinin nurudur. O nur, Allah’ın kudretiyle onun dilediği yerlerde dolaşıp duruyordu. O vakit daha hiçbir şey yoktu. Ne Levh, ne kalem, ne cennet, ne ateş / cehennem vardı. Ne melek, ne gök, ne yer, ne güneş, ne ay, ne cin ve ne de insan vardı.” (bk. Aclunî, Keşfu’l-Hafa, 1/265-266)”

İfadeye göre, bu gün bilimin kabul ettiği ve mahiyetini tam olarak tanımlayamadığı mesele Resul-u Ekrem(asm) lisanı ile açıklığa kavuşmakta. İlk yaratılanın insanın mahiyeti, yani en mükemmel insan olan Peygamberimizin maddi ve manevi hayatından teşkil olunan Nur-u Muhammedi(asm) olduğu meselesi ta 1400 yıl önce izah edilmekte.

Demek ki kainatın çekirdeği insan. En mükemmel insan olarak da Hz Muhammed(asm) olduğu için kainat Peygamberimizin(asm) nurundan yaratılmış.

Bu mühim mesele ise Miraç Risalesinde şöyle izah edilmiş:

“İKİNCİ MÜŞKÜL: Ey makam-ı istimâdaki insan! Şu ikinci işkâl ettiğin hakikat o kadar derindir, o kadar yüksektir ki, akıl ona ne ulaşır, ne de yanaşır—illâ nur-u imanla görünür. Fakat bazı temsilâtla o hakikatin vücudu fehme takrib edilir. Öyle ise bir nebze takribe çalışacağız.

İşte, şu kâinata nazar-ı hikmetle bakıldığı vakit, azîm bir şecere mânâsında görünür. Ve şecerenin nasıl dalları, yaprakları, çiçekleri, meyveleri vardır. Şu şecere-i hilkatin de bir şıkkı olan âlem-i süflînin anâsır dalları, nebâtât ve eşcar yaprakları, hayvânât çiçekleri, insan meyveleri hükmünde görünür.

Sâni-i Zülcelâlin ağaçlar hakkında câri olan bir kanunu, elbette şu şecere-i âzamda da câri olmak, mukteza-yı ism-i Hakîmdir. Öyle ise, mukteza-yı hikmet, şu şecere-i hilkatin de bir çekirdekten yapılmasıdır. Hem öyle bir çekirdek ki, âlem-i cismanîden başka, sair âlemlerin nümunesini ve esasatını câmi’ olsun. Çünkü, binler muhtelif âlemleri tazammun eden kâinatın çekirdek-i aslîsi ve menşei, kuru bir madde olamaz.

Madem şu şecere-i kâinattan daha evvel, o neviden başka şecere yok. Öyle ise, ona menşe ve çekirdek hükmünde olan mânâ ve nur, elbette yine şecere-i kâinatta bir meyve libasının giydirilmesi, yine Hakîm isminin muktezasıdır. Çünkü çekirdek daima çıplak olamaz. Madem evvel-i fıtratta meyve libasını giymemiş. Elbette âhirde o libası giyecektir.

Madem o meyve insandır. Ve madem insan içinde, sabıkan ispat edildiği üzere, en meşhur meyve ve en muhteşem semere ve umumun nazar-ı dikkatini celb eden ve arzın nısfını ve beşerin humsunun nazarını kendine hasreden ve mehâsin-i mâneviyesiyle âlemi ya nazar-ı muhabbet veya hayretle kendine baktıran meyve ise, zât-ı Muhammediye aleyhissalâtü vesselâmdır. Elbette, kâinatın teşekkülüne çekirdek olan nur, onun zâtında cismini giyerek en âhir bir meyve suretinde görünecektir.

Ey müstemi! Şu acip kâinat-ı azîme bir insanın cüz’î mahiyetinden halk olunmasını istib’âd etme. Bir nevi âlem gibi olan muazzam çam ağacını, buğday tanesi kadar bir çekirdekten halk eden Kadîr-i Zülcelâl, şu kâinatı nur-u Muhammedîden (aleyhissalâtü vesselâm) nasıl halk etmesin veya edemesin? İşte, şecere-i kâinat, şecere-i tûbâ gibi, gövdesi ve kökü yukarıda, dalları aşağıda olduğu için, aşağıdaki meyve makamından, tâ çekirdek-i aslî makamına kadar nuranî bir hayt-ı münasebet var. İşte, Mirac, o hayt-ı münasebetin gılâfı ve suretidir ki, zât-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm o yolu açmış, velâyetiyle gitmiş, risaletiyle dönmüş ve kapıyı da açık bırakmış. Arkasındaki evliya-yı ümmeti, ruh ve kalble, o cadde-i nuranîde, Mirac-ı Nebevînin gölgesinde seyr ü sülûk edip istidatlarına göre makamat-ı âliyeye çıkıyorlar.

Hem sabıkan ispat edildiği üzere, şu kâinatın Sânii, birinci işkâlin cevabında gösterilen makàsıd için, şu kâinatı bir saray suretinde yapmış ve tezyin etmiştir. O makàsıdın medarı zât-ı Ahmediye (a.s.m.) olduğu için, kâinattan evvel Sâni-i Kâinatın nazar-ı inâyetinde olması ve en evvel tecellîsine mazhar olmak lâzım geliyor. Çünkü birşeyin neticesi, semeresi evvel düşünülür. Demek, vücuden en âhir, mânen de en evveldir. Halbuki, zât-ı Ahmediye (a.s.m.) hem en mükemmel meyve, hem bütün meyvelerin medar-ı kıymeti ve bütün maksatların medar-ı zuhuru olduğundan, en evvel tecellî-i icada mazhar, onun nuru olmak lâzım gelir.(Sözler, s. 789)”

İşte bu ifadeler yukarıda naklettiğimiz hadis-i şerifin bir ölçüde tefsiri mahiyetinde. Kainatın hem çekirdeğinin, hem de meyvesinin insan olduğunu, bu insanın da Peygamberimiz(asm) olduğunu açık ve net bir şekilde izah etmiş. Bu noktada bu ifadeler Big Bang Teorisinin eksiklerini de tamamlayarak kainatın yaratılış hakikatini tam olarak izah ediyor.

Şu koca kainatın bir insanın mahiyetinden yaratılmasını akıl kabul etmekte zorlanıyor

Maalesef zahiri noktadan bakıldığı zaman böyle bir husus zihne geliyor. Ancak işin hakikatinde bir zorluk ve güçlük söz konusu değil. Zira Kudret-i İlahinin yaratılış hikmeti hep küçük bir noktadan büyüğe doğru işliyor. Tekamül eden ve büyüyen tüm ağaçların ve canlıların yaratılış sürecine bakılırsa bu açık ve net gözükür. Mesela bir incir ağacına bakalım. İncir ağacının çekirdeğini elinize alsanız neredeyse gözle zor görülen bir derecede küçük bir yapıya sahiptir. Ama o küçücük tohumu toprağa attığınız zaman ondan kocaman bir incir ağacı zuhur ediyor. İşte Kudret o küçücük tohumdan kocaman bir ağacı meydana getiriyor.

İnsan da böyle. Gözle görülmeyecek derecede küçük olan bir sperm hücresinden trilyonlara varan bir hücre yaratılarak insan teşekkül ettiriliyor. İnsanın yapısına baktığımız zaman ise dünyanın ve kainatın bir özeti mahiyetinde olduğu net olarak görülür. Çünkü maddi ve manevi yapısı kainattaki bileşiklerden teşekkül etmektedir.

Şu ifadeler bu hakikati çok güzel izah ediyor:

“Evet, nasıl ki insanın anâsırları kâinatın unsurlarından; ve kemikleri taş ve kayalarından; ve saçları nebat ve eşcârından; ve bedeninde cereyan eden kan ve gözünden, kulağından, burnundan ve ağzından akan ayrı ayrı suları arzın çeşmelerinden ve madenî sularından haber veriyorlar, delâlet edip onlara işaret ediyorlar. Aynen öyle de, insanın ruhu âlem-i ervahtan; ve hafızaları Levh-i Mahfuzdan; ve kuvve-i hayaliyeleri âlem-i misalden; ve hâkezâ herbir cihazı bir âlemden haber veriyorlar ve onların vücutlarına kat’î şehadet ederler. (Lemalar, s.635)

Kainat bir bütündür. İnsan ve diğer tüm varlıklar kainatın bütünlüğü içinde yer alır. Bu günkü ilmi verilere göre bir atomu dahi kainattan ayırmazsınız, soyutlayamazsınız. Yani kainat dal ve kol, yaprak ve meyvesiyle bir bütünlük arz eden devasa bir şecere mahiyetindedir. İşte bu devasa şecerenin çekirdeği insan, meyvesi de insandır. Bilim dünyası bunun bir kısmını keşfetmiş ve buna da Big Bang Teorisi demiş.

Bazı İslam uleması niçin bu hakikati kabul etmekte zorlanıyor?

Kainatın çekirdeği insan ve en mükemmel insan olmak hesabıyla Peygamberimizin(asm) maddi ve manevi mahiyeti olduğunu bir kısım zahir ulema kabul etmiyorlar. Hatta “Şu koca kainat nasıl küçük bir insanın mahiyetinden yaratılabilir” diye itirazda bulunuyorlar. Evet, bu tür kişiler ne yazık ki var. Onların da bazı hakikatleri tam olarak kavrayamadıkları gözüküyor. En önemli hakikat de büyüklük ve küçüklük meselesi. Güya kendilerine göre kainat çok büyük insan da bir o kadar küçük, “nasıl olur da şu koca dünya ve kainat bir insandan yaratılabilir,” diyorlar.

Bu düşünce sahiplerinde eksik anlayış var. Zira büyüklük ve küçüklük gibi bir mesele insan ve yaratılmışlar için mevcut. Allah için böyle bir şey olmaz. İsterse kainatı bir anda yok eder, bir anda var eder. Bir atom ile tüm kainata bakışı aynıdır. Eksik ve fazla diye bir kavram Allah’ın yaratılışında söz konusu olmaz.

İşte bakınız tüm mahlukatı atom denilen ve 10^-8 cm çapındaki çok küçük bir yapı taşından teşkil ediyor. Siz şimdi kainatın tüm yapısı böyle küçük bir yapı taşından yapıyor diye 10^-8 cm çapından nasıl kainat yaratılmış diyebilir misiniz? Elbette ki hayır. Allah ister bir insanın mahiyetinden tüm kainatı yaratır, isterse kainatı tüm özellikleri ile getirir bir insanın mahiyetine yerleştirir. Bu Allah için hiç de zor bir şey değildir.

İşte kainat da böyle yaratılmıştır. Peygamberimizin(asm) maddi ve manevi mahiyeti olan nuru kainata çekirdek olmuş ve nihayetinde insan da kainatın meyvesi olmuştur. Aslında bu durum her insan için iftihar edilecek bir durumdur. Zira bu yolla insan kainat Yaratıcısının yanında ne kadar değerli ve kıymetli olduğunu gösteren bir durumdur. Yani bu vesile ile her insan Peygamberimize(asm) minnet borçludur.

Ahiret hayatının da çekirdeği Muhammed Aleyhisselamın nurudur

Bu gördüğümüz şu kainatın nasıl ki çekirdek-i aslisi Peygamberimizin(asm) mahiyetidir. Aynen öyle de ahiretin de yaratılması yine onun maddi ve mahiyetidir. Yani ahiret de Peygamberimizin(asm) getirdiği nurdan yaratılacaktır. İşte her iki hayatın da çekirdeği Risale-i Muhammediye(asm) nuru içinde gizlidir.

Bu yüksek hakikat Risale-i Nurun bir çok yerinde izah edilir. İşte kısacık bir anekdot:

“Bak: O zât nasıl ki risaletiyle, hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vusulüdür. Onun gibi, ubûdiyetiyle ve duasıyla o saadetin sebeb-i vücudu ve Cennetin vesile-i icadıdır.

Evet, baharımızda yeryüzünü bir mahşer eden, yüz bin haşir nümunelerini icad eden Kadîr-i Mutlaka, Cennetin icadı nasıl ağır olabilir? Demek, nasıl ki onun risaleti şu dar-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi,

لَوْلاَكَ لَوْلاَكَ لَمَا خَلَقْتُ اْلاَفْلاَكَ 1 sırrına mazhar oldu. Onun gibi, ubûdiyeti dahi, öteki dar-ı saadetin açılmasına sebebiyet verdi. (Sözler, s. 12)”

Netice-i kelam

Buraya kadar ifade etmeye çalıştığımız hususları kısaca özetleyelim.

1- Kainat bir tekillik noktasından yaratılmıştır.

2- Gün gelecek bu kainatta hayat son bulacaktır.

3- Big Bang teorisi ile bilim kısmen bu hakikatleri tasdik eder.

4- Kainatın hem çekirdeği hem de meyvesi insandır.

5- En mükemmel insan da Peygamberimiz olduğu için kainatın hem çekirdeği, hem de en mükemmel meyvesi O’dur.

6- İnsanın maddi ve manevi yapısı bu hakikate şehadet eder.

7- Bu kainat gibi ahiretteki kainat da yine Peygamberimizin(asm) nurundan yaratılacaktır.

Bu konuda daha söylenecek çok söz var. Hatta bu husus akademik bir çalışmaya konu olabilir. Umarız bu kısa çalışmamız bu sahada akademik çalışma yapacaklara bir yol gösterici olur. Zira Risale-i Nurdaki bir çok konu gibi bilim ve din konusu da ciddi ve hayretli araştırmacıları bekliyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*