Tek bir şeyi korumak için pek çok şeyi kaybetmek

Üstad Said Nursî’nin güzel ve müessir üslûbuna giren bir beyit mealen şöyledir:

“Tek bir şeyi korumak için pek çok şeyi kaybettiniz.”

Tâ 1908’de gazetelerde çıkan ‘Mebusana Hitab’ında Üstad Hazretleri bu beyti kullanıyor ve çok çarpıcı ifadelerle mebusana (milletvekillerine) nasihat ediyor.

“Ey Mebuslar! İyi muvazene ediniz. Tâ ki ‘Tek bir şeyi korumak için pek çok şeyi kaybettiniz’ beyti size handezen-i istihfaf olmasın.” (Yani sizi küçümseyerek gülen olmasın.)

Burada asıl üzerinde durulması gereken husus, tek bir şeyi kazanmak uğruna pek çok değeri feda etmek hadisesidir.

Ki Üstad da, o tarihte mebuslara hitabında bu noktayı önemle nazara veriyor ve bu minval üzere nasihatlarda bulunuyor.

Hangi ünvanla olursa olsun adaletin, adalet olduğunu; lakin ünvanın da tesirinin büyük olduğunu ifade ediyor.

“Hatta mantıkta bir şey-i vahid, bir ünvanla zarurî olduğu hâlde, başka ünvanda nazarîdir. Ve salât (namaz), ibadet ünvanıyla kıbleye müteveccih olduğu hâlde, sahih ve kurbettir (Allah’a yakınlıktır); ve lu’b (oyun, eğlence) ünvanıyla veyahut kıbleye teveccüh olunmasa batıl ve haramdır. Namaz, sureten o namazdır.”1

Yani: Adaletin adı ve unvanı değil, kendisi önemlidir. Bu sebeple hangi isim ve unvanla olursa olsun, adalet adalettir. Lakin unvanın da büyük bir tesiri bulunuyor, unvan doğru kullanılırsa etkisi daha fazla iken yanlış kullanılırsa etkisi daha azdır.

Mesela, namaz ibadet unvanı ile kıbleye dönerek kılındığında sahih ve makbul iken; aynı namaz eğlence ve spor unvanı ile yapılırsa ya da kıbleye değil de başka yöne dönülerek kılınsa batıl ve haramdır. Dolayısı ile amellerin ne için ve hangi unvanla yapıldığının çok büyük bir değeri ve etkisi bulunuyor.

Bu zaviyeden günümüze bakalım. Uzaklara, başka ülkelere bakmaya gerek yok. Ülkemiz, mezkûr beytin mânasını fiilen tercüme etmede tecrübelidir.

Gerçi zahirde çevre ülkelere, bilhassa doğu ve güneydoğumuzdaki ülkelere nazaran demokrasi yolunda hatırı sayılır bir mesafe katetmişiz. Hatta bu uğurda şehitler de vermişiz.

Hem de ülke olarak az kara parçamızın ve insan unsuru olarak bir ayağımızın Avrupa’da olmasının da başlıbaşına bir hususiyeti vardır.

Lakin bu hususiyet bile suistimale maruz kalmış; Avrupa’nın fen, bilim ve müsbet medeniyetine müşteri olunmak yerine, sefâhet ve modasına müşteri olunmuşur. Yani mezkûr beytin meali yakamızdan hiç düşmemiş, tek bir şeyi korumak için pek çok şey kaybede ede bugünlere gelinmiştir.

Cumhuriyetin temelinde bile, “tek bir şeyi korumak için, pek çok şeyi kaybetme”nin pek zahir fotoğrafını görürsünüz. Lozan; tek bir şeyi korumak için pek çok şeyleri kaybettiğimizin en bariz örneğidir.

Osmanlı Devleti olarak cihan savaşına girildikten ve akabinde ülkeyi işgalcilerden temizlemek için, padişahın da el altından desteğiyle Anadolu’da başlatılan kurtuluş savaşı sonrası, Ankara’da girişilen büyük değişim hareketleri sürecinde, 1 Kasım 2022’de saltanatın kaldırılmasıyla cumhuriyetin ilanına doğru adım adım ilerlenirken, 22 Kasım 1922’de meclisten bir ses yükseliyordu:

“Şu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek.”

“Demek, âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâbvârî bir iş görmek, İslâmiyetin desatirine inkıyad ile olabilir, başka olamaz, hem olmamış; olmuş ise, çabuk ölüp, sönmüş.”2

Dipnotlar:

1-Asar-ı Bediiyye, Makale-6
2-Mesnevî-i Nuriye, s.113

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*