Ahirette zaman nasıl olacak (2)

Ahirette zaman nasıl olacak?” başlıklı makalemiz hakkında bize ulaşan bazı görüş ve ikazlar üzerine bu konuya devam etmemiz zarûreti doğdu.

Bu noktada bazı hususları tekrar gözden geçirip, bazı ilâve izahlar yapmamız gerekiyor.

Öncelikle bir hususu nazarlara verelim. Bu mesele hemen öyle kolay anlaşılabilecek bir mesele değil. Çünkü zamanı olan, mekân ve zaman kayıtları içinde bulunan bir noktadan, zamanı olmayan veya bildiğimiz şekilde zamanı bulunmayan bir zamansızlık kavramını ve mekânını anlamaya çalışıyoruz. Üstelik bu mevcut dünya ve kâinat içindeki ‘zamanın’ sırrını tam olarak çözemeden, zamansızlığın hüküm süreceği bir mekânı idrak etmek için uğraşıyoruz. Elbette ki bu kolay olmayacak.

Bizler bu dünyada yaşıyoruz. Bir ölçüde kâinatın mekân ve zamanına bağlıyız. Bizim için dün, bugün ve yarın var. Zaman bir noktadan, diğer bir noktaya doğru akıp gidiyor. Geçen yıl 2008, bu yıl 2009 ve gelecek yıl da 2010 olacak. Bunun aksini düşünmek mümkün değil. Şu an biz bu yazıyı kaleme alırken saat 10, bir saat sonra 11, belki yazıyı bitirdiğimiz zaman saat 12 olacak. Bu yazıya saat 10’da başlayıp, saat 8’de bitirmemiz mümkün değil. Zira zamanımız hep artıya doğru akıyor.

İşte böylesine bir dünya şartları içinden, mekânı farklı olan, zaman kavramı bir ölçüde bildiğimiz zaman olmayan bir âhiret hayatının şartlarını idrak etmeye çalışıyoruz. İşte gerek Kur’ân’da, gerek hadis-i şeriflerde, gerekse Risâle-i Nur’da ahiret âlemlerindeki bazı hâl ve durumları tanımlamak için ifade edilen zaman kavramlarını, bu dünyadaki şart ve yaşantımız dikkate alınarak izah ve yoruma tâbi tutmak gerek.

Şimdi değerli bir kardeşimizden bize iletilen mühim bir ikaza geçiyoruz:

“İtirazım şu. Zamansızlık Allah’a mahsus bir özelliktir. Zaman ve mekân üstü olan bir Vacibü’l-Vücud için zamansızlık söz konusu olmalıdır. Ahirette zaman genişlese bile zaman olmalıdır. Sizin de giriş bölümünde belirttiğiniz gibi mekânın olduğu, hareketin olduğu her yerde zaman vardır. Cennette tayy-ı mekân ve bast-ı zaman hakikati tam anlamıyla inkişaf ediyor olması, zamansızlığı ve mekânsızlığı ifade etmez. Bu Cenâb-ı Hakk’ın zatî bir hususiyeti olan ezeliyetin Cennetin ve levâzımatının da hususiyeti olması mânâsı geçer ki, bu mevcudatı ilâhlaştırmak hükmünü beraberinde getirir. Bu meseleye ‘vücub’ ve ‘imkân’ varlık mertebeleri açısından bakmaya ihtiyaç var. Benim Risâle-i Nur’un genel çerçevesinden anladığım ‘imkân’ varlık mertebesinde olan dünyadan ahirete, zerreden güneşe, ferşten arşa kadar hiçbir varlık ezelî olamaz, yani zaman ve mekândan münezzeh olamaz.”

Bu noktada birkaç hususa kısaca temas edelim:

Birincisi: “Zamansızlık Allah’a mahsus bir özelliktir. Zaman ve mekân üstü olan bir Vacibü’l-Vücud için zamansızlık söz konusu olmalıdır.”

Muhakkak ki, Allah mekân ve zamandan münezzehtir. Zira mekânı ve zamanı yoktan var eden O’dur. Aynı şekilde Kayyum ismi ile zamanı ve mekânı devam ettiren de O’dur. Ezeli ve Ebedî olan da Cenâb-ı Hak’tır. Allah bütün isim ve sıfatları ile ezelî ve ebedîdir. Mahlûkat üzerinde ancak Allah’ın güzel isimleri tecellî eder. Bizlerdeki güç ve kudret, Allah’ın Kadir isminin tecellîsi iledir. Bizlerdeki ilim, Alîm isminin tecellisi iledir. Cennette kullarını Bâkî isminin tecellisi ile ebedî bir şekilde yaşatır. İşte Cenâb-ı Hak bütün isim ve sıfatlarını biz kulları ve diğer mahlûkatı üzerinde tecelli ettirip güzel isimlerini gösterdiği gibi, ahirette mekândan ve zamandan münezzeh olan sıfat ve isimlerini Cennetteki has kulları üzerinde tecellî ettirip, onları zaman ve mekân bağından kurtarıp bir üst seviyeye çıkarabilir. Allah’ın Rahmet ve kudretiyle bu mümkündür. Yani Cenâb-ı Hak Cennette yaşayan kullarını, Cennet mekânına bağlı olmaktan kurtarıp belki mekânı ve zamanı bu kullarına tâbî yapabilir.

Bu durum ezeliyetine ve ebediyetine bir halel getirmez. Cennet gibi bir mekânı zamana tâbi olmaktan, insanı da Cennet gibi bir mekâna tabi olmaktan azat edebilir. Yani bir nev’î zaman ve mekân insana tabi olabilir. Veya başka bir deyişle Cenâb-ı Hakk’ın izni ile insan zaman ve mekânın kayıtlarından kurtulup bir üst boyuta geçebilir. “Ruh sür’ati, hayal hızı” kavramları da bu hususa işaret ediyor gibi.

İkincisi: “Âhirette zaman genişlese bile zaman olmalıdır. Sizin de giriş bölümünde belirttiğiniz gibi mekânın olduğu, hareketin olduğu her yerde zaman vardır. Cennette tayy-ı mekân ve bast-ı zaman hakikati tam anlamıyla inkişaf ediyor olması, zamansızlığı ve mekânsızlığı ifade etmez.”

Evet, hareketin olduğu her yerde zaman vardır. Ancak zaman, hareketin hızına göre değişiklik göstermektedir. Bu dünya şartları içinde bile ‘zamanın, hıza göre değişen bir kavram olduğunu’ bilim adamları deneylerle ispatlamışlar. Buna göre ışık hızı altında zaman pozitif yönde akar. Yani bir saat, iki saat, bir gün, iki gün gibi… Işık hızı ile hareket eden bir cisim için zaman sıfıra iniyor. Adeta bu dünya şartlarında bile cisim zamansızlaşıyor. Işık hızının üstünde ise zaman eksiye doğru akmaya başlıyor. Yani 2 saat, bir saat veya ikinci gün, birinci gün gibi… Bu dünya şartlarından bile baksak, cismin ruha tâbi olduğu, hayal hızı ve ruh sür’atinde gerçekleşecek bir hayatın zamanı da, mekâna bağı kaldıracak ve adeta zamanı sıfırlayacaktır. Elbette ki, bu durum Cenâb-ı Hakk’ın kudreti ve rahmeti ile olacaktır.

Kardeşimizin sualindeki “Cennette tayy-ı mekân ve bast-ı zaman hakikati tam anlamıyla inkişaf ediyor olması, zamansızlığı ve mekânsızlığı ifade etmez” ifadesi belki bir ölçüde doğrudur. Zira biz de mekân yok demiyoruz. Ancak “tayy-ı mekân ve bast-ı zaman hakikati” sırrınca insan izn-i İlâhî ile zamana ve mekâna bağımlı olmaktan kurtulabilir. Zaten tayy-ı mekân ve bast-ı zaman da bu demektir. Yani insanın mekân ve zaman bağından kurtulması demektir.

Peki “tayy-ı mekân ve bast-ı zaman hakikati tam anlamıyla inkişaf ediyor” olması ne demektir? Nedir bu “tam anlamıyla inkişaf” etmek?

İşte bu noktada en son sınır, yani tam olarak inkişaf etmenin en son sınırı mekân ve zaman bağından tam olarak kurtulmaktır. Ki, Mi’rac hakikati tam da böyle bir şeydir.

Üçüncüsü: “Bu meseleye ‘vücub’ ve ‘imkân’ varlık mertebeleri açısından bakmaya ihtiyaç var. Benim Risâle-i Nur’un genel çerçevesinden anladığım ‘imkân’ varlık mertebesinde olan dünyadan ahirete, zerreden güneşe, ferşten arşa kadar hiçbir varlık ezelî olamaz, yani zaman ve mekândan münezzeh olamaz.”

Evet, bu çok doğru bir söz ve tesbit. Elbette ki, “dünyadan ahirete, zerreden güneşe, ferşten arşa kadar hiçbir varlık ezeli olamaz, yani zaman ve mekândan münezzeh olamaz.” Ancak zaman ve mekânın bir üst tabakasına çıkarak, yani Allah’ın izni ile zaman ve mekân kayıtlarından kurtularak, Allah’ın sevgili Bir Kulu (asm), Ezelî ve Ebedî bir Zatın mühim bir muhatabı olabilir. O Ezelî ve Ebedî Zatın dostu ve Cemalinin seyircisi makamına çıkabilir. Mi’rac böyle bir durum değil mi?

İnşallah bu konuya devam edeceğiz.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*