Önce demokrasi, sonra içtihad…

Doğu veya Batı

altDine sokulmuş bazı bid´a ve yanlışların düzeltilmesi veya dinin esaslarını incitmeden, zaman içinde ortaya çıkan yeni teknolojiye göre yorumlanması şeklindeki doğru bir yaklaşımı bırakıp, fevkalade netameli ve din düşmanlarının istismarlarına müsait „dinin güncellenmesi“ telakkisine neden gelindiğini hâlâ anlayabilmiş değiliz.

Her ilim dalının veya araştırma sahasının, kendisine ait orijinal bir terminolojisi vardır. Güncellenme kelimesi daha çok siyasî, sosyal veya ekonomik alanlarda kullanılır. Bu mananın , aktüel ve tarihî karşılığı olarak “reform”  daha çok kullanılır. Din alimlerinin ve bilhassa İslam ulemasının kesinlikle istimalinden çekindikleri bir kelimedir, reform. Müslüman alimleri, zaman ve hadiselerin tazyikiyle ortaya çıkan „yeni durumları“ görüşüp icmaya yakın hükümlerle kamuoyunun ihtiyacını gidermeye içtihat demişlerdir.

İçtihat nedir ve ne değildir? Bu zamanda içtihat yapılır mı? Zamanımızdaki içtihadın şartları, gibi fevkalade önemli konulara bu yazımızda girmeyeceğiz. Bu ehemmiyetli soruların cevaplarını, Bediüzzaman Hazretlerinin Sözler isimli eserindeki 27. Söz´üne havale etmek istiyoruz. Fakat şu tartışma esnasında, bizce anahtar pozisyonu teşkil edecek bir nokta üzerinde durmak istiyoruz: Bizdeki „dinde reform“ tartışmalarının, istibdat dönemlerine ve daha çok askerî ihtilaller ile demokrasiye müdahale edildiği zamanlara denk getirilmesinin, tesadüfî olmadığını kabul ediyoruz.

TARTIŞMANIN KAYNAĞI…

Din ile – itikat ve ibadet yönüyle – alakası olmayanların son 150 yıldan bu yana, semavi dinleri kabul etmeyen Avrupa feylesoflarının çerçevesinde bu  konuda gazete ve kitap yoluyla düşüncelerini açıklamalarıları, bize azıcık bir fikir veriyor mu? Avrupa’daki Katolik ve Protestan kavgalarını ve daha sonra Hıristiyanlığı arka plana iten Fransız Devrimi düşüncelerini odak noktasına yerleştirilenler, şu reform meselesinde çok konuşuyorlar. Bu husus üzerinde de fazla durmayacağız. Hem Avrupa’nın, hem buradaki mezhep kavgalarının ve hem de Fransız İhtilali’nin; bizde hareket noktası olamayacaklarının  ispatını, yine Said Nursi delilleriyle birlikte 1929’da neşrettiği Mektubat isimli eserinin 29. Mektub´unun 7. İşaret´inde detaylıca izah etmişlerdir. Bu meraka değer konunun fevkalade ilginç detaylarını orada bulabilirler, okuyucularımız…

Çok isterdim ki, Cumhurbaşkanının şu “Din’deki güncelleme” düşüncesi, kendisine ait olsundu… Tarihî arka planlar, AKP’nin tüm icraatları ve Cumhurbaşkanının çevresindeki „ulema boşluğu“ gibi noktalar; bu tartışmanın da proje gereği gündeme getirildiğini bize düşündürtüyor. Tıpkı 27 Mayıs’tan sonra Siyasal İslam tercümeleri, 12 Eylül´den sonra Özal’ın Semra Hanım ile birlikte öncülüğünü yaptığı polemikler ve 12 Eylül’ün en karanlık dönemlerinden olan 28 Şubat günlerinde çoğu Marksist Kemalist kökenden gelenlerin yaptıkları tartışma ve münakaşalar, şu güncellemenin de,bize aynı kanaldan ulaştırıldığını gösteriyor: Kur´ân İslâm´ı, Euro İslâm, ılımlı İslâm, Sünnî İslam’ı ve diğer sloganlar gibi…

ÖNCE DEMOKRASİ…

Bediüzzaman Hazretleri 1911’de neşrettiği ve 1953’te de güncellediği Münazarat isimli eserinde, siyasî istibdadın  ilmi istibdadın babası olduğunu söyler. O dönemlerde , saltanata dayandırılan istibdat altında ulemamız  sağlıklı tartışamadığından, istifhamlarla zihni dolmuş bir çok alim, maalesef „Kur’ân ve Sünnet“ çerçevesinin dışına kaymış ve onlarca  „batıl mezheplerin“ ortaya çıkmasına sebep olmuşlar, diyor. Hulefâ-i Raşidîn´den sonra yavaş yavaş kendisini hissettiren İstibdat ile savaşan dört mezhep imamlarımızın hikâyesinin günümüz gençliğine anlatılması güzel olur.  Fikir  hürriyetinin olmadığı, haberleşme hürriyetinin „dinsiz global cereyanlarca“, yandaş siyasetçilere göre, tersyüz edildiği ve İslâm’ın hayat alanında dehşetli maddî – manevî baskılar altında tutulup itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı günümüzün şu dindar geçinen hükümeti döneminde, hangi sağlıklı tartışmayı yapabilirsiniz ki…

Türkiye’nin, tarihinin en karanlık nifak dönemlerinden birisini yaşadığı bir dehlizden geçiyoruz. Herkesin – yandaşlar  ve solcular hariç – elleri ve ayaklarının her türlü şantajlarla  bağlandığı bir mevsimde, dinin ihtiyacı olan bir tartışmayı yapmanın sağlıklı olmayacağı kanaatindeyiz. Şu hususu da belirtelim. Bu tartışma çerçevesinde İslâm’a hücum edenler, elbette cevapsız bırakılmayacak, inşallah.

Fakat demokrasinin tamamen ucubeye dönüştürüldüğü, AKP üzerinden İslâmî hayata her türlü müdahalenin yapıldığı ve Müslümanların bilhassa neoliberal çevrelerin imkânlarıyla devre dışı bırakıldığı bir Türkiye’de; ne içtihat tartışması yapılır ve ne de Müslümanlarının iyi niyetle ve muhabbetle söz konusu tartışmalara katılmalarına müsaade edilir. Kendisini bilmez ve sürüye canavarları getirenlere ekranların ve manşetlerinin tahsis edildiği şu atmosferlere çok dikkatli yaklaşmalı, ulemamız. Kaldı ki; Kur’ân’ın emri olan uhuvveti esas almayan, gıybeti mübah gören ve bir kulağı sahne gerisindeki solfürlerde olanlarla da İslâm güncellendirilemez. Fakat proje gereği bu günleri de yaşayacağız.

Benzer konuda makaleler:

2 Yorum

  1. Bu kadar kafa karıştırmaya ve fitne ye musait bir meselenin koku ancak bu kadar tespit edilir.Herşeyde olduğu gibi bu meselede de yöne demokrasinin care olmasi İslamın demokrasiyle ne kadar yakın olduğuna da bir delil oluyor

  2. İnsanı merkezine almayan, insana saygı göstermeyen ve insanı maddeye tercih eden görüşlerin sahipleri müslüman da geçinseler, netice itibariyle siyasi olarak mataryalistlerle hareket ediyorlar. Zira istibdat ortak paydasında birleşiyorlar.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*