Serçe, güvercin ve hüd hüd kuşunun latif cilveleri

Risale-i nurda serçe, güvercin ve hüdhüd kuşları genellikle müjde, tebrik ve keramet şeklinde tezahür eden vazifelerle yâd ediliyor. Bu yazımızda her biri için tek bir atıf yapmaya çalışarak daha derin bir şekilde anlamaya gayret göstereceğiz.

Berat gecesinde güvercinle ilgili bereketli ve kerametli hatırasını bizzat Üstad Hazretlerinden dinleyelim: “Aziz, sıddık kardeşlerim; Evvelâ: Geçen mübarek Leyle-i Berâtınızı ve gelecek Ramazan-ı Şerifinizi tebrik ederiz. Bu sene, Berat Gecesi, Nurcular hakkında çok bereketli ve kerametli olduğuna bir emaresini hayretle gördük. Şöyle ki:

Ben, Berat Gecesinden az evvel Asâ-yı Mûsâ tashihiyle meşgulken, bir güvercin pencereye geldi, bana baktı. Ben dedim: “Müjde mi getirdin?” İçeriye girdi, güya eskiden dost idik gibi, hiç ürkmedi. HAŞİYE Asâ-yı Mûsâ üstüne çıktı, üç saat oturdu. Ekmek, pirinç verdim, yemedi. Tâ akşama kaldı, sonra gitti, tekrar geldi. Berât gecesinde, tâ sabaha kadar yanımda kaldı. Ben yatarken başıma geldi, Allahaısmarladık nevinden başımı okşadı, sonra çıktı gitti. İkinci gün, ben teessüf ederken, yine geldi, bir gece daha kaldı. Demek bu mübarek kuş, hem Asâ-yı Mûsâ’yı, hem Berâtımızı tebrik etmek istedi.”(Emirdağ Lahikası, s. 202)

Güvercinin ürkmemesi, Üstadın güvercinle diyaloğu, Asâ-yı Mûsâ’yı ve Berâtı tebrik etmesi gerçekten hayret verici hadiseler. Bu durum aynı zamanda Risale-i nur hizmetinin makbuliyetine ve ne kadar doğru bir yol olduğuna işaret eden nurlu bir vakıadır.

Serçe ve Kuddüs kuşlarıda, Risale-i nur hizmetinin makbuliyetine kerametvari bir suretleri şu şekilde ifade edilir:

“Ve en lâtif bir emâre şudur ki: Dün, birdenbire bir serçe kuşu pencereye geldi, pencereye vurdu. Biz, uçurmak için işaret ettik, gitmedi.

Mecbur olduk, dedim: “Pencereyi aç; o ne diyecek?”

Girdi, durdu, tâ bu sabaha kadar… Sonra o odayı ona bıraktık, yatak odama geldim. Bu sabah çıktım, kapıyı açtım, yarım dakikada döndüm, baktım, “Kuddüs, Kuddüs” zikrini yapan bir kuş odamda gördüm. Gülerek dedim: “Bu misafir niçin geldi?” Tam bir saat bana baktı, uçmadı, ürkmedi. Ben de okuyordum; bir saat bana baktı; ekmek bıraktım, yemedi. Yine kapıyı açtım, çıktım, yarım dakikada geldim, o misafir de kayboldu.

Sonra bana hizmet eden çocuk geldi, dedi ki: “Ben bu gece gördüm ki, merhum Hafız Ali’nin (r.h.) kardeşi yanımıza gelmiş.”

Ben de dedim: “Hafız Ali ve Hüsrev gibi bir kardeşimiz buraya gelecek.”
Aynı günde, iki saat sonra çocuk geldi, dedi: Hafız Mustafa geldi; hem Risale i Nur’un serbestiyetinin müjdesini, hem mahkemedeki kitaplarımı da kısmen getirdi; hem serçe kuşunun ve benim rüyamın, hem kuddüs kuşunun tâbirini ispat etti-ki, tesadüf olmadığını gösterdi.
Acaba, emsalsiz bir tarzda hem serçe kuşu acip bir surette, hem kuddüs kuşu garip bir surette gelip bakması, sonra kaybolması ve mâsum çocuğun rüyası tam tamına çıkması, hem Risale-i Nur’un Hafız Ali gibi bir zâtın eliyle buraya gelmesinin aynı zamanına tevafuku hiç tesadüf olabilir mi? Hiçbir ihtimali var mı ki, bir beşaret-i gaybiye olmasın?”(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 241-242)

Serçenin pencereye ısrarla vurması, Üstadın pencereyi açtırarak serçenin ne diyeceğini dinlemesi ve sabaha kadar yanında kalması, kuddüs kuşunun zikri, aniden kaybolması ve tabirinin doğru çıkması elbetteki tesadüf olamaz. Serçe ve Kuddüs kuşlarının her hareketleri Risale-i Nur hizmetinde vazifelerini bedihi olarak gösterir.

Hüdhüd kuşu da özellikle Neml suresinin yirmibeşinci ayetiyle bağlantı kurularak tefsir edilmektedir. Hayvan ve kuş aleminin arifi olduğu, Hazreti-i Süleyman Aleyhisselama su bulmada yardım etmesi ve çıkarması, vazifedar ve mübarek olması, kendi sanatının ölçüsüyle Rabbimize ibadet edilmesi gerektiğini ders vermesi gibi birçok vazifesi 28. Lem’a şu şekilde haber veriliyor:

“Geçmiş nükteden bahsederken hüdhüd-ü Süleyman’dan bahis açıldı. Israrcı ve sualci bir kardeşimiz: HAŞİYE “Hüdhüdün, Cenâb-ı Hakkı tavsifte 1 يَخْرُجُ الْخَبْءَ فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرَضِ diyerek mühim makamda, mühim evsâf-ı İlâhiye içinde, nisbeten hafif bu vasfın zikrine sebep nedir?”

Elcevap: Beliğ bir kelâmın bir meziyeti şudur ki, söyleyenin ziyade meşgul olduğu san’atını, meşgalesini ihsâs etsin. Hüdhüd-ü Süleymanî ise, suyu az olan sahrâ-yı Ceziretü’l-Arabda gizli su yerlerini ferâsetle, kerâmetvâri keşfeden bedevî arîfleri gibi, hayvan ve tuyûrun arîfi olarak ve Hazret-i Süleyman Aleyhisselâma küngânlık eden ve su buldurup çıkarttıran mübârek ve vazifedar bir kuş olmakla, kendi san’atının mikyasçığıyla Cenâb-ı Hakkın semâvât ve arzdaki mahfiyâtı çıkarmakla mâbûdiyetini ve mescûdiyetini ispat ettiğini, kendi san’atçığıyla bilip ifade ediyor.
Evet, hüdhüd pek güzel görmüş. Çünkü, toprak altındaki had ve hesaba gelmeyen tohumların, çekirdeklerin, mâdenlerin muktezâ-yı fıtrîsi, aşağıdan yukarıya çıkmak değildir. Çünkü ecsâm-ı sakîle ihtiyarsız, ruhsuz olduğu için, kendi yukarıya çıkamaz; yukarıdan kendi kendine aşağıya düşebilir.
Aşağıdan, hususan toprak sıkleti altında gizlenen bir cisim, câmid omuzundaki ağır yükü silkip çıkmak, kat’iyyen kendi kendine olamaz. Demek bir kudret-i hârika ile çıkarılıyor.
İşte, hüdhüd, berâhîn-i mâbûdiyet ve mescûdiyetin en gizlisini ve en mühimmini kendi arîfliğiyle bilmiş, bulmuş; Kur’ân-ı Hakîm onun hakkındaki ifadesine bir i’câz vermiştir.” (Lem’alar, s. 426-427)

Not: Konunun detayını, Euronur.tv ve Yeni Asya sitelerinde yayınlanan “Serçe, Güvercin ve hüdhüd kuşunun latif cilveleri ” adlı video dersimizi izleyebilirsiniz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*