“Urfa taşı ile toprağı ile mübarektir”

“Amcam, Üstadı ziyarete gittiğinde ağabeyler görüştürmek istemezler. Amcam da ‘Siz söyleyin kabul etmezse görüşmeyiz’ der. Ancak Hz. Üstad, hasta olduğunu ve görüşemeyeceğini söyler. Amcam ve beraberindeki arkadaşı ki, onun da adı Ahmet’tir. Dönerlerken, Isparta’daki medreseden epey uzaklaşmışken, arkalarından birisi, Üstadın talebelerinden selam verir, ‘Hz. Üstad, namaz kılan Ahmet gelsin’ dedi. Bunun üzerine amcam, namaz kılan Ahmet olarak geri döner ve Hz. Üstadın huzuruna girer.”
Nur serencamının Nur Çocukları ve bugünün Nur hizmet hadimlerinden Mustafa Sungur Küçükoğlu ile konuştuk

Bu kitaba girişinizin hikâyesini bizimle paylaşmakta bir beis görmezseniz, neler söylemek istersiniz?

Tahminen 1967-1968 yıllarında, Gaziantep Lisesi’nden Nurculuk’tan dolayı sürgün edilen genç, gayyur, fedakar Nur talebesi Necmeddin Şahiner, Şanlıurfa Lisesi’ne geldi. Şanlıurfa medresesinde kaldı. Çocuk ve gençlerle ilgilenirdi. Bu fedakâr insan âdeta fenafil Üstad olmuş, okul harici zamanlarını hizmetle geçirirdi. Bana Birinci Söz, Dördüncü Söz, Altıncı Hakikat gibi iman hakikatlerini ezberletir, derslerden sonra teberrüken cemaate okuturdu.

İlkokul 3. Sınıfta iken, bir gün Medreseye gittiğimde Necmeddin ağabey elinde bir fotoğraf makinesiyle geldi. Medresetüzzehra’nın avlusundaki hasır üzerinde Kur’an okurken, fotoğrafımı çekti. Bu fotoğraf Nur Çocuklar kitabındaki fotoğrafımdır.

Necmeddin ağabey, beni yakından tanıdığı için çok fazla sorular sormadı. Sadece bildiklerinden bazı bölümleri Nur Çocuklar  kitabında anlattı. İlkokul 3. Sınıfta bunları anlayamadım. Sonra kitap yayınlanınca baktık ki, ‘Nur Çocuk’muşuz. Allah layık etsin. Son nefese kadar da bu hizmette sadakat ve ihlasla devam ettirsin.

Necmeddin Şahiner ağabey, beni önceden tanıyor ve biliyordu. Zaten şekillenmeme vesile olan ağabeylerden birisidir. 1960’larda ehl-i imanın şevke ve azme ihtiyacı vardı. Zübeyir ağabey, Tahiri Mutlu ağabey ve Üç Mehmetlerin teşvikiyle bu kitap hazırlanmıştı. Nur Çocuklar’daki Şiirlerin çoğu da M. Emin Birinci ağabeye aittir.

İttihad ve Yeni Asya, ehl-i İslam’a istinadgâh ve tahassungah olmuştur. Onun için önce Mihrab, sonra da “Gayemiz Vatan Sathını Mektep Yapmaktır” parolası ile Yeni Asya Yayınevi kurulmuştur.

Abdülkadir Badıllı ağabeyin Urfa’da olması, Urfa mevlidlerinin kesintisiz ve şa’şalı biçimde icra edilmesi, Nur talebelerinin sebeb-i ziyareti olmuştur. Onun için Anadolu’da bütün meşreplerimizin fertlerinin ekserisini tanırdım. Nur Çocukları kitabına girmemizin belki de en önemli sebebi budur.

Van Mevlidi Hatırası

1960’larda ehl-i imanın şevke ve azme ihtiyacı vardı. Zübeyir ağabey,  Tahiri Mutlu ağabey ve Üç Mehmetlerin teşvikiyle bu kitap hazırlanmıştı. Nur Çocuklar’daki şiirlerin çoğu da Mehmet Emin Birinci Ağabeye aittir. Bu fotoğraf 1977 yılında çekildi. Mehmet Emin Birinci Ağabeyle (ortada) Van Mevlidi hatırası. Urfa genç Nur talebeleri ve Derviş Nurdağ Ağabey. (sağda)

“Babamın Üstad’ı ziyaret edişi”

NUR ÇOCUKLAR kitabında isimleri ve resimleri olanlardan tanıdıklarınız var mı? Bugün bu yaşlarınızda da irtibat halinde olup o günleri yad ettiğiniz oluyor mu?

Nur Çocuklar kitabında, isim ve resimleri olan Nur Çocuklar’dan şimdi kimse ile yüz yüze  görüşemiyoruz. Urfa Nur Çocukları’ndan ismi geçen Said; Mahmut Hasırcı ağabeyin oğludur. Said kardeşle nadir de olsa telefonda görüşüyoruz. Bekir Berk Uruntaş, Musa Kazım ve Nureddin kardeşlerle gençlik yıllarında görüşüyorduk. Ancak bu kardeşlerle zaman içinde ayrı düştük. Birisi vefat etti. Allah rahmet eylesin. Said Hasırcı kardeşin şu anda İstanbul’da olduğunu biliyorum. İstikametini bozmadan imrar-ı hayat etmektedir.

Nur Çocuklar’dan bazı kimselerle görüşüp, o yılları yâd etsem de, 1970 yılından itibaren Nurlar’ı tanıyıp beraber hizmet ettiğimiz onlarca gençle bir araya gelip hizmet meselelerini Risale-i Nur mevzularını tedkik ve tefekkür ediyoruz.

1969 yılı. Bekir Berk, Bekir Berk Uruntaş  ve Mustafa Sungur Küçükoğlu. (solda)

Hz. Üstadın talebelerinden Abdullah Yeğin ve Hüsnü Bayramoğlu, Şanlıurfa’da bulundukları zaman içerisinde babam rahmetli Tahir Küçük  Risale-i Nurlar’ı tanımış. (Soy ismimiz Küçükoğlu olduğu halde, babamın kısa boylu olmasından dolayı Küçük derdi. Onun içinde Küçük olarak maruftur.)

Kadıoğlu Mahallesi’nde Küçükler kabilesi hem kalabalık hem de hatırı sayılır kimselermiş. Üstadın talebeleri, Kadıoğlu Camii’nin bir hücresinde (odasında) kalırken dedem, kardeşleri  ve kardeşlerinin oğulları bu mübarek iki gence sahip çıkmışlar.

Babam da 18-19 yaşlarında bir genç olarak, bu ağabeylerin derslerine katılıp cemaatle tanışmış. 1955-1956 yıllarında Hz. Üstadın ziyaretine gitmek istemişse de, ağabeyler: “Hz. Üstad hastadır. Ziyareti kabul etmiyor. Sen, Risale-i Nurlar’ı yaz ve oku, ziyaret etmiş gibi olursun” diyerek göndermemişler. Fakat kaderin tecellisidir ki, Üstad, Şanlıurfa’ya vefat etmeye geldiği zaman İpek Palas Oteli’nde Üstadı ziyarete muvaffak olur. Ziyaretinden iki gün sonrada, Üstad 23 Mart 1960’ta İpek Palas Oteli’nde vefat eder.

Rahmetli babam, Şanlıurfa’da hasta yatağında Üstadı ziyaret etmişse de, 1938 doğumlu amcam Seyit Ahmet, Isparta’da askerlik vazifesini yaparken babamın telkiniyle Hz. Üstadı iki defa ziyaret eder.

Amcam, Üstadı ziyarete gittiğinde ağabeyler görüştürmek istemezler. Amcam da “siz söyleyin kabul etmezse görüşmeyiz” der. Bunun üzerine ağabeyler, Üstada soruyorlar. Ancak Hz. Üstad da, hasta olduğunu ve görüşemeyeceğini söyler.

Amcam ve beraberindeki arkadaşı ki, onun da adı Ahmet’tir. Dönerlerken, Isparta’daki medreseden epey uzaklaşmışken, arkalarından birisi Üstadın talebelerinden selam verir. Der ki “Hz. Üstad, namaz kılan Ahmet gelsin” dedi. Bunun üzerine amcam, namaz kılan Ahmet olarak geri döner ve Hz. Üstadın huzuruna girer.

Namaz kılmayan Ahmet!

Üstad, Şanlıurfa’daki talabelerini sorar ve onlara dua ettiğini, “Urfa’nın mübarek bir belde olduğunu” ifade eder. Ve Urfalılara selam gönderir.

Ben bu hatırayı, amcamın babama 1959 yılında Osmanlıca yazdığı bir mektubundan öğrendim. Çünkü amcam, mektubunda babama, “Üstadı ziyaret ettiğini ve kendilerine dua ettiğini” ifade ediyor. Sonraları bu görüşmeyi Abdülkadir Badıllı ağabeye sorduğumda “Evet, bu hadiseyi ben amcandan değil de, namaz kılmayan Ahmet’ten dinlemiştim” dedi.

Üstad vefat ettiğinde, ben bir yaşındaymışım. Evimizde dersler yapılır, Şanlıurfa Medresetüzzehrası’nda umumi dersler yapılırdı. 5 ve 6 yaşlarımdan itibaren bu derslere katılır, layık olmadığımız sevgi ve alakaya mazhar olurduk.

Şanlıurfa Medresetüzzehrası’nın hizmetkârı, müdebbiri, ağabeyi, mert ve cömert insan Abdülkadir Badıllı ağabeydi. O müşfik insan, çocuk olmamıza rağmen çocuklarla ilgilenir, alakadar olur, Risale-i Nur’dan vecizeler ezberletirdi. Henüz ilkokula başlamadan Risale-i Nur’dan vecizeleri ve namaz tesbihatını bana ezberletti.

Daha sonraları 3, 4 ve 5. Sınıflarda iken, Badıllı ağabeyden ve Mustafa Hoca’dan Osmanlıca dersleri aldım. Ezberlettikleri metinleri de Osmanlıca’dan yaptırırlardı. Hayatımı şekillendiren, beni bugünlere hazırlayan, maddi ve manevi güzellikler kazandıran Badıllı ağabey ve Mustafa Hoca’nın emeklerini ve gayretlerini unutmadım. Ankara Gazi Hastanesi’nde vefat edinceye kadar, kalbi bağlılığım devam etti. Hastanede, hastayken yanında birkaç gün refakatçi kalarak, son anına kadar istifadeye çalıştım. Her ne kadar farklı hizmet kulvarlarında olsak da, birbirimizi unutmadık. Allah rahmet eylesin.

Çocukluk yıllarımızı bugün hatırlarken, o zamanki Şanlıurfa cemaatinin kahraman saff-ı evvel nurcularını hatırlamamak olmaz.

Vahdettin Gayberi, Emin Çiriş, Fethi Biner, Ekrem Kara, Mahmut Hasırcı, Eyüp Karakeçili, Yusuf Uruntaş, Ahmet Rüzgar, Mehmet Polatkan (Ağe), Mehmet Yeşilnacar, Mustafa Hoca, İ. Halil Yaşar, Mustafa Kan, Yasin Yazgan, Emin Beyazgül, Salih Badıllı, Cahit ve Mahmut Hafızlar vd. Son iki isim hariç hepsi Allah’ın rahmetine kavuştu. Şimdi Üstadları ve Nur talebeleri, ağabeyleriyle İnşallah beraberdirler. İşte bu fakir böyle bir ortamda, Risale-i Nur hizmetinin yoğun olduğu bir mekanda, su ve çay dağıtarak büyüdüm.

SUNGUR AĞABEY’İN KUTLULAR AĞABEY SORUSU

Bilhassa hizmet ortamlarından yakinen tanıdığımız merhum babanız Tahir ağabeyin hizmet hatıralarından unutulmaması gereken bazı anekdotları paylaşmak ister misiniz?

Merhum ve mağfur babam ile hizmette ağabeyim olan Tahir Küçük ağabeyin beş kız beş de erkek evladı bulunmaktadır. Hamd olsun bütün çocukları istikamet üzere olup, onun bıraktığı manevi mirasa sahip çıkmaktadırlar. Mahallede kimse babamın adını bilmezdi. Hanemiz “Nurcugil” diye bilinirdi. Nurcu’nun hanımı, Nurcu’nun kızı, Nurcu’nun oğlu gibi sıfatla anılırdık.

Merhum babam ve annem (Meliha) çok dikkatli olmamızı tenbih ederlerdi. Yapacağımız bir yanlış fiil ve kavil hizmete zarar verebilirdi. Başka çocuklara meşru ve helal olan oyun ve eğlenceler bize yakıştırılmazdı.

Rahmetli babamın hizmette aktif olmasından kaynaklanan sebeple, Hz. Üstad’ın varis ve hizmetkârlarını, son şahitleri yakinen tanıdım. Onların derslerinde, sohbetlerinde bulundum. Adımın Mustafa Sungur olmasında da, Mustafa Sungur ağabeyin alaka ve sevgisini unutamam. Vefatına kadar da zaman zaman görüşür, elini öper, hayır dualarını alırdım.

Sungur ağabeyin son zamanlarındaki hastalıklı hallerinde de Ankara’ya geldikleri zaman sohbetlerimiz olurdu. Kendisine iftira atıldığını, haksızlık yapıldığını, hatta bazı isimlere hakkını helal etmediğini ifade ederdi.

Sungur Ağabey bir defasında bana, “Mehmet Kutlular’la beraberliğin devam ediyor mu?” diye sorunca, ben de “evet” dedim. O da, “Kutlular mert ve yiğit bir insandır. Bu sıkıntılı günlerimde bana sahip çıktı. Yanımda oldu. Yakınımdaki insanlar da bana sırtını döndü” dedi.

Rahmetli babam, Hz. Üstad’ın vefatından sonra birçok ihtilaflara şahit olmuş ve bir kısmını da beraber yaşamıştık. Babam da vefat ettiği 2001 yılına kadar hep Yeni Asya meşrebinde hizmette bulunmuştur. Bugün, ben de başından beri İttihad ve Yeni Asya Gazetesi okuyan bir Nur talebesi olmaya gayret ediyorum.

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN: “Bütün Urfa halkına, çoluk çocuğuna ve mezarda yatanlarına her sabah dua ediyorum. Bütün Urfalılara selam ediyorum. Urfa taşı ile toprağı ile mübarektir. Ben çok hastayım. Onlar da bana dua etsinler.”

Urfa hem Anadolu’nun, hem Arabistan’ın, hem Şarkî Anadolu’nun bir nevi merkezi hükmündedir

Biz biliyoruz ki, Urfa vilayeti de Nur hizmetlerinde önemli bir mevki kazanmıştır. Bu husustaki şahitliğinizi de, okuyucularımıza arz etmiş olalım isterseniz.

Risale-i Nur tercümanı aziz Üstad bir mektubunda şöyle buyuruyor:

“Ben çok zaman evvel bekliyordum ki, Urfa tarafından kuvvetli eller sahip çıksın. Çünkü orası hem Anadolu’nun hem Arabistan’ın hem Şarkî Anadolu’nun bir nevi merkezi hükmündedir. Nurlar oraya yerleşse, o üç memlekette intişarına vesile olur.

Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür ediyorum ki, o havalinin dindarları ve hamiyetkârları sahip olmaya başladılar. Ben, kendi paramla aldığım ve zehir hastalığının fazla rahatsızlığı içinde tashih ettiğim bana mahsus mecmualarımı onlara gönderiyorum. Çok yerlerden ve mühim zatlar istedikleri halde, ben Urfa’yı her yere tercih ediyorum. İnşaallah bir kısım daha onlara göndereceğim. Orada İnşaallah Kur’an’a ve imana tam hizmet edecek. Orayı Isparta’daki Medresetüzzehra ve Mısır’daki Medrese-i İslamiye’nin bir numunesini yapmaya yol açmalarını Rahmet-i İlahiye’den ümid ediyoruz.


1966 URFA – Eyüp Karakeçili ağabeyin duruşmasından sonra Hz. Üstad’ın ilk medfun olduğu yer, Urfa Dergah. (Soldan Sağa) M. Yeşilnacar, C. Hafız, Molla Sabri, Mahmut Hafız, Bekir Berk, Eyup Karakeçili, A. Öncel, S. Badıllı, Tahir Küçük, Mehmet Ağa, Zeki, M. Hasırcı, M. Kaya (Oturanlar) F. Allahverdi, Y. Uruntaş, A. Rüzgar, Bekir Uruntaş, M.S. Küçükoğlu, V. Karaçorlu.

Hem madem Risale-i Nur mesleği hillettir ve Urfa ise İbrahim Halilullah’ın bir menzilidir, inşallah bu meslek-i hılleti İbrahimiye orada parlayacaktır.

Hem ihtimal kavidir ki, bu dehşetli semli (zehirli) hastalıktan kurtulsam, gelecek kışta Urfa’ya gitmeyi cidden arzu ediyorum.

Bütün Urfa halkına, çoluk çocuğuna ve mezarda yatanlarına her sabah dua ediyorum. Bütün Urfalılara selam ediyorum. Urfa taşı ile toprağı ile mübarektir. Ben çok hastayım. Onlar da bana dua etsinler.”

“Ağabey, bizde el öpmek yok”

Bugün bu müjdelerin tahakkuk ettiğini görmek Urfalıları bahtiyar etmektedir.

Urfa’da 1973 yılındaki mevlide, Abdullah Yeğin ağabey iki gün önce geldi. Gelince Abdülkadir Badıllı ağabeyin odasında kalıyordu. Biz, üç kardeş de orada kalıyoruz. Hoş geldiniz demek için Abdullah Yeğin ağabeyin huzuruna gittiğimizde, benden 2-3 yaş büyük olan kardeş de Abdullah Yeğin ağabeye hoş geldiniz deyip tokalaştı. Abdülkadir Badıllı ağabey “elini öpsene” dedi. O kardeş de “ağabey, bizde el öpmek yok” deyince, Abdülkadir Badıllı ağabey “var, var. Bu Abdullah ağabeydir. Varislerin, büyüklerin eli öpülür” şeklinde konuştu. Sıra bana gelince, ben elini öptüm ve diğer kardeş de elini öptü.


1969 URFA – (Soldan Sağa) İlyas Badıllı, Mahmut, Abdülkadir Badıllı, M.S. Küçükoğlu.

Merhum Mustafa Sungur ağabey de elini öptürmezdi. Bir Isparta mevlidinde, Barla’da Cennet Bahçesi’nde gençler Mustafa Sungur ağabeyin etrafında toplandılar. Elini öpmek istediler. Ama o öptürmedi. Sıra bana gelince tanıdığı için, “senin adın ne” diye sordu. Bende “Mustafa Sungur” deyince, “bunun hakkı var bu öpebilir” dedi. Sevinmiştim.

Urfa mevlidine bütün varis ve hizmette sebkat etmiş ağabeyler katıldıklarından, onların ders ve sohbetlerinde bulundum, hatıralarını dinledim. İstifade etmeye çalıştım. Allah hepsine rahmet eylesin.

Hz. Üstad’a gönderilen Mevlana Halid’in cübbesi de Urfa’da, Badıllı ağabeyin uhdesindeydi. Bugünde varisleri tarafında özenle muhafaza edilmektedir. Badıllı ağabey, bu cübbeyi mübarek gecelerde bazı Nur’un erkanlarına giydirirdi. Allah’a hamd olsun, bizlere de giymek nasip oldu.

Urfa, hizmette 1970 yılından itibaren ehl-i hizmet ağabey ve kardeşleri yetiştirmiştir. Mustafa Kılıç Hoca’nın, İsmail Şentürk ve başta Abdülkadir Badıllı ağabeyin müzaheretleri ile mübalağasız, Urfa’da ortaöğretimde okuyan öğrencilerden Medresetüzzehra’ya gelmeyen, ders dinlemeyen kimse kalmamıştır. Bugün de aynı minval üzere, fevkalade hizmetler devam etmektedir. Allah muvaffak etsin.

Hz. Üstad’ın 23 Mart 1960 yılında Urfa’da vefatından sonra, daha önceleri Zübeyir ağabeyin Urfa PTT’sinde memuriyeti zamanında Abdullah Yeğin ve Hüsnü Bayramoğlu ağabeylerin üstün çaba ve gayretleriyle Nur hareketi ve hizmeti kazanmıştır. Önceleri esnaf mabeyninde, sonraları genç, talebe ve hanımlar canibinde ciddi hizmetler olmuştur. Urfa saff-ı evvel Nurcuları’nın isimlerini başta zikretmiştim. Daha sonraları o ağabeyleri takiben hayatlarını hizmete vakfeden kahramanlar yetişmiştir.


1981 TUZLA – Soldan sağa:  M.S. Küçükoğlu, Bekir Gönüllü, Osman Ataç, Süleyman  Demirel, Mehmet Turgut, Mehmet Kağan, Sabri Erdil.

Haşim Gayberi, Zeki Dedeoğlu, Salih Suruç, Gerginci kardeşler, Ömer, Bekir, Tahir, Mustafa Kaplan, Cevher İlhan, Mahmut Akgün, Nuri Olgun, Ahmet Kılıç, Emin Oran, Halil Doğan, Viranşehir’den Bekir Gönüllü, Birecik’ten Mehmet Kağan, Suruç’tan Hasan Kaplan, Said Doğan, İbrahim Tuncay, Fethi Şimşek, Bozova’dan Celal Kirli kardeşler ve yine Urfa merkezden Kemal Akay, Mustafa Şenay, Ömer Şahin, Ahmet Zorlu, Nihat Çiçek ve isimlerini yazamayacağım kadar onlarca Nur ağabey ve kardeşleri zikir edebilirim. Bunların yetişmesinde en büyük pay da Mustafa Hoca ve İsmail Şentürk’e aittir.

Nur hizmetinde azami gayret gösteren ağabeylerimizin en büyük özellikleri birbirlerine karşı samimi muhabbet, uhuvvet ve fedakarlıkları idi.

Urfa Nur Medresesi, bugünkü adıyla Zehraiyye, Badıllı aşiretinin dedelerinin mülkiyetinde olan büyükçe bir yerin yıkılıp yerine yenisinin yapılması ile olmuştur. Yanlış hatırlamıyorsam, 1965-1966 yıllarında bütün cemaat fertlerinin amele gibi çalışmasından vücuda gelmiştir. Bu medrese, halen güzel hizmetlerin yapılmasına ev sahipliği yapmaktadır. Evimiz Urfa merkezde olmasına rağmen, ben de orta 3. Sınıftan itibaren bu medresede ara ara kalmıştım.

İkinci bir hizmet merkezi de Mustafa Hoca’nın İmam-Hatibi olduğu Damat Süleyman Paşa Camii’dir. Muhterem Hocam, Camii’yi ve meşrutasını aktif bir Medrese-i Nuriye olarak kullanmıştır. Mübalağasız binlerce talebe gerek Kur’a eğitimini, gerekse Risale-i Nur eğitimini burada almıştır.

Diğer bir hizmet merkezi de, Bozovalı Abdullah Toprak ağabeye ait olduğu için, “Abdullah’ın evi” diye bilinen yerdir.

Hatice Babacan’la beraber baş örtüsü mücadelesi veren kimdi?

Burada da genç kardeşlerin hizmet ettiği, fevkalede inkişafların yaşandığı hizmetler olmuştur. 1980’li yıllara gelindiğinde onlarca Medrese-i Nuriye açılmıştır.

Hanımlar cânibinde merhume Melahat Armağan ablamızı anmadan geçemeyeceğim. Hanım hizmetlerinin lokomotifi olan bu ablamız, 1960’lı yıllarda Hatice Babacan’la beraber baş örtüsü mücadelesi vermiştir.

Bu mücadele, o tarihlerde İttihad Gazetesi’nde makes bulmuştu. Öğretmenlikten ayrılıp, Kur’an Kursu muallimesi olduktan sonra hanımlar mabeyninde hizmetin inkişafına sebep olmuştur. Melahat ablamız hiç evlenmediğinden, vakıf tarzında muazzam hizmetlere vesile olmuştur. Bugün de onun yetiştirdiği abla ve bacılarımız bayrağı devralarak hizmete devam etmektedirler.

“Badıllı ağabey, 1982 Anayasası’na ‘hayır’ diyordu. Sungur ağabey de ‘evet’ demesi taraftarıydı. Ben sadece kemal-i edeble dinliyordum. Badıllı ağabey ‘Neye göre evet diyorsun’ deyince, Sungur ağabey de, ‘Kırkıncı hocanın ve bazı Nur ağabeylerin mülahazalarını’ aktardı. Badıllı ağabey, Sungur ağabeye, ‘Ağabey, Kırkıncı Hoca daha önceleri bana Mehmet Kutlular hayat-ı içtimaiye ve siyasiyede hocamdır’ demişti. ‘Şimdi Mehmet Kutlular ve Yeni Asya ‘hayır’ diyor. Neden şimdi hocasını dinlemiyor?” dedi.

Bu çerçevede herhangi bir soruyla sınırlandırmamıza gerek kalmadan, bizlerle daha neleri paylaşmakta fayda mülahaza edersiniz, çocuklarımıza ve gençlerimize özellikle daha neler söylemek istersiniz?

980 sonrası Türkiye genelindeki cemaat içindeki ihtilafta birçok kimse Yeni Asya karşıtlığı tarafında yer alırken, babam ve Ahmet Rüzgar gibi ağabeyler ve Genç Nur talebeleri Yeni Asya meşrebinde kaldılar. Babam 2001 yılında trafik kazasında annemle beraber vefat edinceye kadar Şanlıurfa Yeni Asya Bürosu’nda hizmete devam etti. Ama hiçbir zaman meşrep taassubuna da girmedi.

1980 sonrası cemaatin farklı meşreplere ayrılmasıyla birlikte, ben 1982 yılında İstanbul’da öğrenci iken, babam da İstanbul’a Umumi Meşverete gelmişti. Bir ara bana dedi ki “Mustafa Sungur ağabeyi ziyarete gidelim” ve gittik.

Hizmet Vakfı’nda Sungur ağabeyi ziyaret ettik. Sungur ağabey, babama “Tahir kardeş, senin Yeni Asya tarafında olmana sevindim. Kardeşim, sen orada kal. Sizin gibi eski Nur talebelerinin orada kalmasında fayda var.”

Babamla, Sungur ağabey arasında güzel bir diyalog vardı. 1980-1981 yıllarında Nazım Gökçek’le Urfa’ya sık sık gelir. Anayasa Referandumu’na “evet” için gayret gösterirdi.


1969 Bozova – Sino Ağabeyin duruşmasından (sonra soldan sağa) Mehmet, Ömer Açıkgöz, Yaşar Çil, Bekir Berk, M.S. Küçükoğlu, İlyas Badıllı. Oturan: Mahmut.

Birgün Babam, Sungur ağabeye, “ağabey, maşallah bugünlerde Urfa’ya sık sık geliyorsun” deyince, Sungur ağabey de “Tahir kardeş, ben Pervari’ye bal almaya gidiyorum. Doğu illerine gelmişken Urfa’ya da uğruyorum” dedi. Babam da, “Tamam ağabey, sen balı alıp gidiyorsun ama arılar da bizi sokuyor. Tesanüdümüz zedeleniyor” dedi.

“Beni Badıllı’ya götür”

Yeri gelmişken Sungur ağabey’den bir hatıramı da ben nakledeyim. Cemaatte sıkıntı yaşanıyordu. 1981 yılının bir yaz gününde Sungur ağabey yine Urfa’ya gelmişti. Mustafa Hoca’nın yanında kalıyordu. Badıllı ağabeyle olan hukukumu da bildiği için, “beni Badıllı’ya götür” dedi. İkimiz Badıllı ağabeyin Nur Medresesi’ne gittik. Badıllı ağabey, 1982 Anayasası’na “hayır” diyordu. Sungur ağabey de “evet” demesi taraftarıydı. Ben sadece kemal-i edeble dinliyordum. Badıllı ağabey “Neye göre evet diyorsun” deyince, Sungur ağabey de, “Kırkıncı hocanın ve bazı Nur ağabeylerin mülahazalarını” aktardı. Badıllı ağabey, Sungur ağabeye, “Ağabey, Kırkıncı Hoca daha önceleri bana Mehmet Kutlular hayat-ı içtimaiye ve siyasiyede hocamdır” demişti. “Şimdi Mehmet Kutlular ve Yeni Asya ‘hayır’ diyor. Neden şimdi hocasını dinlemiyor?” dedi. Bu sözlere karşılık Sungur ağabey sessiz kaldı. Ben de bu görüşmeyi, Kutlular ağabeyin isteği üzerine İstanbul’da bir Umumi Meşveret’te anlatmıştım.

Benim, her iki ağabeyle de münasebetlerim vardı. İkisi de hayatlarının sonunda “Mustafa kardeş, ben zaman zaman Yeni Asya’yı okuyorum” demişti. 1981 yılından sonra da, Badıllı ağabey, Yeni Asya’da makale ve Nurlar’a karşı olanlara reddiyeler yazmıştı.


1984 SAMSUN – Samsun Kitap Fuarı’ndan. Soldan sağa M.S. Küçükoğlu, Ali Coşkun ve Levent Ertekin.

Merhum babam anlatmıştı. Abdullah Yeğin ve Hüsnü Bayramoğlu ağabeyler medreseden alınıp karakola götürülmüşler. Bu olay kısa zamanda cemaat fertleri tarfından duyuldu. Hemen karakola akın ettiler. Emniyetten, bunların serbest bırakılmalarını talep ettiler. Karakol amiri “Siz gidin. Biz yarın öğlene doğru bırakırız” dese de kimse karakolun kapısından ayrılmadı ve sabaha kadar karakolun kapısında beklediler. Cemaat de, “bunlar, burada iken biz eve gidip sıcak yataklarımızda uyuyamayız” dediler. Babam da “Sabaha kadar bekledik. Öğlene yakın bıraktılar. Ama ikisinin de yüzünde tokatların bıraktığı parmak izleri vardı” diyerek anlatırken babamın gözleri dolardı.

Halı meselesi

Polisler, dükkana sık sık gelir arama yaparlardı. Karakola götürürlerdi. Sonraları da eve gelip arama yaparlardı. Onun için mahalle, bizim Nurcu olduğumuzu bilirdi. Rahmetli babam Yeni Asya Bürosu’ndan önce, Urfa Sipahi Pazarı’nda halı, kilim, keçe, battaniye gibi ürünlerin ticaretini yapardı.

Bir gün, Birecik’teki medreseye hırsızlar girmiş. Medresenin halılarını çalmışlar. Urfa’da açık arttırma yolu ile satmak için halıları mezata vermişler. Parasını gelip alacakları zaman, babam karakola haber vermiş ve hırsızlar yakalanmış. Urfa’daki ağabeyler de karakola gidip, “demek halılarımızı bunlar çalmış ha” demişler. İki hırsız da, “yahu Allah aşkına söyleyin, bu halılar kimin? Her gelen halılarımız diyor. Biz deli olacağız. Biz, Birecik’ten bir evden çaldık. Urfa’da onlarca kişi halılar için bizim diyor” demişler.

Mikail ağabeyim, biraz uzun oldu ama daha çok hizmet hatıraları var. Hatta tebessüm ettirecek hizmet hatıraları da var. Babamın ve benim 50’şer yıllık yaşadıklarımız var. Son olarak bir hatıra daha paylaşıp bitirmek istiyorum.


1969 Bozova – Sino Ağabeyin duruşmasından sonra bir bahçede cemaate ezber ders okurken…

“İslam harfleri ile okuyabiliyor musun?”

1969 yılında merhum babamla Isparta’ya Hüsrev Altınbaşak ağabeyi ziyarete gittik. On yaşındaydım. Epey bir aramadan sonra Hüsrev Ağabeyin evini bulduk. Hoş geldiniz faslından sonra babam, “Ağabey, biz Latin harfleri ile de Kur’an harfleri ile de Risaleleri okuyoruz. Diğer Ağabeyler de, bizi bu konuda teşvik ediyorlar” dedi. Biraz da taaccüb etti.

Hüsrev ağabey bana, “İslam harfleri ile okuyabiliyor musun?” diye sordu. Ben de on yaşındaki çocukluk refleksi ile yüksek sesle “evet” dedim. Ardından bana Küçük Sözler’i uzattı ve “oku” dedi. Onun gösterdiği yeri, ben zaten ezberlemiştim. Yanlışsız gür bir sesle okudum. Hüsrev ağabey “maşallah” dedi. Sonra “Haşir Risalesi’nden 9. Hakikati ezberle” dedi. Ben de o yaz, 9. Hakikati ezberlemiştim. Başladım “Bab-ı ihya ve imatedir. İsmi Hayy-u Kayyum’un muhyi ve mümitin cilvesidir” diye devam ettim. Hüsrev ağabey, çok sevindi ve tebrik etti. Kendisi, bana Hz. Üstadın misvakını verdi. “Dışarıda yıka ve ağzına sür, yıka tekrar bana getir” dedi. Bende dediği gibi yaptım. Haza min fadli rabbi.

O ziyaretimizde şunu anlattı “Bekir Berk, bana bomba göndermiş. Ve bomba evimizde patladı” dedi. Sonradan babamdan öğrendiğime göre, Bekir Berk ağabey, yemeğini daha kolay ve çabuk pişirmesi için bir düdüklü tencereyi hediye olarak göndermiş. Hüsrev ağabeyin yanındakiler de bu tencerenin usulünü bilmediklerinden, havasını almadan tencereyi açmışlar ve tabi tencere patlamış ve etrafa zarar vermiş. Mübarek insan Hüsrev ağabeye de “bize, bomba göndermişler” diye yanlış bilgi vermişler.

Bugün de Yeni Asya Neşriyat bu vazifeyi hakkıyla ifa etmektedir

1979 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne kayıt yaptırdım. 1984 yılı da dahil Üsküdar Bağlarbaşı, Arifler Apartmanı’ndaki medresede kaldım. Bu yıllarda hamd olsun, hizmette hep aktif olarak bulundum. İstanbul Gençlik Teşkilatı (İGT)’nda Yönetim Kurulu Üyeliği yaptım. 1980 darbesinden sonra Fetih Gecesi, M. Akif Ersoy’u Anma Gecesi gibi sosyal faaliyetler yapılırdı. Ben de bu faaliyetlerde bulundum.

Merhum Süleyman Demirel’in yasaklı olduğu dönemde, İGT olarak birkaç kez Güniz Sokak ve Tuzla’daki konutunda ziyaretler gerçekleştirdik. O ziyaretlerde bize, Hürriyet ve Demokrasi deri verirdi. Ağabey ve kardeşler de Müzarat ve Divan-ı Harbi Örfi’den paragraflar okurlardı.

1982, 1983 ve 1984 yıllarında, Enstitü son sınıf ve mezuniyetten sonra, Yeni Asya Yayınları’nın Fuarlar Koordinatörlüğü’nü yapmaktaydım. I. Ve II. Tüyap Kitap Fuarları’nı, I. Ve II. Sultan Ahmet Dini Yayınlar Fuarları’nı organize edip bizzat katıldım. Yeni Asya Yayınları, kitap çeşitliliği ve kalitesi ile fuarın en gözde standıydı. İmza günlerinde kuyruklar oluşur, herkes Yeni Asya’dan bahsederdi. İlanat kabilinden fevkalade hizmetler olurdu. Bugün de Yeni Asya Neşriyat bu vazifeyi hakkıyla ifa etmektedir.

Teşekkür ederim, başka görüşmelerde buluşmak üzere…

Ben teşekkür ederim. Yeni Asya kadrosuna ve okuyucularına selam ve muhabbetlerimi arz ederim.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*