Sadeleştirme yanlışına tutarsız savunmalar

Risale-i Nur’un sadeleştirilmesine Nur camiasından gelen ve maalesef siyasî mülâhazalarla iktidar tarafından da kullanılan itiraz ve tepkileri dikkate almayıp, hem sadeleştirmeden vazgeçmeyen, hem de bunu savunan tavır ısrarla devam ettiriliyor.

Yakın zamandaki bu savunmalardan biri “Risale-i Nurlar’dan maksat: okunması mı, anlaşılması mı?” başlıklı bir yazıyla yapıldı. Bir kitaptan maksadın, yazarın okuyanlara ulaştırmak istediği mesaj olduğu, mesaj ulaşmıyor ya da anlaşılmıyorsa kitabın yazılmasındaki hikmetin gerçekleşmediği ifade edildi. Günümüz neslinin eski metinleri anlamadığı için okumadığı ve bu sebeple eserlerden istifade edemediği belirtilerek, küçük kelime sadeleştirmeleri ve uzun cümlelerin kısaltılması suretiyle risaleleri anlama yolunun açıldığı belirtildi (Prof. Dr. Muhittin Akgül, Zaman, 23.3.14)

Ancak sadeleştirilmiş risaleler üzerinde yapılan tahliller, bu yolla çok ciddî mesaj ve anlam kayıplarına sebep olunduğunu gösteriyor.

Bunun müşahhas ve dikkat çekici bir örneği için, Yusuf Çağlayan’ın Köprü dergisinde yayınlanan ve Yeni Asya Neşriyat’ın önümüzdeki günlerde çıkaracağı “Risale-i Nur Neden Sadeleştirilemez?” kitabında da yer verilen “Risale-i Nur’da Kavram Mimarîsi” yazısına bakılabilir.

Bir diğer “sadeleştirme savunması”nda da “Kimse Risale-i Nurlar’ı temellük edemez ve yayınlamayı tekeline alamaz” gibi doğru bir tesbitin ardından, hatalı hükümler verilip yanlış yorumlar yapılıyor (Ali Ünal, Zaman, 2.6.14).

Evet, Üstad, risalelerdeki hakikatleri kendi ifadeleriyle anlatan Şemseddin Yeşil’e izin vermiş, ama bunu kendi imzasıyla yapmasını istemiştir. Böylece hem tekelci yaklaşımı reddettiğini, hem de orijinal risale üslûbu dışındaki anlatımların, Bediüzzaman imzası yerine sahibinin adıyla yapılması gerektiğini göstermiştir.

Risale-i Nur adına üç dönemden söz edilirken, bu dönemlere ve temsilcilerine, aynı çizgide birbirini takip edip tamamlayan bir bütünlük içinde bakılması gerekirken, tam tersine adeta bir kopuş ve çatışma mantığıyla yaklaşılması da risalelerdeki ölçülere uymuyor.

Üstadın bir Kastamonu mektubunda geçen ve sadeleştirmeye dayanak gösterilen sözlerini, 20 Nisan’daki “Üstad ‘Risale-i Nur’u sadeleştirin’ dedi mi?” yazımızda yorumlamıştık.

Risalelerin “yeni Türkçe”ye çevrilmesine karşı çıkmayı gülünç bulurken, ”Kur’an ve Risale-i Nur, sadeleştirmeden daha çok mana kaybına uğraması muhakkak olarak ve yüzlerce yanlışla başka dillere çevriliyor” gerekçesine dayanmak da tuhaf. Çevirilerdeki mana kaybı ve hatalar, sadeleştirmenin haklılığını gösterir mi?

O kayıp ve hatalar niye Türkçeye de taşınsın!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*